Postmodern Bir İktidar Yöntemi Olarak “Kayyım”

İngilizcede bir deyiş vardır, Türkçe karşılığı mealen “hasara hakaret eklemek” (“adding insult to injury”). Yakın dönemde hayatımıza giren kayyım olgusunu gayet özlü bir şekilde ifade ediyor bu deyiş. Belediyelerin ya da gazetelerin tasfiyesi yetmiyor; tüzel kişiliği ve hatta kimi çalışanları baki kalan bu kurumlar, onlara el koyanların hizmetine sokulup muhalif olageldikleri bir siyasetin gönülsüz ev sahipliğine mecbur ediliyorlar. Zaman gazetesi, örneğin, başına getirilen bir kayyım tarafından aynı isimle yayımlanmaya devam ediyor ama içerik Anadolu Ajansı’ndan farksız. DBP’li belediyelerin de içine atanmışlar yerleşip seçilmişlere nazire yapıyor. Bütün bir kuruma sanki “hack” edilmiş bir sosyal medya hesabı muamelesi çekiliyor.

Alışılagelenden farklı bir iktidar biçimiyle karşı karşıyayız. Kaba bir teşbihle, modern hükmetme biçimi döverek yola getirmek ise, bu “postmodern” diyebileceğimiz yöntemde iktidar şahsı bizzat kendi eliyle tokatlayarak katmerli cezalandırıyor -hem canını yakıyor hem de onu aşağılıyor. Ya da başka bir teşbihle, açlık grevini kırmanın modern yöntemi grevcinin iradesini zayıflatmaya çalışmak (örneğin, yemek kokularıyla tahrik ederek) veya onu icabında ölüme terk etmekse, postmodern yöntemde hortum vasıtasıyla zorla besleyerek hayatta tutmak (Guantanamo’da uygulandığı üzere), bedeni sahibine rağmen yaşatmak tercih ediliyor.

Muhalif kurumları bir rakip, hatta düşman, ama yine de bir özne olarak muhatap alan tanıdık iktidar tarzına kıyasla bu yeni tahakküm yöntemi kendine biat etmeyen kurumları bir vantrolog kuklası misali nesneleştirerek (ya da zombileştirerek) “hasara hakaret ekliyor”. Ya da Tanıl Bora’nın “Kayyım” başlıklı yazısında kavramın etimolojisini anlatırken isabetle belirttiği üzere kişiye atanan vasi ile mala atanan kayyım arasındaki çizgi silikleşerek o kurumlara reşit olmayan birey muamelesi yapılıyor. Bu yüzdendir ki Zaman gazetesi ya da DBP’li belediyelerdeki kayyım uygulamasındansa gazetenin ya da partinin doğrudan kapatılması yeğdir. Zira kayyımda gaddar bir alaycılık, bir muktedir muzipliği var: Seni devre dışı bırakmakla kalmayacağım, bunu üstelik senin adını, binanı, web siteni ve hatta çalışanlarını kullanarak yapacağım.

Yaratıcı ve hin olmakla birlikte bu siyaset tarzının sürdürülebilirliği şüpheli. Örneğin, Zaman gazetesinin kayyım deneyimi kısa soluklu oldu; zaten bir süredir matbu varlığı olmayan gazete yakın bir zaman önce sanal âlemden de silindi. DBP’li belediyelerdeyse ilk fire verildi ve Doğubeyazıt belediye meclisine atanan kayyımlardan biri istifa etti. Belediye meclislerinde verilen mücadele[i] medyadakinden (ya da holding ve üniversitelerdekinden) farklı bir seyir izleyecektir haliyle. Zira en fazla bir sonraki yerel seçimlere kadar mühleti var. Gerçi yurt çapındaki OHAL gibi, bu olağanüstü “hukuki” tasarruf[ii] da uzatılıp bazı il ve ilçelerde seçimler ertelenirse hiçbirimiz bu saatten sonra şaşıp kalacak değiliz herhalde. O noktada, meşruiyetini seçim sandığının kutsallığı üzerine inşa etmiş bir iktidarın içine düştüğü durumun ironisinde bulacağız teselliyi -daha doğrusu züğürt tesellisini.



[i] Söz konusu belediyelerin çoğunlugu DBP’li olmakla birlikte kayyım atananlardan üçü AKP’li, biri de MHP’liydi. AKP’nin şimdilik darbe girişimi sonrası parti içindeki yegâne aleni Cemaat hesaplaşması örneği bu bildiğim kadarıyla.

[ii] Birikim Güncel’de yayımlanan “Bakur Belediyelerinde Müstemleke Yönetimi” adlı yazısında Tuncay Şur haklı olarak Kürt nüfusunun yoğun olduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde “olağanüstü” halin her daim “olağan” olageldiğini, hakiki demokratik koşullarda gerçekleşmiş yerel seçimlerin istisnadan ibaret olduğunu, 15 Temmuz sonrası TC’nin fabrika ayarlarına geri döndüğünü tespit etmiş. Bu tespite katılmakla birlikte kayyım uygulamasının müstemleke yönetiminin modern tahakküm biçimlerinden (tehdit, suikast, ofis bombalama, parti kapatma, vb.) farklı, postmodern bir yanı olduğunu düşünüyorum.