Gezi ve Seçimler, Devlete Karşı bir Babil Kulesi

Tüm yeryüzü aynı dil ve sözcükleri kullanıyordu. İnsanlar doğuya doğru göç ederken, Şinar ülkesinde bir ova buldular ve oraya yerleştiler. Birbirlerine şöyle dediler: 'Haydi! Kerpiç yapalım ve onları ateşte pişirelim.' Ve taş yerine kerpiç ve harç yerine zift kullandılar. Yine şöyle dediler: 'Haydi! Kendimize bir kent ve başı göğe dokunan bir kule inşa edelim ve yerin tüm yüzüne dağılmayalım diye kendimize bir nam yapalım'.

Rab, Adem oğullarının yapmış olduğu kenti ve kuleyi görmek için yeryüzüne indi. Ve Rab şöyle dedi: 'İşte, hepsi tek bir halk oluşturuyorlar ve tek bir dil konuşuyorlar ve bu iş başlangıçtır. Şimdi hiçbir şey tasarılarını gerçekleştirmekten onları alıkoyamayacaktır. Haydi, inelim ve onların dillerini karıştıralım ki artık birbirlerini anlamasınlar!' Ve Rab, oradan onları yerin tüm yüzüne dağıttı; onlar da kenti inşa etmeyi bıraktılar.

Eski Ahit, Yaratılış 11, 1-9

Babil Kulesi efsanesi, Eski Ahit'te yukarıdaki sözcüklerle aktarılır. Efsaneye göre henüz farklı dillere ve milletlere ayrılmamış olan insan soyu, kendilerini cennete eriştirecek bir kule yapmak için hep birlikte çalışmaya başlar. Bunu gören Tanrı, tek bir dili konuşan ve kendi içinde bölünmemiş olan bu toplumun onun hükmünden çıkacağını fark eder. Dillerini karıştırarak onları çok sayıda kavme böler ki artık birbirlerini anlamasınlar, Tanrı'nın tekelinde bulundurduğu cennete ulaşmak için ancak birlikte hareket ederek inşa edebilecekleri kenti inşa edemesinler, kulluktan kurtulamasınlar.

Bu alıntıdaki Tanrı/Rab kelimesinin yerineDevlet kelimesini koyalım. (Doğrunun ve yanlışın, haramın ve helalin ne olduğunu belirleyen günümüz devletinin yeri tam da Tanrı'nın yeridir.) Hikaye tanıdık gelecek. Az bir zaman önce biz de cennete kendi ellerimizle hep beraber ulaşmak gibi bir yola girmiştik. Bizim Babil'imiz Gezi'dir.Türkiye'nin yıllardan beri ısrarla bölünen halkları Gezi'de tek bir halk oluşturdular, tek bir dil konuştular. Ve Rabb'in efsanede söylediği, Devlet'in de gayet iyi bildiği gibi, Gezi'de ulaşılan birlik/bölünmemişlik hali ve ortak hareket etme becerisi gerçekten de daha başlangıçtı.

Gezi ağırlıklı bir şekilde hükümete karşı baş gösteren bir hareket olarak okundu; Gezi'nin içindeki pek çok kişi de AKP'nin yozlaştırdığı devlete karşı Kemalist devlet nostaljisiyle harekete katıldılar. Bununla beraber, katılımcılar durumun farkında olmasalar bile, ortaya koyulan eylem Gezi Direnişi'ni basit bir hükümet karşıtlığından öteye geçirdi; toplumu şekillendirme hakkını kendinde gören ulus-devleti ve halkla siyasal iktidar arasında bir hendek işlevi gören temsili demokrasiyi sorgular bir noktaya taşıdı. Eksik de olsa, kısa sürmüş de olsa, Türkiye halkları Gezi sürecinde kendi kendilerini temsil ettiler, kendi siyasetlerini bizzat kendileri yaptılar ve lidersiz, merkezsiz bir şekilde meydana gelmiş olan siyasi oluşumu yönettiler.
Gezi Başbakan tarafından ısrarla kendini sandıkta ispatlamaya davet edildiyse bunun yegane sebebi AKP'nin en güçlü olduğu alanın sandık olması değil. Gezi eylemcileri evlerine dönmeye davet edilirken Başbakan Kazlıçeşme'de Gezi kitlesiyle yarıştırılan bir kalabalığı kendi sahnesi etrafında topladı ve temsili demokrasinin kurumları dışında siyaset yapılamayacağını, siyasi partiler ve seçimler ekseninde yürümeyen bir siyasetin meşru olmadığını ifade etti. Erdoğan'a göre Gezi'nin meşru olabilmesinin yolu tıpkı Kazlıçeşme'de olduğu gibi güçlü bir lidere iradesini teslim etmesinden ve bu liderin seçimlerde Erdoğan'ı yenmesinden geçiyordu.

Bu söyleme göre halkın kendi kendini ifade etmesi ve yönetmesi gayrımeşrudur - çünkü devletin var olma sebebi halkı halk adına yönetmek ve halkın ruhunu vücuda getirmek, onu en yüce şekilde ifade etmektir. Erdoğan'ın Kazlıçeşme'de devlet adına konuştuğunu söylemeye gerek var mı? Sandıkta buluşmak demek, kendi kendini ifade edenve siyasallaşan toplumu yeniden temsiliyet çarkına sokmak; muhalefeti yeniden Türkiye'nin yetersiz ve çürümüş siyasi yapılarına mecbur kılmak demekti. Bu davetin kabul edilmesi temsili demokrasiyi işlevsizlikten kurtardı, devlete inandırıcılık kazandırdı. "Seçimse seçim" dendiği andan itibaren Gezi'nin ortaya koyduğu siyasi irade, reklamcıların yürüttüğü kampanyaları aracılığıyla Gezi'yi temsil ettiğini iddia eden partilere devredildi. Toplumsal muhalefetin kendisi ise evlere dağıldı ve tartışmaları twitter başından izlemeye koyuldu.
 

Temsili demokrasi alanına geri dönülmesi, toplumsal muhalefeti taşıyabilme iddiasında olan yeni siyasi partilerin oluşumunu beraberinde getirdi - bunlardan en çok bilineni ve en umut vaat edeni HDP idi (olmaya da devam ediyor). Ancak bu yapılar da derinlemesine örgütlenmeye gitmek yerine seçimleri bir aciliyet olarak kabul ederek yarışa girdiler. Gezi'nin "bileşenleri" örgütlenirken herhangi bir bileşenin dışında kalan ve toplumsal muhalefetin belkemiğini oluşturan örgütsüz kitlelere ulaşılamadı. Partilerin sınırlı imkanları kısa süre içerisinde azami miktarda oy toplamaya yöneltildiği için yeni bir siyaset çerçevesi çizilemedi.

"Acilen" seçimler için çalışılmaya başlanan Gezi-sonrası ortamda, temsili demokrasinin kurumlarının yetersizliğinden çok daha vahim olan durum, bu kurumların Gezi'nin bir süreliğine ortadan kaldırdığı ayrışmayı birebir yansıtan kurumlar olmasıydı: kemalistlerin partisi, faşistlerin partisi, Kürtlerin ve "liboşların" partisi. "Sandık" adını verdiğimiz, mutlak ve denetimsiz iktidarı dört yıllığına birine devretmek ve bir daha ondan hesap soramamak anlamına gelen bir sistemde siyasal partilerin kimliklere göre tanımlanmış olmasıve hiçbirinin kendi kimliğinin ötesinde bir siyaseti ikna edici bir şekilde sunamaması ayrışmayı kaçınılmaz kıldı. Toplumsal muhalefetin barındırdığı çeşitlilik böyle bir seçimde sadece çatışma anlamına gelebilirdi, öyle de oldu. Sadece Türkiye için değil, bölgenin geneli için umut arz eden çoğulluk, özellikle de Kürtlerle Türkler arasında biraz olsun oluşmuş duygudaşlık; devletin gergin geçmesi için üst düzey çaba sarf ettiği belediye seçimleri sürecinde yok oldu. Düşmanlıklarımızı yeniden hatırladık, ortak dilimizi kaybettik. Yenildiğimiz nokta tam olarak burası. Hâlâ devam eden bu "dillerin karıştırılması" sürecine karşı koyamazsak bundan sonra yıllarca ayrı ayrı, her birimiz kendi köşemizde, Gezi'yi hatırlayacağız.

30 Mart yerel seçimlerinden sadece üç gün sonra RTE'nin cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunu tartışmaya başlaması bu yenilgiyi teyit ediyor. Devlet toplumsal muhalefetin mutlaka sandığa odaklanmasını istiyor. Yalnızca yarattığı demokrasi hülyasından dolayı değil, halkların birliğini böldüğü, derinlemesine örgütlenmeye ve reklam malzemesinin ötesinde siyaset üretmeye fırsat bırakmadığı için sandık ve seçimler; bugün toplumsal muhalefete karşı devletin elindeki en önemli silah. Bu silahı kullanmaya devam edecekler.

Geride bıraktığımız seçim son şans olmadığı gibi bundan sonrakiler de son şans değil. Hayatımızın her alanına, yatak odalarımıza, kişisel hesaplarımıza, mutfağımıza ve kül tablalarımıza girmiş bir iktidarla nasıl baş edeceğimizi düşünmediğimiz sürece bunların hiçbiri şans değil. En güçlü şekilde kendimizi gösterdiğimiz anda bizi yeniden kendi kurumlarına, oy için birbiriyle didişen siyasi partilere, Pazar günü gidilen seçim sandıklarına hapsetmeyi başaran bir devletle karşı karşıyayız. O sandıklardan çıkacak hiçbir sonuç tek umudumuzun sandık olmasından daha kötü olamaz.