Hılbıjartın: Kürdlerin Seçimle İmtihanı

Hayatta her gün tercihler yapıyoruz; tercihlerimiz, beraberinde doğrularımızı ve yanlışlarımızı getiriyor, anlık verdiğimiz kararlarda, yaptığımız tercihlerde “isabet” olup olmadığını zamanla anlayabiliyoruz; sorun, alınan kararların ve yapılan tercihlerin, hangi nedenlerle ve hangi ortamda verildiğini düşünmek ve anlayabilmektedir.

Türkçede bugün kullandığımız “seçim” kelimesi, öz Türkçe akımı doğrultusunda, 1940’tan sonra “seçmek” fiilinden türetilmiştir, daha önce Arapça “intihap” sözcüğü zamanla unutulmaya yüz tutmuştur; Kürdçede, “seçim” karşılığında “hılbıjartın” (Kürdçe imlaya göre: Hilbijartin) kelimesi kullanılmaktadır.

Seçimle karşı karşıya gelmek ya da seçimle imtihan olmak nasıl bir duygu? Nasıl ve hangi ortamda seçmen, sandık başına gidip oyunu kullanmaktadır? Oy kullanmada nelere dikkat etmektedir? Oy kullanırken, bir siyasal partiyi tercih ederken hangi etkenlere dikkat etmektedir? Seçmen, oyunu hangi şartlarda vermektedir?

1 Kasım 2015 Genel Seçimleri yapıldı ve akşam daha sandıklar açılmadan yorumcular yorumlara başladılar; ertesi gün geleneksel hangi partinin hangi ilde en çok oy aldığını belirten boyalı haritaları gördük. Boyalı haritalar, o ildeki ikinci veya üçüncü o partinin oylarını yansıtmıyor.

Biraz Tarih ve Sisli Koridorlar: Faslı Açarken

Osmanlı dağılırken, başka milletler kendilerince, yeni devletler kurmanın yollarını aradılar, Müslüman olmayanlar ve Müslüman olanlar kendilerine yeni devletler kurdular; bu kurulan devletlerin Müslüman olanları için Türk tarih yazımında “arkamızdan hançerleme” metaforu kullanılmaktadır, 1923’te kurulan Cumhuriyet ve kurucu Lozan Antlaşması’yla devletin şekli, projeleri bir süre sonra ortaya çıkacaktı, hangi etnik unsurların ve kimin kaybettiği, sonra anlaşılacaktı.

Kürdlerin dertleri çok önceden vardı ancak herkes giderken onlar başka tercih yapmıştı ve kaybetmişlerdi. Sonra onlara dayatılan politikalar, gerek etnik gerek dinî olarak nasıl olmaları gerektiği ve nasıl bir işlemden geçecekleri ısrarla anlatılıyordu. “Ben neyim?” diye kendilerine sordukları zaman, etnik olarak ne diyecekleri zaman, mutlu olacakları belliydi, verilen başka bir cevap ise, eğer kendileri onlara söylenen cevaptan mutlu değillerse, o zaman problemler başlıyordu, başlayan problemler de ciddiydi.

Demokrasilerde yönetilenler, yöneticilerini seçimle işbaşına getiriyorlar, fakat bu seçim nasıl ve hangi ortamda yapılacak? “Siyasal katılmanın saikleri; siyasal katılma eylemi olarak oy verme; sosyoekonomik değişme ve siyasal katılma; hareketlilik, eşitlik ve grup bilinci”ni araştırmak önemlidir.[1]

Şunu söylemek belki açıklayıcı olabilir: “Bilmez hali perişanı perişan olmayan.” Dilinizi konuşamıyorsunuz, inançlarınızı otoritenin anladığı şekilde anlayacaksınız ve ona göre hareket edeceksiniz, yerleşim yerlerinizin hepsinin (il, ilçe, köy, mahalle, nehir, dere…) adları, o yerle hiçbir ilgisi olmayan adlarla değiştirilecek ve siz “Ne Mutlu…” diye başlayan cümleyi söylediğiniz zaman sevincinizden uçacaksınız; takma adlar dönemi geldi, kimse kendi köyünün ve mahallesinin adını bile bilmeden ya da komşu köyün adını bilmeden mutluluk denizlerine doğru yol aldı. Mutluyuz, sevinçliyiz…

1923’ten 1946’ya kadar olan seçimleri dikkate almayıp hızla 1950’de yapılan seçimlere gelmek gerekiyor. Kürd coğrafyasında, bu 1923’ten 1950’ye kadar mebusların çoğunun zaten bölgeyle hiçbir ilişkileri yoktur zaten.

Aslında, bu dönemde, siyasete katılım da pek mümkün değildir, muhalefet susmuştur, konuşmayacak durumdadır. 1946’dan sonra, çok partili hayata geçişle beraber, kısmi bir gevşeme görülmektedir. 1946–1950 arasında da, Kürd muhalefetinin olduğu söylenemez, fakat hoşnutsuzluk ve itirazların izleri vardır; bu izlerin Şafii Kürd medreselerinde yer yer olduğunu, sonraki yıllardaki gelişmelerden anlayabiliyoruz. Özellikle Şafii Kürdlerde ezanın Türkçe okunmasının muhalif bir atmosfer oluşturduğu yadsınamaz. Şunu da söylemek gerekiyor: Eğer Kürdlüğünüzü dile getirmiyorsanız, işlemlerden geçip, “Ne mutlu… “ diye cümleler kuruyorsanız ticarette ve devlet memurluğunda pek bir sorun yoktur, sadece belirli zamanlarda kullanılmak üzere sicil dosyalarınız vardır; yine de “doğum yeriniz ve hangi etnik kökene bağlı olduğunuz, bağlı olduğunuz etnik kökeni deterjanla yıkamaya hazır olup olmadığınız” hep araştırılacaktır.

1950’de ilk defa yargı kontrolünde yapılan seçimlerde CHP ve DP yarışmıştır. Kürd coğrafyasının figür kenti olan Diyarbakır’da, seçimler çoğunluk sistemine göre yapıldığı için yedi milletvekilinin hepsini DP kazanmıştır. Bu yedi milletvekilinden, Mustafa Remzi Bucak, Yusuf Azizoğlu, Mustafa Ekinci ve Nazım Önen’in Kürd duyarlığını taşıdığını görüyoruz; Kürd duyarlığını taşıyanlar muhalefetlerini DP içinde göstermişlerdir. Henüz ilerici–gerici ayrımları yoktur ve CHP’yi daha sonraki yazımlarda ilerici gösterme modası başlamamıştır. Kürd coğrafyasının genelinde, yerel eşraf ve bunların bir şekilde üniversite okumuş çocukları, yer yer dinî otoritelerin (şeyh, dede) ve gücünü sahip olduğu geniş ve verimli topraklardan alanların (ağa) okumuş çocukları parlamentodaki sandalyelere oturdular.

Parlamentoya giden üniversite okumuş adamlar ya tıp ya hukuk ya da az da olsa mühendislik okumuşlardır; bunlar o zaman üniversitelerin bulunduğu İstanbul ve Ankara’da kendilerini doğal milletvekili sayarlardı. Tıp doktoru, avukat ve az olsa mühendis olup bir statü elde eden, ellerinde bir diploma ve bir çanta ile dolaşanlar, genellikle içinden çıktıkları toplumun sorunlarından uzak dururlar, apolitik bir hayat sürdürürler; o partiden bu partiye, statülerini taçlandırmak için milletvekili olmanın yollarını ararlardı. Tıp ve mühendislik bir yana, hukuk fakültesi mezunları da fakültelerinde okudukları birkaç kamu hukuku kitabı dışında bilgileri sınırlı olanlardır; zaten anılan tıp ve mühendislik fakültelerinde, eğer kişi sosyal bilimlere özel ilgi duymuyorsa, toplumun sorunlarını bilmesi de mümkün değildir. Bunların gittikleri il ve ilçelerde Türkçe bilmeleri, bürokrasiyle iletişim kurmaları statülerini güçlendiren bir durumdur; özel konuşmalarında sistemi ve statükoyu cilalamaları, gerek kendi görüşleri olsun gerek resmî görüşleri olsun, hep görülür. Kürd aydınları veya Kürd münevverleri denilen bu kişilerin genel durumları ortadadır. Tek alametifarikaları diplomalarıdır, diplomanın verdiği güç yadsınamaz.

Bunların dışında, sayıları iki elin parmağını geçmeyen, içinden çıktıkları toplumun sorunları unutmak istemeyen münevverleri 1950’den sonra görüyoruz. Bu küçük muhalefet 1950’den sonra biraz gelişmiş; bu çoğunlukla birbirini tanımayan ama bu soruna duyarlı kişiler, ilk tırpanı 1959’daki “49’lar Olayı”nda yemişlerdir.

1960 Sonrası

27 Mayıs darbesi, DP’yi kapatmış, yöneticilerini yargılamış ve başbakan ve iki bakanını idam etmiştir.[2] Ardından gelen Anayasa ile düşünceye kısmi özgürlük getirmiş, bu ortamda sol ve sosyalist düşünceler yer yer ortaya çıkmış, bundan cesaretle TİP kurulmuştur; 1961 Seçimleri’nde gerek CHP’den gerek AP’den Kürd coğrafyasından seçilen milletvekillerinden Kürd sorununa duyarlı kişi görmek çok zordur. Bunların çoğu yerel eşraf ve onların okumuş çocuklarıdır.

Burada ilginç olan, CHP ve DP/AP çizgilerinin sorgulanması, Kürdlerin neden 1950’den sonra DP’ye, devamında onların devamı olan YTP’de muhalefet etmesidir. Bu konuda 1973’te CHP’de siyasete girmeden önce Deniz Baykal, yazdığı doktora tezinde[3], CHP ve DP/AP çizgisini karşılaştırmaktadır:

CHP çizgisini rasyonel, belli bir siyasal çözümün soyut değeri ve rasyonel geçerliği, sistematik ve ütopik, elitist, misyoner, insanları belli ilkelerin doğruluğuna, geçerliliğine ikna etmek, ihtiyaçların tatminini geriye bırakmak…

DP/AP ise çizgisini, fonksiyonel, toplumsal işleyebilirlik ve talep–imkân dengesi, ampirik ve pragmatik, popülist, siyaset komisyoncusu (Baykal, düştüğü dipnotta bu deyime olumsuz anlam yüklenmemesi gerektiğini, bunu teknik bir deyim olduğunu eklemektedir), siyasal güç toplamak, ani ve kısa vadeli tatminler aramak…

1960’tan sonraki ilk seçimde, ne CHP de ne de DP’nin devamı olarak kurulan AP’de Kürd sorununa duyarlı insan bulmak zordur. 13 Şubat 1961'de kurulan Türkiye İşçi Partisi, sonraki yıllarda artan bir dozda sınıf esasına dayalı olsa da Kürd sorununu yapabildiği kadar gündeme getirmiştir. 1965 Seçimleri’nde, TİP’in çıkardığı 15 milletvekilinden biri, Diyarbakır’dan Tarık Ziya Ekinci’dir. Ekinci, yayımladığı hatıralarında[4], bu konuları işlemektedir. Ekinci’nin Kürd kimliğinden çok, sosyalist kimliğinin ağır bastığını görüyoruz. 1980’e kadar, TİP’’te siyaset yapmış, sonra 12 Eylül’de tutuklanmış, tahliye edilince bir şekilde Avrupa’ya gitmiştir. On yıl sürgünden sonra Türkiye’ye dönmüştür. 1965 Seçimleri’nde “49’lar Davası”nda yargılanan Av. Canip Yıldırım Mardin’de TİP’ten aday olmuştur ancak aynı seçimde bağımsız olarak Musa Anter de aday olmuştur. Sonuç olarak her ikisi de parlamentoya gidememiştir.[5]

1961’de Ekrem Alican başkanlığında kurulan Yeni Türkiye Partisi’nde etkin bir isim olan Yusuf Azizoğlu (1917, Silvan/Diyarbakır – 1970, Ankara), Kürd sorununu kendi bildiği liberal sağ bir anlayışla taşımaya çalışmıştır. 26 Haziran 1962 ile 26 Ekim 1963 arasında sağlık bakanlığı yaptığı dönemde, Kürd illerine yaptığı sağlık alanındaki yatırımlardan dolayı aynı kabinede içişleri bakanı olan Hıfzı Oğuz Bekata tarafından Kürdçülükle suçlanmıştır. Sonraları, TİP’in etkin bir muhalefet yürütmesi Dr. Yusuf Azizoğlu’nun Kürd sorununa duyarlılığını unutturmuştur. 49’lar Davası’ndan yargılanan Ziya Şerefhanoğlu (1914 Bitlis), 1964’teki Senato Seçimleri’nde Bitlis’ten bağımsız senatör seçilmiştir. Şerefhanoğlu, yedi senelik yasama sürecini tamamlamadan, hakkında açılan davalardan dolayı, yasama dokunulmazlığı olmasına rağmen, Türkiye’yi terk etmiştir. 1965 Seçimleri’nde Ekrem Alican başkanlığında girilen seçimde YTP, bir önceki seçimde altmış beş sandalye kazanmasına rağmen, sadece on dokuz sandalye kazanmıştır ki bu kazanılan on dokuz milletvekilinin çoğu Dr. Azizoğlu’nun kişiliğinden dolayı Kürd bölgelerinden seçilmiştir. YTP’den Kürd coğrafyasında seçilenlerden sadece 49’lar Davası’ndan yargılan Ali Karahan (1916, Siverek - 2003) Kürd sorununa duyarlı tek kişidir.

1965 Sonrası Siyaset

Türkiye’de Kürdlerin siyaseten muhalefetinin ilk izleri, Diyarbakır’da Av. Faik Bucak (1919, Siverek – 1966’da Urfa’da karanlık bir saldırıda öldürülmüştür) başkanlığında 1965’te kurulan gizli Kürdistan Demokrat Partisi’dir. Bu partinin bölgede etkinlik gösterdiği, etkisini sürdürdüğü, hatta bu coğrafyada üyelerinin bazı ilçelerde etkin olduğu söylenebilir.

Asıl etki, 1965’ten sonra dünyadaki sol rüzgârların etkisiyle üniversitelerin bulunduğu Ankara ve İstanbul’da okuyan, Kürd sorununa duyarlı olan öğrencilerin bir arayışa girdiği, sosyalist aydınlarla konuştuklarını görüyoruz; sorunlarını anlatırken sosyalistlerin onları dinlediğini gören bu öğrenciler, hemen sosyalist akımların etkisine girmişlerdir. TİP’te bir “Doğulular Grubu” oluşmuştur. Bu grup, Kürd sorununu sosyalizm akımının içinde anlatmaya başlamıştır. Daha sonra Kürd sorununa daha duyarlı olanlar, ayrılıp ayrı örgütlenmelere girmişlerdir.

1969 Seçimleri’nde TİP, milli bakiye sisteminin kaldırılmasından sonra, parlamentoda sadece iki sandalye kazanmıştır. TİP’teki Kürdler ve TİP’ten ayrılıp DDKO’yu (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) kuran Kürtler, 12 Mart rejiminden dolayı yine tırpanlanmış, tutuklanmış, yargılanmışlardır. 1973 Seçimleri’nde, MSP parti olarak katılmış, Ecevit de genel başkan olduktan sonra, sosyal demokrat söylemleri gündeme getirmiş, Baykal’ın doktora tezinde dile getirdiği elitizmden sıyrılmaya çalışmış, fötr şapka yerine kasket giyerek meydana inmiştir ve Karaoğlan metaforu etrafında oy istemiştir. MSP’nin bu dönemde dinî söylemlerinin Kürdlerde bir karşılığı olduğu söylenebilir. 1974 Affı’ndan sonra, dışarı çıkanlar, hızla işe girmişlerdir. Bundan sonra Kürdler, yer altında örgütlenmelere girişmişlerdir.

1969 Seçimleri’ne YTP, Dr. Y. Azizoğlu’nun başkanlığında girmiş, sadece altı sandalye kazanmıştır. Bu seçimden önce ve sonra Abdi İpekçi, siyasi parti liderleriyle söyleşi yapmış, sonra bu söyleşileri bir kitapta toplamıştır. Bu söyleşilerde Dr. Azizoğlu, oldukça önemli düşünceleri açıklamakta, Doğu Sorunu diyerek üstü örtük bir şekilde Kürd sorununu dile getirmekte, ayrıca AP’nin onları, “bölücülükle” suçladıklarını söylemektedir.[6]

Özgürlük Yolu’nun Seçim Başarısı

Kürd sorununu gündeme alan sosyalist hareketler, siyasal davranışa 1977 yerel seçimlerinde dahil olmuşlardır. Özellikle 1978 yerel seçimlerinde Özgürlük Yolu, Diyarbakır merkezde Mehdi Zana’yı, Ağrı merkezde Urfan Alparslan’ı, o zaman Siirt iline bağlı büyük bir ilçe olan Batman’da PKK, Edip Sönmez’i bağımsız aday göstermiş ve kazanmıştır. Urfa merkezde ise, 68 hareketinden gelme Feridun Yazar ise CHP’den belediye başkanlığını kazanmıştır.

Bu, Kürd solunun seçimlerde kazandığı ilk başarıdır. Kürd solundan gelen birisinin, Diyarbakır gibi bir şehirde belediye başkanlığını kazanması sonraki yıllarda da unutulmamıştır.

Mehdi Zana’nın belediye başkanlığını bağımsız olarak kazandığı seçimlerde, bir başka Kürd siyasal hareketi DDKD (Devrimci Doğu Kültür Derneği) de Av. Yahya Mehmetoğlu’nu bağımsız aday göstermiştir. Özgürlük Yolu/TKSP adayı Mehdi Zana 6.518, DDKD Adayı Y. Mehmetoğlu 4.513 oy almıştır. Bu seçimlerde, AP Ferat Cemiloğlu’nu, CHP Recai İskenderoğlu’nu, DP Vehbi Dabakoğlu’nu aday göstermiştir. Her üç aday da Diyarbakır’ın köklü ailelerine mensupturlar ve bu her iki bağımsız adayın çok altında oy almışlardır.

Özgürlük Yolu/TKSP adayı Mehmdi Zana ile DDKD adayı Av. Y. Mehmetoğlu arasında çok çetin bir seçimin geçtiğini, iki Kürd hareketinin kıyasıya yarıştıklarını görüyoruz. Mehdi Zana, Silvan ilçesinden, terzilikle geçimini sağlamaktadır. Av. Mehmetoğlu ise, Diyarbakır merkezde Lice ilçesinden, ticaretle uğraşan ve otelleri de olan bir aileden gelmektedir. Seçimlerden sonra, Özgürlük Yolu Dergisi’nin Aralık – Ocak 1978 ve 31-32. sayısındaki imzasız yazıda (s. 3- 16), bu başarı incelenmektedir. DDKD adı verilmeden, “Bunlar, özellikle örgüt ve fraksiyonlar Mehdi Zana’nın seçimi yitirmesi için çıkarılan ve burjuvazinin çevresinde birleştiği bağımsız aday Y. Mehmetoğlu’nu desteklediler (…)” diye eleştirilmiştir (s. 8).

Bu seçimin bir başka anlamı, ilçelerden gelen, Kürd kimliği ağır basan iki adayın Diyarbakır merkezin siyasetine müdahale etmiş ve başarılı olmalarıdır. Taşradan gelenlerin, merkezin siyasetine müdahil olmaları, ilk kez görülmüştür. Diyarbakır merkezde, şehirde oturan, Kürtçeyi çok az konuşan veya unutmuş olanlar, kendilerine “bajarî” (şehirli) derler, şehre sonradan gelenlere, Kürtçede “köylü” anlamana gelen “gundi” derler; “gundi” kelimesi üstü örtük olarak Kürd anlamına gelmekteydi.

Bu arada şunu eklemek gerekiyor: Türkiye’de ilk defa belediye başkanları direkt olarak 1963’te seçilmeye başlamıştır; önceden, seçilen encümenler kendi aralarında belediye başkanlarını seçiyorlardı. 1963’te direkt seçimle Nejat Cemiloğlu, CHP’den belediye başkanı seçilmiştir.

Cemiloğlu ailesi, Kürd siyasi hareketinde 1925’ten önceki dönemde çok duyulmuştur, Diyarbakır-Batman arasında birçok köyleri ve Alipaşa mahallesinde konakları vardır; ailenin okumuş gençlerinden birçoğu Kürd siyasi hareketinde yer almışlardır; 1925’te aileden bazıları tutuklanmış, bazıları can havliyle Türkiye’yi terk etmiş, kalan bölümü de mecburi iskân kanuna göre sürgün edilmişlerdir.

Nejat Cemiloğlu’nun siyasi arenada CHP’yi seçmesi de ilginçtir ve tartışmaya değerdir; adı bu kadar Kürd siyasi hareketiyle özdeşlemiş bir ailenin CHP’de siyaset yapması nasıl değerlendirebilir? N. Cemiloğlu’nun, Cemiloğlu soyadı, halk arasında Mala Paşê (Paşagil), taşrada Kürd kimliğini taşıyanlar arasında hep dile getirilmiştir. N. Cemiloğlu’nun, iki defa 1963-1973 arasında yaptığı belediye başkanlığı döneminde, hep Kürdçülükle suçlandığı söylenmektedir. Kendi konakları, dört tarafı yüksek duvarlarla çevrilidir; konak uzun yıllar harabe halinde kalmış ve geçen yıl restore edilmiş ve ziyarete açılmıştır; konağın ana giriş kapısına, 1934’te belediye “Köylü Sokağı” adını vermiştir ki bu ad bugün bile değiştirilmemiştir. Şimdi konağın ana giriş kapısının sokağına “Köylü Sokağı” adını vermenin altındaki anlamı düşünmek gerekir. N. Cemiloğlu, on yıllık başkanlık döneminde, bu sokağa verilen adı değiştirmeyi aklına getirmemiştir. N. Cemiloğlu, kendisiyle yapılan söyleşide, on yıllık başkanlık sürecinde Kürd kimliğinden dolayı çok sıkıntılar çektiğini, Kürdçülük yapmayı asla düşünmediğini söylemiştir. Bu aile hakkında iki çalışma yapılmştır.[7] Daha sona 1989’da Turgut Özal, ANAP’tan Nejat Bey’in kardeşi Felat Cemiloğlu’nu aday göstermiş, o günlerde Felat Cemiloğlu’nun adaylığında dolayı Kürd sorunu epey konuşulmuştur. Hasan Cemal’in Kürtler adli kitabındaki ilk kırk sayfa Felat Bey’le yapılan söyleşidir.

DDKD ve Senato Seçimleri

14 Ekim 1979’da yapılan kısmi senato seçimlerinde, ilk defa bir Kürd siyasal hareketi seçimlere müdahil olmuş, TSİP, Mardin’den Mahmut Oral, Siirt’ten Abdulgani Sungur, Van’dan Kenan Bulut’u aday göstermiştir. Bu kısmi senato seçimlerinde her üç ilde de hatırı sayılır oy alınmıştır. DDKD’nin 1979’da senatoya aday göstermesi, öbür Kürd hareketleri tarafından “reformizm” ve daha başka eleştirilere uğramıştır. DDKD’nin olabildiğince erken dönemde, bu seçimlere katılması, kanımca oldukça anlamlıdır. DDKD, o günlerde, yasal dernek görünümündedir. Oldukça yoğun entelektüel birikim taşıyan DDKD’nin sonraki yılları izlenememiştir, hareket hakkında önemli bir çalışma yapılmamıştır. DDKD tabanının bir bölümü, bugünkü DTP çizgisine katılmışlar, daha sonra siyasi arenada çalışmışlar, hatta 1989 Diyarbakır merkezde aday göstermişlerdir. Bazıları da bugün 2014’te PAK (Partiya Azadiya Kürdistan) adıyla yasal parti kurmuşlar, parti adından dolayı sorunlar yaşamış, başvuru dilekçeleri geri çevrilmiş, sonra dilekçeleri kabul edilmiştir; ancak 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerine katılamamışlardır.[8]

12 Eylül Sonrası

12 Eylül sonrası geniş tutuklamalar yapılmıştır, dışarıda kalan siyasi hareketlerin sempatizanları SHP’nin bu coğrafyadaki il ilçe teşkilatları içinde çalışmaya başlamışlardır. Özellikle Diyarbakır SHP içindeki çalışmalar gözle görülür hale gelmiştir. 1987 Genel Seçimleri öncesi, ön seçimlerinde bu hareketler adaylarını öne çıkarmışlardır ancak seçilebilecek yerlere adaylarını getirememişlerdir. 1989, yerel seçimlerinde, SHP içinde, Diyarbakır merkezde, partide etkili olan D. Baykal ve arkadaşları merkezde ön seçimle değil merkez adayı olarak bir kişiyi göstermişlerdir, buna kızan Kürd hareketleri de, başta DDKD’liler, DSP’den bir adayı göstermişlerdir. Aynı şekilde, Özgürlük Yolu da bir sol blok içinde bir aday göstermiştir; fakat seçimi Deniz Baykal etkisiyle ön seçimle değil, genel merkez tarafından aday gösterilen kişi kazanmıştır.

1987 Seçimleri’nde, Kürd kimliği ağır basan kişileri de görüyoruz. SHP Malatya milletvekili İbrahim Aksoy yaptığı konuşmalardan dolayı statükocu SHP’liler tarafından ihraç edilmiştir, daha sonra 14 -15 Ekim 1989’da Paris’teki Kürd Konferansı’na SHP’den yedi milletvekili parti merkezinden izin almadan gitmişlerdir, aslında başta SHP olma üzere öbür partilerden de birçok milletvekili davet edilmiştir fakat sadece SHP’den yedi ve SHP’den daha önce ihraç edilen İ. Aksoy toplantıya katılmışlardır. Sonra konferansa gidenler partiden ihraç edilmişlerdir, dolayısıyla SHP’de bir Kürd krizi oluşmuş, Kürd coğrafyasındaki parti teşkilatları istifa etmiş ve parti tabelalarını indirmişlerdir. Yaşanan bu kriz nedeniyle SHP’den sosyal demokrat olduklarını söyleyen milletvekilleri de istifa etmişler ve bu arayışlardan sonra 7 Haziran 1990’da HEP kurulmuştur. Kurulan bu partide, bütün Kürt siyasi hareketleri hızla çalışmaya başlamışlardır; bu arada bölgedeki köy yakmalar, köy boşaltmalar hızla devam etmiştir. HEP Diyarbakır İl Başkanı, DDKD kökenli Vedat Aydın’ın evinden kaçırılıp cenazesinin üç gün sonra bulunması, cenazesindeki olaylar ve ondan fazla kişinin öldürülmesi farklı bir kırılmaya, tek başına iktidarda bulunan ANAP’a karşı bölgede bir kırılmaya neden olmuştur.

Kürt coğrafyasında parti teşkilatları çöken SHP, kurulan HEP’le 20 Ekim 1991’deki seçimde ittifak yapmış ve Kürd kimliğini savunan on dokuz milletvekili seçilmiştir. Bu seçimde PKK, seçimlere müdahil olmuş, seçmen SHP’ye tekrar yönelmiştir. Bölgedeki birçok yerde SHP tulum çıkarmıştır. Meclis’teki yemin krizi Kürd kimlikli milletvekillerinin bu partide rahat çalışamayacaklarını göstermiştir. Seçimden sonra DYP–SHP koalisyonu kurulmuştur. SHP’de Kürd kimlikli milletvekillerine istifa baskısı yapılmış, önce iki milletvekili, daha sonra yapılan uygulamalar ve OHAL’in uzatılması bardağı taşırmış, on beş Kürd milletvekili de SHP’den istifa etmiştir.[9]

Kürt kimliği ekseninde kurulan ve burada ele alacağımız partiler HEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP ve DTP’dir. Bu partilerden ilk dördü kapatılmış, beşincisi olan DEHAP, DTP’ye katılmıştır.

Partilerin kapatılması, bölgedeki yoğun çatışmalar, köy boşaltmaları hep görülmüş, bu Siyasi Partiler Kanunu’ndan dolayı, 1995 Seçimleri’nde seçime giren HADEP % 4,1, 1999’da % 4,7, 2002’de DHP (Demokratik Halk Partisi) %6,2 oy almış, bir türlü Meclis’e milletvekili gönderememişlerdir. 2007 Seçimleri’nde bu defa illerde, seçim barajını aşmak için bağımsız milletvekilleri aday gösterilmiş, % 7’ye yaklaşan bir oyla 22, yine 2011’de bağımsız olarak % 6,7 oyla 36 sandalye kazanılmıştır. 7 Haziran 2015’te ilk kez parti adıyla seçime girilmiş, baraj endişeleri altında %13,1 ile 80 sandalye kazanılmıştır.

7 Haziran 2015’ten 143 gün sonra 1 Kasım 2015’te alınan oylar % 10,7’ye düşmüş ve 59 sandalye kazanılmıştır.

Kürd İllerinde Seçimler

Çok partili hayata geçişten beri, bölgede CHP, AP ve sonra YTP’den bölgeden seçilen temsilcilerin, yerel eşraf olduklarını, bunlara 1965 Seçimleri’nde yer yer dinî otoritenin, sonra gücünü sahip oldukları topraktan alan ağaların ve onların çocukları olduklarını görüyoruz. Bu siyasi temsilcilerin bazılarının blok olduklarını görüyoruz. Özellikle köylerde ve büyük olmayan ilçe merkezlerinde, seçmenin çoğunun, seçimden bile haberi yoktur, köylerdeki önde gelen bir kişinin, bütün oylara blok olarak etki ettiği görülmektedir. Şehir merkezi ve ilçelerdeki iktidar partisi ve muhalefet partisi teşkilatları, genellikle bu büyük ailelerin elindedir. Bu aileler, Türkçe bilmeyen halkın bürokrasideki sorunları çözer, özellikle devlet olanaklarını dağıtırlardı. Dolayısıyla siyasi davranışa bunlar etki ederdi.

Kürd Köylerindeki Toprakta Mülkiyet

Kürd coğrafyasında dört tip köy vardır: Efendi köyü (şehirde oturan, Türkçe bilenlere, geleneksel giysiler yerine, takım elbise ve fötr şapka takan kişi), ağa köyü (tamamen bir kişiye ait olan köy), bölgede Nakşibendi şeyhlerine ait köy ve herkesin hemen toprağı olduğu “halk tipi” köy. Bu köylerde ve köylerdeki kişilerin civardaki köylerdeki seçmenleri, o köydeki etkili olan kişiler üzerinden etkiledikleri sandık sonuçlarından biliniyor.[10]

1977 Genel Seçimleri’nde, ilk kez dinî otoriteden üç kişi, Elazığ, Diyarbakır ve Siirt’ten, ayrıca CHP’den adaylığı veto edilen 49’lar Davası’nda yargılanan Nurettin Yılmaz bağımsız milletvekili seçilmiştir. Mardin’den aday olan N. Yılmaz’ın Kürd kimliğini saklamayan bir kişi olması ve seçmenden büyük ilgi görmesi ayrıca anlamlıdır.

12 Eylül’den sonra, daha önce sosyalist bir programla uzun hedefler peşinde olan Kürd siyasi hareketleri yerel ve genel seçimlere müdahil olmuşlardır. Bölgede, 1984’te başlayan kalkışma, iletişim olanaklarının gelişmesi, şehirleşmenin artması, aşiret reislerinin otoritelerinin azalması, siyasal davranıştaki Kürd kimliğini güçlendirmiştir.

Kürd siyasi hareketinin güçlenmesi, bölgede siyasi davranışta, bahsettiğimiz otoritelerin etki alanını daraltmış, bu kişilerin telkinleri dinlenmez olmuştur. Bu tezimiz şüphesiz bu otoritelerin tamamen silindiği anlamına gelmemektedir.

Bu eşraf, ağa ve şeyhlerin otoritelerinin azalması gerekecektir; fakat bunların 1 Kasım Seçimleri’nde yer yer (bazı illerde daha güçlü olarak) otoritelerini korudukları görülmüştür. Bu otoritelerin bazı illerde artık dinlenmediğini de söyleyebiliriz.

Şehirleşmenin ve refahın arttığı yerlerde Kürd kimliğini öne alan siyasi davranışta bir artış görülmüştür.

İl ve ilçe bazında yapılacak çalışmalara ihtiyaç olduğu ortadadır, sosyolojinin imkânlarından yararlanarak daha mikro çalışmalar yapılması gereklidir.

1999 yerel seçimlerinde Kürd siyasi hareketinin, adları çok değiştiğinden yazamıyorum, Kürd coğrafyasında başarılı olduğu, Diyarbakır, Van, Batman, Siirt, Hakkâri ve birçok ilçe merkezinden belediye başkanlıklarını kazandığını görüyoruz. En son yerel seçimlerde, doksan dokuz belediye başkanlığını kazandığını eklemek gerekiyor. Bu yerel seçimdeki başarı, harekete olan ilgiyi göstermiştir.

7 Haziran - 1 Kasım Seçimleri ve 143 Gün

7 Haziran Seçimleri’nden öncesi vardır; AKP 2002’de beri iktidardır, bu parti MNP, MSP, RP kökenlidir. Bu parti Kürdlerin Şafii mezhebinden gelenleri tarafından zaten ilgiyle karşılanmıştır, bu coğrafyada dinî otoriteler bu Milli Görüş partileri yerine, CHP–AP ve diğer partilere meyletmişlerdir. Siyasi temsilciler, genellikle yerel eşraftır. 1991 Seçimleri’nde RP’nin MHP ile ittifak yapıp seçim barajlarını açması, bölgede küçük birkaç itiraz dışında, RP’nin oy almasını sağlamıştır. RP’nin 1995’teki söylemleri ilgi çekmiş, bölgedeki sıkıntılar için daha eleştirel tutum almıştır. 2002’deki AKP’nin % 34,2 oyla tek başına iktidara gelmesi, bölgede daha önce saydığımız nedenlerden dolayı CHP’nin, sonradan merkez sağ partileri ANAP ve DYP’nin barajı geçememeleri ve silinmelerinden dolayı, bölge AKP ve Kürd siyasi hareketi partileri arasında ikili bir sahaya dönmüştür. Marmara, Akdeniz ve Ege bölgelerine taşınan Şafii Kürdler de bu partiye önemli oranda oy vermişlerdir.

7 Haziran Seçimleri’nden önce, Kobani Olayları, söylemlerin değişmesi, kurulan masanın dağılması, basından HDP’lilerin oldukça abartılı suçlamalara maruz kalması, Kürdlere yönelik empati eksikliği; ayrıca HDP’lilerin bunlara karşı daha mutedil dil kullanmaları, Demirtaş’ın sempatik davranışları HDP’ye Kürd seçmenin yönelmesini sağlamıştır. Bu Demirtaş figüründen dolayı, Kürd siyasetine ilgi duymaların da az da olsa oy verdikleri söyleyebiliriz.

Seçimden sonraki 143 gün içinde, tekrar 22 Temmuz’da savaş süreci başlamıştır. Olağanüstü şartlarda, Kürd seçmenin bir bölümünün, bu defa tercihini değiştirip AKP’ye yöneldiği görülmüştür. Seçimden önce kanaat önderleri denilenlerin AKP’nin bu oy artışında rolünün bulunduğunu, bu arada ne anlama geldiği bilinmeyen özyönetim ilanlarından sonra il merkezleri ve büyük ilçe merkezlerinde orta sınıfın, hali vakti yerinde seçmenlerin bazılarının ürküp AKP’ye yönelmelerini sağlamıştır diyebiliriz; bu arada 7 Haziran’da HÜDA-Par’ın seçime girmeyip oylarının blok halinde AKP’ye gittiğini görüyoruz. Ayrıca Alevi Kürd oylarının bir kısmının CHP’ye gittiğini Tunceli, Maraş, Elazığ şehirlerden anlayabiliyoruz.

Ayrıca seçime bir başka Kürd partisi, HAK-PAR da katılmıştır. Bu parti önce Abdulmelik Fırat, daha sonra Bayram Bozyel, Sertaç Bucak, Kemal Burkay ve 25 Ekim 2015’te, seçimden bir hafta önce trafik kazasında vefat eden Fehmi Demir başkanlığında örgütlenmiştir. Bu parti, Türkiye genelinde seçime girmiş, 7 Haziran’da 58 bin, 1 Kasım 2015’te ise 108 bin oy alıp oylarını artırmıştır.

1995, 1999, 2002, 2007, 2011 seçimlerinde %10 barajını bir türlü aşamayan, en fazla % 7’ye yaklaşan oy alan bu siyasi hareketin 7 Haziran Seçimleri’nde % 13 oy alması, 143 gün sonra oylarını % 2,4 kadar düşürmesi, meseleye nereden baktığımıza bağlıdır. 7 Haziran’daki başarının ve 1 Kasım’daki kısmi düşme eğiliminin analiz edilmesi gerekir. Alınan her oy, tapulu oy değildir zaten, emanet oy veya taktik oy denilen seçmen davranışını da ele alabiliriz; başarının ve başarısızlığının standartlarını düşünmek gerekir. Doğru, % 10 barajını aşmak bile önemli bir başarıydı, barajı aşmak için bağımsız adaylarla seçime girildiğini unutmayalım. Bundan dolayı, 143 gün içinde bütün yapılanları, hataları, eksikleri analiz etmek gerekiyor.


[1] Ergün Özbudun, Türkiye’de Sosyal Değişme ve Siyasal Katılma, A. Ü. Yayınları, Ankara, 1975, s. 4-15.

[2] 7 Mayıs üzerine esaslı bir değerlendirme: Kurtuluş Kayalı, Ordu ve Siyaset: 27 Mayıs – 12 Mart, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s. 69 ve devamı.

[3] Deniz Baykal, Karşılaştırmalı Siyasal Katılma, A. Ü. Yayınları, Ankara, 1970, s. 118- 119. Baykal daha sonra mülkiye cuntası olarak anılan ekiple CHP’ye katılmış, milletvekili olmuş, hizipçilikle anılmış; genel sekreter ve 1994’te de genel başkan olmuştur; Deniz Baykal’ın doktora tezinde yaptığı yorumlar, kaderin bir cilvesi midir?

[4] T. Ziya Ekinci, Lice’den Paris’e Anılarım, İletişim Yayınları, İstanbul, 2010.

[5] Bu konuda bilgi: Canip Yıldırım, Hevsel Bahçesinde Bir Dut Ağacı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s. 193.

[6] Abdi İpekçi, Liderler Diyor ki, Ant Yayınları, İstanbul, 1969, s. 81 – 95; 313 – 321.

[7] Bu aile hakkında: C. Canlı ve H. İ. Uçak, Hattın Dört Bir Yanında Cemilpaşazedeler, Dipnot Yayınları, Ankara, 2012; Malmîsanîj, Diyarbekirli Cemilpaşazadeler ve Kürd Milliyetçiliği, Avesta Yayınları, İstanbul, 2004. Anılan söyleşi için: Ş. Diken, İsyan Sürgünleri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s. 144-145.

[8] İst. Ü. Tıp Fakültesi mezunu Dr. Said Kırmızıtoprak (1935, Dersim, Nazimiye, Civarik Köyü – 26 Kasım 1971, Kuzey Irak), bu hareketin öncüsüdür. Dr. Said Kırmızıtoprak, cezaevinden çıktıktan sonra, Doğan Avcıoğlu’nun Yön dergisinde sosyal yapıyla ilgili, bugüne kadar okuma şansına sahip olmadığımız altı yazısı yayımlanmıştır (Hikmet Özdemir, Yön Hareketi, Bilgi Yayınları, Ankara, 1986, s. 331); ayrıca: Irak Kürt Halk Hareketleri ve Baas Irkçılığı (Komal Yayınları, Ankara, 1975) adlı kitaptaki 27 ile 157. sayfa arasındaki bölüm, onun tuttuğu not defteridir. 1965’te kurulan T-KDP öncülerinden ve halk arasında çok sevilen Said Elçi’nin (1925, Bingöl – 1971, Kuzey Irak) öldürülmüş; sonrada “İki Said” adıyla anılan iki figür isim, hep konuşulmuştur. Halk arasında “Dr. Şıvan” adıyla anılan Dr. Said Kırmızıtoprak ve iki arkadaşının bugün bile tartışma konusu olan, aydınlanamayan katliyle, sonra serpilip gelişen Kürd siyasal hareketleri arasında ayrılıklar başlamıştır. Dr. Şıvan’dan sonra yakın arkadaşları, 1975’ten sonra siyaset sahnesine çıkmışlardır, 1976’da Diyarbakır’da DDKD adıyla bir dernek kurulmuş, merkezî yapıya sahip olan bu derneğin elli kadar şubesi açılmıştır. Dernek şemsiyesiyle çok sayıda kişi, bu yapının altında toplanmıştır; hareket, önce “Şıvancılar”, sonra “Devrimci Demokratlar” adıyla anılmıştır. Hareketin birçok il ve ilçede çok sayıda okumuş kişiyi (diplomalıları) etkilemiştir. Hareket “Devrimci Demokrat Gençlik” ve “Tîrêj”, daha sonra “Armanc” ve “Medya Güneşi” yayın organlarını çıkarmıştır; çıkarılan birkaç kitap ve broşür dışında, hareketin yayın alanında fazla başarılı olduğu söylenemez. Hareketin sonraki figür isimlerinden Necmettin Büyükkaya’nın (1944, Siverek – 1984, Diyarbakır Cezaevi) tuttuğu defter ve günlüklerinden derlenen 699 sayfalık kitapta önemli bilgiler vardır (N. Büyükkaya, Kalemimden Sayfalar, Vate Yayınları, İstanbul, 2008). Hareketin dernekler statüsünde ve tamamen yasal olarak kurulan işleyişi 12 Eylül’den sonra, tamamen kriminalize edilmiş, 625 kişi hakkında dava açılmış (DDKD Davası, Kesinleşmiş Karar, Jina Nû Yayınları, Ankara, 2006), tutuklamalar ve yargılamalar başlamıştır ve yönetici ile üyeleri Diyarbakır cezaevinde yargılanmışlardır.

[9] Bu konuda ayrıntılı bilgi: A. O. Ölmez, Türk Siyasetinde DEP Depremi, Doruk Yayınları, Ankara, 1995.

[10] Bu konuda: Rıfkı Arslan, Diyarbakır’da Toprakta Mülkiyet İlişkileri, Diyarbakır Tanıtma ve Kültür ve Yardımlaşma Vakfı Yayınları, Ankara, 1992.