Zihni Dalgalandıran Bir Üstat

 

Bence asıl mesele, gidişatın iyileşeceğine dair ümit vermekten ziyade, gerçekliğe hayali ama ikna edici bir alternatif sunarak zihnimi, dolayısıyla okurun zihnini sarsarak, bugün yaşadığımız hayatın insanların yaşayabileceği tek hayat olduğu yolundaki tembelce, ürkek düşünme alışkanlığından kurtulmak. Bu atalet, adaletsizliğin kurumlarının sorgulanmadan kalmasına imkân veriyor (U. K. Le Guin, Zihinde Bir Dalga, s. 203).

 

 

Le Guin, Zihinde Bir Dalga’nın “Benim Kütüphanelerim” parçasında, okuma eylemini şöyle kelimelere döker: “Kelimeler okyanusuna dalmak, aklın geniş tarlalarında aylak aylak dolaşmak, muhayyile dağlarına tırmanmak…” (s. 38). Cümlenin üzerini biraz kazıdığım, biraz da aklımdakileri kattığımda, iyi bir okuma deneyimi için, iyi bir kitabın ve yazarın, “kelimeleri, aklı ve hayal gücünü” maharetli kullanabilmesi gerektiğini söyleyebilirim.

Le Guin’in, tam da yukarıdaki nedenlerden ötürü iyi bir yazar olduğunu düşünüyorum. Bunların ötesinde de, iyi bir hoca olduğunu.  Çünkü, Zihinde Bir Dalga’yı, “Nasıl yazılır?” sorusuna sadık kalarak okuduğumda, Le Guin’in nasıl yazdığına/iyi yazılacağına, düşündüğüne/düşünüleceğine (salt bir kurgu yazarı gibi değil), bir düşünür ve hoca gibi cevap verdiğini görüyorum. Bu çerçevede, Le Guin’in, diğer insanların istismarı (örneğin s. 25), kelimelerin ritmi (örneğin s. 71-96), orijinallik (örneğin s. 91-100), öznellik-nesnellik (s. 103-117) ve buna benzer konulardaki yazarlık tavsiyelerini meraklısına bırakarak, Le Guin’in düşünürlüğünün ve hocalığının daha belirgin olduğu meseleler ile devam etmek istiyorum.  

Le Guin kitaptaki parçalarında, “nasıl yazılacağını, düşünüleceğini ve öğretileceğini” ve bunları bizzat nasıl yaptığını, kâh kendi deneyimlerini aktararak kâh bunları “soyutlayarak ve evrenselleştirerek” kâh diyeceğini evirip çevirmeden doğrudan söyleyerek yapar. Ve biz de onun söylediklerine, yazdıklarına ve kendisine dair dile getirdiklerine bir düşünüre, bir hocaya kulak verir gibi kulak verdiğimizde şu çıkarımı yaparız: İyi bir yazar, deneyimlerine (özellikle de “mühim” olanlara) kulak verebilmeli, onları soyutlayarak, evrenselleştirerek okuyucusuyla diyaloğa girebilmeli ve bunu teknik olarak da iyi bir şekilde kaleme dökebilmelidir. Buna eleştirel-politik bir aklın ve olağandışı bir hayal gücünün eşlik etmesi gerektiğini açıkça dile getirmese de Le Guin’in düşünmeye ve hayal gücüne verdiği önem şu sözlerinde ziyadesiyle açıktır: “Hayal gücü temel bir düşünme yolu, insan olmanın ve insan kalmanın esaslı bir aracıdır. Zihne ait bir alettir (190). Le Guin’in düşünme pratiğinde hayal gücü temel bir taştır ve tam da bu nedenle metinleri birçok kaynaktan beslense de (örneğin Kızılderili Amcalardan, s. 23-35, örneğin “Woolf, Dickens, Tolstoy, Shelly”den, s. 91), orijinaldir. Bu orijinalliği, sosyal bilimcilerin de dikkatini çekecek şekilde pekiştiren ise, yazarın aklının hem eleştirel hem politik olmasıdır. Sadece Zihinde Bir Dalga’daki parçalarda bile rahatça izini sürebileceğimiz bu eleştirel-politiklik, zaten halihazırda, yazarın kurmaca metinlerinde (örneğin Mülksüzler, Dünyaya Orman Denir, Karanlığın Sol Eli’nde) fazlasıyla aşikârdır. Le Guin’in düşünme metodunun olmazsa olmazları hayal gücü ve eleştirel-politik bir akıl, malum her (iyi) yazmak isteyende bulunmaz. Bu yüzden Le Guin okumak, yazarın tüm cömertliğine rağmen iyi yazar olma manueli değildir. Yine de Le Guin’in, “Nasıl (iyi) yazılır?” sorusuna verdiği cevaba dair çıkarımımla ya da Le Guin’in sunduğu yazma metodunun iki önemli bileşeniyle devam edeyim.

Le Guin’in metinlerini takip ederek, iyi yazmanın birinci anahtarıyla, yani deneyimler ve aktarımı meselesi ile başlayayım ve Le Guin’in tikel deneyimlerimizdeki ortaklıkları nasıl evrenselleştirebildiğini göstermeye çalışayım. Bu noktada da sözü öncelikle Le Guin’in yaşlanma deneyimiyle, gençliği ve güzelliği düşündüğü “Köpekler, Kediler, Dansçılar: Güzellik Üzerine Düşünceler” (s.142-151) yazısına bırakayım. Le Guin der ki: “Gençler gerçekten de güzeldir. Hepsi de güzeldir. Yaşlandıkça bunu daha iyi fark ediyorum ve hoşuma gidiyor.” (s.146). Gerçekten de öyle. Kırklı yaşlarımın başındayken ve nedense güzellik, yaşlanma, estetik, vb. gibi mevzular üzerinde otuzlarıma nazaran daha fazla düşünürken, Le Guin bana, gençlerin çok güzel olduğunu fısıldayıverdi. Aslında aşikâr olanı kelimelere döküverdi. Devam edeyim bir başka kişisel olanla. Üniversiteye hazırlık sürecinin bir kısmını, bir taşra kentinin “il halk kütüphanesi”nde geçiren ve hâlâ kütüphane seven birisi olarak, Le Guin “Benim Kütüphanelerim” başlıklı kısa parçasını (s. 35-39) birkaç kez okudum. “Büyük bir kütüphane özgürlüktür,” diyen, kütüphaneleri ve dolayısıyla kitapları sevinçle özdeşleştiren ve bu sevinç “özelleştirilmemeli” diyen Le Guin yine duygularıma tercüman oluverdi (s. 38). Yani, evet gerçekten de öyle, kitaplara ve hâlâ halkın olan her şeye tutkuyla sahip çıkılmalı.

Farkındayım, yaşlılık üzerine tek düşünen, kitapları ve kütüphaneleri tek seven ben değilim; güzellik, beden, düşüncenin özgürlüğü ya da kamu/kamusallık mevzularında deneyimleri çerçevesinde tek yazan da Le Guin değil. Bunları düşünen, fark eden, farklı metinlerde okuyan, yazanlar var biliyorum. Ama Le Guin yahut bir başkası kadar “bu” deneyimlere odaklanmamış, bunları dillendirmeyi düşünmemiş ya da bunların peşine başka metinlerde düşmemiş bir Le Guin okuru olarak, bu parçaları okurken benim aldığım, bir dostla, bir hocayla ya da bilge birisiyle (yaşlı ya da tanış olması gerekmez) yapılan; ortaklaştıran, yol gösteren, rahatlatan, düşündüren ve merak ettiren cinsten bir muhabbetin tadı. Bu muhabbetin ve tadının aslında en mühim yanı ise, anlık olmamasında, öylece tüketilememesinde gizli benim için. Çünkü ancak böylesi bir muhabbet, örneğin bu yazıya vesile oluverir. Woolf’u, Tolstoy’u, Dickens’ı, Borges’i, Twain’i ve daha nicelerini okumak ya da tekrar okumak istetir. Ya da birazdan aktaracağım alıntıyı okuyunca, birkaç gün akılda hikâye anlatma meselesiyle, iyi anlatının yarattığı neşeyi düşünerek, koca bir gülümsemeyle insanı ortalıkta gezdirir:

“Mark Twain’in mizahını bir çocuğun anlayabilmesi, Twain’in dille oynama biçimiyle, büyük bir ciddiyetle söylenen saçmalıklarda, harikulade kelime seçimiyle yakından alakalı. Kulübeyi palamutla doldurmaya çalışan mavi alakarganın hikâyesini ilk okuduğumda az kalsın ölüyordum. Yerde zevkten dört köşe olmuş bir halde debelenmiştim. Şimdi bile o mavi alakargayı düşündüğümde huzurlu bir neşe kaplıyor içimi. Ve hani derler ya, bütün olay anlatma şeklinde yatıyor. Hikâye, hikâyeyi anlatma şeklinin ta kendisi” (s. 68-69).

Uzatmayayım. Bu bölümün meselesine döneyim: Le Guin’in, önemli deneyimlerini ayırt etmiş, bunlar üzerinde düşünmüş ve bunları “soyutlayarak evrenselleştirebilmiş” olması, iyi yazar olmasının ve aslında iyi bir yazar olmanın ilk anahtarıdır. Tabiidir ki, herkesin her önemli, tikel deneyimi ve bunlara eklemlenebilecek evrensellik okunmaya değer metinlere yol açmaz. Le Guin’in metinlerinin (kurmaca ya da değil) değeri, bize göre farklı bir coğrafyada, dilde, ailede, mekânlarda, kitaplarda doğmuş, yaşamış, düşünmekte ve yazmakta olan bir düşünürün, bunlara içkin deneyimlerini zengin bir hayal gücü ve eleştirel-politik aklıyla hikâyelere dönüştürebilmesinde yatmaktadır. Gelelim deneyim ve aktarma meselesine eşlik eden ikinci anahtara, yani kelimeleri maharetle kullanma ve bunları teknik olarak da maharetle kaleme dökme meselesine.

“Teknik” mevzusu aslında muğlaktır. Şöyle ki: Kelimeleri maharetle kullanmak dilbilgisi, semantik, leksikoloji, vb. bir bilgi birikimini gerektirir. Bunun için çok okumak, düzenli olarak yazmak, çok yazmak, iyi bir eğitim almak gerekir [Le Guin, okumanın ve yazmanın önemini zaten yazar olmak isteyenlere de bizzat önermektedir (s.119)]. Ve Le Guin her birinin hakkını fazlasıyla vermiştir. Çünkü kütüphanelerin tadını daha on yaşına gelmeden tatmış, kütüphaneleri ve dolayısıyla kitapları “cennet, özgürlük ve sevinç” ile eş tutmuştur (s. 35-38). Hayatındaki iki önemli kitaptan birisinin “sözlük” olduğunu bize söylemiştir -hatta düşünmeye/yazmaya kelimelerin anlamlarından başladığını (s. 55-56). Radcliff ve Columbia üniversitelerinde edebiyat okumuş ve çokça yazdığını kurmaca ve kurmaca-dışı metinleriyle bize halihazırda göstermiştir. Dahası, cinsiyetçi oldukları bizzat Le Guin tarafından (bir akademik makale tadında) tartışılan prestijli edebiyat ödüllerinden bazılarını, birden çok kere kazanmıştır (s. 118-129). Yani, Le Guin pek tabii olarak iyi bir dilbilimci ve edebiyatçıdır;  Le Guin’in yazmayı teknik olarak bildiği aşikârdır. “Saygın” edebiyatçıların edebî bulmadığı fantastik ve bilimkurgu romanları yazan Le Guin’in metinlerinden, çok da güzel bir edebî tat alınmasının bir sebebi işte bu teknik olarak iyi yazabilme becerisidir. Ancak biliyoruz ki, bu tür bir teknik hakimiyet, edebî bir kitabı/yazarı okumak ve onu hayatımızda özel bir yere koymak için yeterli değildir. Nitekim bunların hepsini yerine getiren çoğu yazar adayı, sayısız yazar ve kitapla dolu dünyamızda muhtemelen yitip gitmektedir. Esas “teknik” beceri, aklı ve hayal gücünü kullanarak düşünmeyi bilmek, bu düşünme sürecinden çıkan hikâyeleri kelimelere, “teknik” olarak maharetle kaleme dökebilmektir. Çünkü, düşünmeyi bilmeyen, sıradan bir hayal gücüne sahip, eleştirellikten ve politiklikten mahrum bir yazara (aslında herhangi birisine) ne kadar eğitim, kitap ve hatta deneyim sunsanız da oradan iyi bir yazar çıkmayacaktır.

Sonuç olarak, Le Guin’in “yazar ile okur arasındaki … anlaşma” tespitinin doğruluğuna ve anlaşmanın şartlarının “çok ama çok değişebil[eceğine]” dair tespitine tamamen katıldığımı belirterek (s. 116), kitaptaki parçaların, burada dile getirdiklerimden çok daha fazla ilginç noktayı barındırdığını ve bundandır ki okuyucusunun deneyimlerine, sorularına ve merakına fazlasıyla duyarlı metinler olduğunu düşündüğümü söylemem gerekir. Bu sebeple, ufacık tefecik pürüzlere rağmen Zihinde Bir Dalga’nın üzerinde titizlikle çalışılmış, birden fazla çevirmenin emek verdiği bir kitap olarak Le Guin’in yazma/düşünme hattını bilmek ve yazmak isteyenler için değerli bir metot kılavuzu mahiyetinde olduğunu düşünüyorum.[1] Dahası, derlemenin, bir sürü merak uyandırıcı hikâyenin peşine düşmek ve zihni dalgalandırmak için özenle hazırlanmış bir metin olduğu kanaatindeyim.  

 

U. K. Le Guin (2017). Zihinde Bir Dalga, Metis, İstanbul, 2. Baskı.

 



[1] Le Guin’in kurgu romanlarında izlediği metodu (diyalojiklik ve disiplinlerarasılık), farklılık ve eşitlik temaları çerçevesinde analiz ettiğim bir yazı için bkz. Eğilmez, D. Burcu (2015). “U. K. Le Guin için Farklılık ve Eşitlik: Diyalog, Diyalojik Roman ve İnterdisiplinerlik”, Monograf, 4, s. 144-167.