KKTC’nin “Yeni” Partisi

I
Kıbrıs’ın kuzeyinde, Kudret Özersay liderliğinde yeni bir partinin (Halkın Partisi) kurulacağının belli olmasıyla birlikte bir tartışma dalgası da başlamış oldu. Kuzey’de çok sınırlı sayıda olan tartışma platformlarında, henüz parti programı da açıklanmamışken, partiyi “sınıf”la sınayıp siyasi yelpazenin sağına yerleştiren yazılar da yayımlandı, partinin “üçüncü yolu” temsil ettiğini ve “ne sağ ne sol” olduğunu savunan yazılar da… Konuyu küçümsemeden ve sinik bir tavır takınmadan, bu mesele hakkında hem Kıbrıs’ta hem de Türkiye’de tartışmaya devam etmekte yarar var. Zira Kıbrıs’ın geleceğinin hızla şekillenmekte olduğu bir dönemde, yeni kurulan ve şimdilik çok iddialı görünen bir siyasi partiyi görmezden gelmek mümkün değil. Üstelik parti programının açıklanmış olması da daha somut verilerle tartışmayı olanaklı kılıyor.

Benim bu yazıdaki temel derdim, kurulan yeni parti hakkındaki “yeni orta sınıf/yeni sağ” ve “üçüncü yol” tartışmasına dahil olmaktan ziyade; partinin, bir “restorasyon” projesini, gelişkin bir gelecek tasavvuruymuş gibi tedavüle çıkarması üzerine konuşmak… Zira partinin Kuzey’de çizdiği “parlak” görüntünün sırrı, bayağı bir Denktaşçılığın anakronizminden kurtulamayan Kıbrıslı Türk sağ muhayyileye ruh üflüyor ve onun hayal gücünün sınırlarını genişletip “yeni” bir kurgu yaratıyor olabilmesinde. Üstelik bunu yaparken, kendisini sağın ve solun ötesinde ve üzerinde bir “hakikat” makamında konumlandırıp, toplumun azımsanmayacak bir kısmını buna ikna edebiliyor görünmesinde… Bu yazıda, bu temel iddiayı açmaya çalışacağım.

II
Bugüne kadar Kıbrıs’ın kuzeyindeki siyasi tartışmaların odağında 1974 sonrası kurulan düzen, Türkiye’yle ilişkiler ve bu düzenin vücut bulduğu “KKTC” karşısında takınılan tavır olageldi. Siyasi partilerin sağ veya sol olarak konumlandırılmasında, KKTC’ye ve Türkiye’ye yaklaşımları zaman zaman en az “sınıf” kadar önemli bir turnusol kâğıdı işlevi gördü. Çoğu zaman, Türkiye dışında hiçbir ülke tarafından tanınmayan bu “devletin” sınıfsal tahlili hakkıyla yapılamadan, ondan kurtulmanın, mesut günlerin kapısını kendiliğinden aralayabileceği düşünüldü. Dolayısıyla, Kıbrıs’ta en geniş anlamda solun KKTC-dışı çözümü savunanlardan oluştuğu, taksimci savlara itiraz etmenin solda durmak için kâfi olduğu varsayıldı. KKTC’ye dayalı çözüm modellerini reddeden bir pozisyonun, solun bir kısmı için, sınıftan kaçışa rağmen solda durabilmek bağlamında elverişli bir zemin olarak iş gördüğünü söylemek de mümkün. Bilhassa, sosyalist bir geçmişten gelen ve bugün Kuzey’in merkez solunu ağırlıklı olarak işgal eden Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) için bu saptama geçerli. Öte yandan, ganimetçi/yağmacı sağın, milliyetçiliği/taksimciliği pespaye ve çürümüş bir jargonla savunması da, merkez solun KKTC’ye itiraz etmekle yetinmesini kolaylaştırdı. Böylece sebep-sonuç ilişkisi zaman içinde iyiden iyiye muğlaklaştı: “KKTC”ye ve taksim tezlerine neden karşı çıkılması gerektiğine verilen yanıt daima bir yanıyla eksik kaldı. Belki bundan da önemlisi, özellikle federasyonu savunan Kıbrıslı Türk merkez solu ve CTP, KKTC sonrasına dair insanları mobilize edebilecek bir gelecek tasavvuru inşa edemediği gibi, Annan Planı döneminde Kuzey’de yakalanan fırsatları ve toplumdaki hareketlenmeyi de heba etti. Öte yandan, federasyoncu bir çözümden ziyade 1960’ın Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yeniden “dirilmesi” için çalışan sol oluşumların sahiplendiği, fakat solun geriye kalanının önemlice bir kısmının da aslında pek itiraz etmediği “Kıbrıslılık” (Cypriotism) da bu bağlam içinde ele alınmalıdır. Kıbrıslılık, bir yanıyla Türkiye kaynaklı çok bileşenli (kimlik, askerî güç, ekonomi) dayatmalara duyulan tepkinin dışavurumuysa, bir yanıyla da geleceği inşa edemeyen (merkez) solun, çarpıtılmış bir mazi anlatısıyla melankolik özneye hitap etme kolaycılığıdır: “Nasıl bir gelecek?” sorusu karşısında, solun önemli bir kısmı, “Mutlu bir mazi” cevabının ötesine bir türlü geçememiştir. Sağın bayağılığı ve hamaseti aşamayan tavrı da bu kolaycılığı beslemiş, solun bu hat üzerinde yürüyecek kaba bir siyasete sırtını yaslamasını olanaklı kılmıştır. Bu konudaki vebal ve sorumluluk, özellikle toplumu federasyona dayalı bir çözümün etrafında örgütleme kapasitesi en yüksek olan CTP’nindir.

Niyazi Kızılyürek ve Tufan Erhürman gibi sınırlı sayıdaki entelektüelin çalışmalarını saymazsak, sol, federasyon üzerine ve sonrasına dair doğru düzgün tartışmamış, demokratik müzakere kanallarını geliştirerek toplumu böyle bir tartışmaya ortak edememiştir. Neticede, federasyon savunusu elle tutulur bir gelecek kurgusuna tercüme edilememiştir. Buna paralel olarak, müzakere masasının bir “pazarlık” masasına dönüşmesinin ve Kıbrıslı Türklerin masada konuşulanları gazetelerden, yani hep geriden bir yerden takip etmesinin önemli nedenlerinden biri de, solun, “federasyon” söyleminin ötesinde toplumla beraber şekillendirilmiş, genelgeçer ilkeleri aşabilecek somutlukta bir ajandasının olmayışıdır.

III

Yeni kurulan partiyi değerlendirirken, yukarıdaki tabloyu göz önünde tutmakta yarar vardır. Partinin, çözüm konusunda ne sağın ne de solun söylemini doğrudan sahiplenen ama ikisini de reddetmeyen “ikili” dili, partiye, geleneksel sağın bilindik projesini çok daha rafine bir üslupla savunabilmenin ve federasyoncu solun çare olamadığı “geleceksizliğin yarattığı kaygı”yı ve olumsuz ruh halini; “meşru”, “pozitif” ve “inşacı” bir tutumla örgütleyebilmenin olanaklarını sunmaktadır. Parti, solun “federasyon” ile dolduramadığı boşluğu, “başka bir KKTC” ile doldurmaya adaydır. Öte yandan, parti programına da yansıdığı şekilde, işe koşulan “teknik” dil ve “temiz, dürüst, objektif siyaset ve yönetim” iddiası, partinin (sözde) ideolojik yüklenimlerden azade “hakikatlerin” temsilcisi gibi davranabilmesini sağlamaktadır.

Konuyu açmak için, Kıbrıs sorununa dair, parti programında ortaya koyulan yaklaşımla başlayayım. Programda, partinin, BM parametreleri zemininde yürütülen müzakere sürecine destek vereceği ve “müzakere sürecinin sonuçları ne olursa olsun” toplumun kendisini iyi yönetmesi için mücadele edeceği ifade edilmektedir. Müzakerelerin olumsuz sonuçlanması ihtimaline “ustalıkla” aralanan kapıyı bir an için bir kenara koyduğumuzda, aslında bu yaklaşıma tam cepheden karşı çıkmak için sebep yoktur. Ancak, burada sorunlu olan, yeni kurulan partinin çıkış noktasındaki sakatlık ve programın geneline yayılan restorasyoncu tavra rağmen, partiye yöneltilen eleştiriler karşısında bir sığınak olarak işe koşulan “ne o ne de öteki” (ne federasyon ne de KKTC) ya da “hem o hem de öteki” (hem federasyon hem de KKTC) iddiasıdır.

Program metni en başından itibaren, Kıbrıs’ın kuzeyindeki statüko konusunda, tartışma zeminini 1974 sonrasında Türkiye’nin askerî güç vasıtasıyla Ada’da kalıcılaşmasının doğurduğu ve beslediği fiili durumdan, devlet yönetimindeki sorunlara doğru kaydırmakta, Kıbrıslı Türkleri bu zemin üzerinde tartışmaya çağırmaktadır. Bu zemin, parti açısından düşünüldüğünde “risksiz” bir zemindir; çünkü burada mevcut durumun “ana” amiliyle “ideolojik” bir hesaplaşma içine girilmesine ya da karşı karşıya gelinmesine gerek yoktur. Zaten partinin böyle bir amacı da bulunmamakta, Türkiye’yle ilişkiler konusunda “güçlü tarihsel ve özel bağlara sahip olduğumuz müttefikimiz ve strateji ortağımız olan Türkiye ile bugün var olan ilişkilerimizin sağlıklı bir temele oturtulması” gibi bir söylem “sahiplenilmektedir”.[1] Program, hemen hemen her alt başlıkta, iğneyi de çuvaldızı da Kuzey’deki “eski” siyasetin[2] cari yönetim anlayışına batırmakta, Türkiye’nin sorumluluğunu denklemin dışına itmektedir. Dolayısıyla, “vesayet”, “işgal”, “asimilasyon”, hatta “federasyon” ve “taksim” gibi mefhumların tahlili gerekmeksizin, yaşanan sorunların “teknik” müdahaleler ve yasama yoluyla yapılacak iyileştirmeler vasıtasıyla çözüleceği varsayılmakta, ideolojinin içi boşaltılarak açılan alan, “policy” anlamındaki “politika” (eğitim politikası, sağlık politikası…) ve “hukuk” ile doldurulmaya çalışılmaktadır. Buna göre Kıbrıs’ın kuzeyindeki sorun; eski siyaset anlayışı, liyakat sisteminin yokluğu, değerler erozyonu/aşınması, yozlaşma, verilen sözlerin tutulmaması, plansızlık/vizyonsuzluk ve bunun gibi şeylerdir. Su projesi, Türkiyeli göçmenler, ekonomi politikaları gibi konularda da, diğer konularda da bu böyledir. Çözümse bellidir: liyakat, şeffaflık, adalet, yolsuzlukla ve ayrımcılıkla mücadele, yargı reformu… Olumlu çağrışımlarla dolu olan bu kavramların eşliğinde, “yeni”nin ardında gizlenen “sağın” bildik “eski” projesi daha “gelişkin” bir biçimde, daha yüksek bir “teknik” donanımla, daha “hijyenik” bir üslupla ve en azından söylemde meşruiyete (BM parametrelerine, Avrupa’yla bütünleşmeye) daha fazla önem verir gibi görünen bir tutumla parlatılmaktadır. Parti bu açıdan, Kıbrıslı Türk geleneksel sağının çözüm ve müzakere konusunda kolaylıkla “kestirip atan” ve hırçınlaşan, “anavatan” edebiyatıyla Türkiye’ye methiyeler düzen kaba yaklaşımıyla kıyaslandığında, çok daha inceltilmiş bir tavırla siyaset sahnesine girmektedir. Ancak nihayetinde, kaba bir milliyetçilikle olmasa da, milliyetçi sağla aynı projeye odaklanmaktadır. Partiyi, Kıbrıslı Türk geleneksel sağ partilerden herhangi birine indirgemek doğru olmaz; ama Kıbrıs sorunu konusunda, parti esas olarak solun değil sağın zihin dünyasına hitap etmektedir. Parti kadrolarının ikili söylemine rağmen, program, bir bütün olarak incelendiğinde, istikrarlı bir biçimde “daha iyi yönetilen” bir KKTC’nin nasıl mümkün olacağına odaklanmaktadır. “Kıbrıs Sorunu ve Çözüm Müzakereleri” bölümünde, daha evvel de belirttiğim gibi, ismiyle anılmayan federasyona kapı kapatılmasa da; metnin geri kalanının neredeyse tamamında, merkezde “kötü yönetilen KKTC”, onun anayasası ve düzeltilmeye muhtaç yasa ve uygulamaları vardır: Program, her seferinde “KKTC”den yola çıkıp, “yeni bir KKTC”ye varmaktadır. Program metni, çözüm konusunda iki farklı alternatife değil (ki zaten bir devlet, federal başka bir devletin içine “monte edilmeyecekse”, böyle bir şey sanırım pek mümkün de değil); çok ağırlıklı şekilde “restorasyon” hedefine yönelik olarak hazırlanmıştır. Üstelik hem yola çıkış noktasını hem de üzerine oturduğu zemini çok sorunlu bulsam da, partinin politika (policy) üretme konusunda hiç zayıf olmadığını söylemek de mümkündür.

Bu programın bir “seçim bildirgesi” değil de bir “vizyon” metni olduğunu ve esas olarak partinin “siyasi” tezlerini ortaya koymak gibi bir amaca hizmet ettiğini hatırladığımız zaman, yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi, partinin ana “siyasi” tezinin “KKTC’nin restorasyonu” gibi bir hedef ve motivasyon etrafında şekillendiği ortadadır. Bu yazı bağlamında, sorun sadece programın bunu savunması değil; program bunu savunurken, başka bir oy havuzuna hitap etme kaygısıyla parti kadrolarının bunu açıkça beyan edememesidir.
[1] Burada “sahiplenme” kelimesini özellikle seçiyorum; çünkü tahlilden yoksun olarak yapılan “müttefik ve strateji ortağı” vurgusu, esas olarak KKTC’nin geleneksel sağına aittir. Halkın Partisi’nde, kaba bir “Türklük”, “soydaşlık” vurgusu yoktur; fakat bunun yerine, diğer her meselede olduğu gibi daha “hijyenik” bir üslup vardır. Türkiye’yle KKTC’nin ilişkisi açıktan “soydaşlık” zemininin değil, “tarihsel ve özel” bağların üzerine bina edilmektedir.

[2] Programdan anlaşıldığına göre, Kıbrıs’ın kuzeyinde iki farklı siyaset anlayışı vardır: Eski siyaset ve yeni siyaset. Bu ikilik, pragmatik bir biçimde işe koşuluyor. “Eski siyaset” ile sağ ve sol aynı torbaya atılırken, “yeni siyaset” ile hem sağın hem de solun tabanından oy devşirmenin imkânları zorlanıyor.