Bir Başka Kuşak: E, Bir Başka Öcalan
Gezi’nin birinci yıldönümünde çoğunlukla Gezi’yi anan yazılar okuyoruz. Metinlerin çoğunda ana tema, iktidarın gençleri anlamaması. Hadi iktidar anlamıyor, ama kim anlıyor? Nasıl oldu da “Gezi’de Kürtler neredeydi?” diye soran eylemciler, evvelsi haftaki depremden sonra “Deprem oldu, Kürtler nerede?”, “Deprem oldu, Sırrı Abe nerede?” diye kendi kendileriyle dalga geçebildiler? Nasıl bir araya gelebildi Gezi’de Atatürk’le Abdullah Öcalan? “Terörist elebaşı Apo”, hâlâ herkes için ‘bebek katili’ mi? Hepsini cevaplamak güç olsa da, sonuncusu için biraz didinebilirim.

GENÇLER VE BAKILMAYAN DEDELER

Türkiye’nin genç nüfusuyla öne çıkan bir ülke olduğu, dön dolaş anlatılıyor, iktidarın ve muhalefetin kesiştiği ender noktalardan biri olabilir bu. Ancak gençler çoğunlukla, bir üretim faktörü olarak görülüyor: “Genç nüfusuyla Türkiye, dinamik bir ekonomiye sahip.” Ve fakat öyle olsa keşke siyasi liderler için, zira 1950'lerde doğan hükümet temsilcileri 1990'larda doğanları “zapt edemiyor”, muhalefet de bu rüzgârları kendine nasıl çevirir bilemiyor, iktidarı da çalıştığı yerden vurmaya çalışıyor: “O bayrak neden indi Başbakan? Kim bunun sorumlusu?” Keşke yıl 2014 değil de 1994 olsaydı, bu emekler de boşa gitmeseydi. Zira bu gibi konularda dönen tartışmayı yürüten siyasetçiler, apartman yöneticisi olmuş emekli albay gibi eğlence konusu oluyor, zapt edilemeyen “çoluk çocuğa”. Aşırı yaş farkı ve 13 milyona yaklaşan genç nüfusun yanı sıra, bu nesil bir kuru kalabalık değil. Artık tecrübeleri olan, yaşanmışlıklar biriktiren bir nesil, sokakta kendine güvenini kazanan. Tecrübeleri örneklerken “bölücülük” yapacak olursak, bugünün Kürt gençleri bu deneyimi çok daha erken yaşlarında, 2006’da Diyarbakır’da başlayan ve tüm bölgeye yayılan olaylarda yaşadılar. Bugün hâlâ 18 yaşın altında olup televizyonlar da “PKK’nın kaçırdığı çocuklar” diye sunulan çocuklar, bugün hâlâ davaları süren 2006’nın Berkin’lerinin yaş grubunda: 2006’da 7 yaşındayken öldürülen Enes Ata yaşasa 15, 9 yaşında öldürülen Abdullah Duran 17 yaşında olacaktı. 2006 Serhildanlarına katılmış Kürt çocuklarının daha erken yaşta kazandığı deneyimi, Gezi’ye katılan Batılı gençler biraz daha geç de olsa kazandılar. Ta-ta-ta-tam: Kalabalıklar ve tecrübeliler. Peki, siyasi amcalar bu konuda neredeler? Gezi, hiç beklemediği yerde, hiç beklemediği zamanda vurdu iktidarı. İnşaat projeleriyle zenginleşen ve en azından bir kesimi zenginleştirebilen, memleketi tekstil diyarından dev bir şantiyeye dönüştürebilen iktidar, ekonomik krize de denk gelmeyen, hem de ülkenin senelerce bir numaralı sorunu olan Kürt meselesinde birkaç adım atıldığı bir zamanda vuruldu. Ölümlerin olmadığı, ekonominin iyi gittiği bir dönemde “arpasını suyunu eksik etmedikleri gençler” nasıl böyle bir işe girişebilirlerdi? Olsa olsa “ihanet” olurdu bu. Oysa bu ‘görece iyi’ durumda büyüyenlerin talebinin bir tık ilerisi olması da gayet normal. Taleplerin artması ve iktidarın özgürlüklerde “arzı daraltması” bir yerde bir patlamaya yol açacaktı haliyle, 28 Mayıs’ta biber gazı sıkan şuursuz da sebebi oluverdi. Talebi arttıran koşullardan biri de, Türkiye’nin Kürt meselesinde 90'lı yıllardaki rezaleti aşabilmesi. Bugün “Bingöl’de operasyon: 15 PKK'lı ölü ele geçirildi, 3 şehit” haberi görünce kanalı değiştiren, ölüm haberlerini sıradan kabul eden değil; her bir can için işi gücü bırakıp sokağa çıkabilen bir kitle varsa, biraz da bu yüzden var. Ne olduğunu henüz tam olarak bilemesek de çözüm süreci, iklimin yumuşamasını sağlayanlardan. Gerçi çözüm süreci ne zaman başladı, ne kadar sürecek, şimdi ne durumda neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. İsmi var cismi yok, adı var içeriği yok. “Devletle örgüt görüşür mü?” gibi suni tartışmalardan sonra buraya gelmek de mesafe sayılabilir aslında, bu sadece kavga dövüş toplumunda. Öyle veya böyle, bugünün masanın bir ucunda da Abdullah Öcalan var.

MESELA BİR ÖRNEK: ABDULLAH ÖCALAN

Peki, Abdullah Öcalan kim? Kimin için kim? Bugün televizyonlarda bağırıp çağıranlar, gazetede sütun kapatanların hepsi için PKK lideri, bunlardan büyük çoğunluğu için terörist başı, bölücü, bebek katili. Ama çözüm sürecinin getirdiği yumuşama sonucu olacak, sürekli “İmralı canisi” diye hitap eden Bahçeli hariç hiç kimse eski defterleri açmıyor. Eski defterler demişken, kim ne kadar ve nasıl hatırlıyor? Bu sorunun cevabı, bu yeni kuşağın algısına örnek teşkil edebilir. TÜİK’in verilerine göre, 2013’te Türkiye nüfusunun %16.6’sı 15-24 yaş arasındaki gençlerden oluşuyor. Doğum yılı olarak baktığınızdaysa 1990-1998 arasında. Abdullah Öcalan 16 Şubat 1999’da tutuklandı, İmralı’da 15. yılını doldurdu. 15 yıl şöyle bir zaman: 1996’da doğan çocuklar şimdi liseden mezun oluyorlar ve bu gençlerin hiçbiri televizyonda kurşunlanmış bebek görmedi, 1994’te doğup şimdi üniversiteye girenlerinse Öcalan’ın İtalya’dan iadesi için yapılan “Makarnanıza kan damlatmayın” reklamlarını hatırlaması pek mümkün değil. İşte bugün asıl kalabalığı bu kitle tutuyor, “Vatanı böldürmeyiz” diyenler değil. Öcalan’la ilgili de bu 15 yılda değişen şeyler var. Artık kamptaki gerilla kıyafetli orta yaşlı bir lider değil, halkına avukatları veya kardeşleri aracılığıyla ilettiği mesajları, yazdığı kitapları, Nevruz’da okunan mektuplarıyla ulaşmaya çalışan, “görünmeden görünen” bir lider artık Serok Apo. O kadar görünmedi ki İmralı heyetiyle çektirdiği fotoğraflar basına verildiğinde, beyaz saçlı ve gülen Öcalan çoğu kişi için bir şoktu adeta. Peki ya 15-24 yaş aralığı? O fotoğraf basına verilmese ve 65 yaşındaki Öcalan’ı otobüste görseler muhtemelen yer vermemek için uyuyor taklidi yapıyor oluyorlardı. İşte daha çok onlar, Abdullah Öcalan’a bölücü diye küfretmekten çok bölücülükle ilgili caps yapıp “Pardon, bölüyorum ama” diyorlar, gözlüklü ve gülen Abdullah Öcalan fotoğrafının altına “Devrim yapalım mı?” yazıp birbirlerine gönderiyorlar. Bu Öcalan’la, fotoğrafının altına “İsmet ketıla bassana gelirken” yazılan Atatürk’ün portrelerinin Gezi’de bir araya gelmelerinin, gençleri rahatsız etmemesinin muhakkak bir ilgisi var. Hapishane koşullarından ötürü “görülemeyen” Öcalan, Türk ve Kürt gençlerinin algılarında, “görülmüş olan” ve daha da önemlisi “gösterilmiş olan” Öcalan’dan biraz daha farklı bugün. 20 sene evvelinin 20 yaşındaki Türk çocukları, bugünün 20 yaşındaki Türk çocuklarından muhtemelen çok daha fazla rahatsız oluyordu Öcalan imajından. İnci’de capsleri yapılan bir lider artık Öcalan, diğer parti liderleri gibi. Kürt gençlerinde de bir farklılık var. Onlar için “Serok Apo”, artık biraz daha “Sayın Başkan Abdullah Öcalan” Onla kurulan ilk ilişki, aynı fizik mekânı paylaşmak mümkün olmadığından, kitaplarını okuyarak onu anlamak, mektuplarını ve açıklamalarını takip etmek. Daha çok İmralı bilgesi o. Beri yandan yeni Öcalan ve yayınlanan kır saçlı, kazaklı pozu bu yeni dönemin özeti gibi. Son olarak 2014 Nevruz’unda açılan “Ya Müzakere Ya Savaş” pankartının yanında iki Öcalan da vardı. “Ya Savaş”ın yanında kamuflajlı ve genç Öcalan, “Ya Müzakere”nin yanında kır saçlı güleç Öcalan. İlk Öcalan’ı bugünün liselileri, yeni üniversitelileri pek görmediler, şimdi yeni yeni ikincisine alışıyorlar. İlki bir kuşağın gözünde caniydi, ikincisi başka bir kuşak için barış önderi. Haliyle çözüm süreci de Öcalan’ın algılanışını değiştirmiş durumda. Geçtiğimiz hafta, Kadıköy’de Öcalan’a özgürlük amacıyla yapılan imza kampanyasına yönelik saldırı, basının ve siyasetçilerin o çok kullanışlı dilleriyle, “münferit” kaldı. Hatta çözüm süreciyle beraber çok fazla Öcalan-Mandela benzerliği kuran yazı da okuduk. 2014 Nevruz’unda mektubunda “barış önderliği” tanımı kullanıyordu Öcalan, bugün tam olarak da o yerde duruyor ve durduğu da görülüyor; “münferit” saldırıları gerçekleştirenler, tape furyasına kapılıp Öcalan’ın sorgu görüntülerini yayınlayanlar görmese de, görmek istemese de. Uzun hapishane yılları Öcalan’ı yaşlandırdı, ama onunla birlikte ona ‘bölücü elebaşı’, ‘bebek katili’ diyenler de yaşlandı. Fark, Öcalan’ın kendini 2014’e yakıştırmayı başarırken, diğerlerinin hala ilçe milli eğitimin düzenlediği bayrak konulu şiir yarışmasında derece almaya çalışan ilkokul öğrencileri gibi davranmasında.

ÖZET GEÇİYORUM

“Devlet büyüklerimiz” beğensin veya beğenmesin, yeni bir kuşak çıkıyor meydana. Bu kuşak farklı şartlarda büyüdü, kendine has algılamalara sahip. Bugün Abdullah Öcalan bir terörist elebaşından çok, çay içen Devlet Bahçeli kadar mizah malzemesi yapılabilecek bir lider, Mustafa Kemal’in değil Mustafa Keser’in askerlerine göre. PKK’ya katılanlar da teröristten çok hakkını arayanlar: Nevruz’da polis kolunu kırdığı için PKK’ya katılan çocuğu görünce empati kurabiliyor bu kuşak. Çünkü o da aynı polisten yedi dayağını, İstanbul’un göbeğinde. Gezi deneyiminden sonra kendisi de bir anda “terörist” oluveren bu kadar genç, bir daha devletin vurduğu hangi “terörist” yaftasına ne kadar inanır, o da ayrı bir muamma. İşte tam olarak da bu yüzden hükümet “Diyarbakır Belediyesi önünde PKK’dan çocuklarını isteyen aileler” konulu, çocukları dağa kaldıran PKK haberleri yaptırmaktan, bilmem nerede indirilen bir bayrak üzerine uzun uzadıya konuşup saatlerce televizyonları kilitlemekten vazgeçmeli. Çünkü yeni bir kuşak ve onun kendine özgü yeni algıları var. Dün dünde kaldı cancağızım, artık yeni yalanlar söylemek lazım.