Türkiyelileşme Politikasının Sonu mu?
Cuma Çiçek

HDP/Yeşil Sol Parti Türkiyelileşme politikasından vazgeçebilir mi? Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM) tarafından 8 Temmuz 2023 Cumartesi günü Diyarbakır’da düzenlenen “Kürtler Ne Yapmalı?” başlıklı toplantıda öne çıkan başlıklardan biri de Türkiyelileşme politikasıydı. Mayıs seçimlerinde ortalama dört seçmeninden birini kaybeden ana-akım Kürt siyaseti içerisinde başlayan tartışmalar, siyasi partiden öteye sivil toplum aktörlerini de içerecek şekilde sürüyor.

Yazının başındaki soruya cevap verebilmek için öncelikle Türkiyelileşme politikasının ne olduğuna cevap vermek gerekir. Zira, kavram her ne kadar yaygın bir şekilde kullanılsa da farklı aktörler farklı anlamlar biçiyorlar. Bu farklı anlamlardan öne çıkanlardan üçünü burada ele alıp, işaret ettiği siyasetin vazgeçilebilir olup olmadığını tartışmak istiyorum.

Barış ve entegrasyon siyaseti

Türkiyelileşme her şeyden önce barış ve entegrasyon siyaseti demek. Türkiyelileşme söylemi 2013-2015 Çözüm Süreci içerisinde öne çıktı. Kürt meselesine barışçıl çözümün arandığı bir bağlamda ortaya çıkan HDP Türkiyelileşme ile esas olarak barış siyasetini ve entegresyon siyasetini temsil ediyordu.

Kürt sokağı açısından barış siyaseti ağır bedeller ortaya çıkaran çatışmaların sonlanması, Kürtlerin dağdaki, zindandaki ve sürgündeki çocuklarına, kardeşlerine, abilerine ve ablalarına kavuşmaları demekti. Öte yandan entegrasyon siyaseti kendi kimliklerini koruyarak Türkiye’deki sosyo-politik ve sosyo-ekonomik hayata dahil olmaları anlamına geliyordu.

Buna karşın, Türk sokağı açısından barış siyaseti PKK’nin silahsızlanmasını ifade ediyordu. Entegrasyon siyaseti ise toprak kaybı kaygısının sonlanmasıydı.

Kürt meselesinin çözümünü Türkiye sınırları dahilinde ve demokratik-barışçıl yollarla arayan HDP’nin ne barış siyasetinden ne de entegrasyon siyasetinden vazgeçme şansı yok.

Ana-muhalefet hareketini yaratma

Türkiyelileşme siyaseti bir yönüyle de Türkiye ölçeğinde mevcut politikalardan rahatsız olan farklı kesimlerin koalisyonunu sağlayıp %15-20 bandında güçlü bir muhalefet hareketi yaratmayı temsil ediyordu. Türkiyelileşme bu anlamda bir yönüyle Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe tarafından 1980’lerin ortasından itibaren geliştirilen “radikal demokrasi” yaklaşımının Türkiye bağlamındaki karşılığına denk düşüyordu.

Radikal demokrasi özetle sınıf, etnisite/ulus, din/mezhep, toplumsal cinsiyet gibi farklı dinamikler etrafında ortaya çıkan eşitsizliklere itiraz eden farklı toplumsal grupların siyasi talep, beklenti ve arzuları arasında denklik kurarak bir hegemonik siyasi hareket yaratmaya işaret ediyor.

Radikal demokrasi bu anlamda bir yanıyla ana-akım Kürt siyasetinin ulusal meseleden öteye dertlerine işaret ediyor. Başka bir ifadeyle yerelliğinden öteye evrensel yüzüne gönderme yapıyor. Öte yandan radikal demokrasi ana-akım Kürt siyaseti açısından bir ittifak siyaseti öneriyor.

1960’lı yıllardan bu yana Kürtler dışında Kürt davasına sahip çıkan yegâne siyasi geleneğin Türkiye sosyalist/komünist hareketi içinden çıktığını not etmek gerekir. Bugün de ne yazık ki sadece Türkiye sosyalist ve komünist hareketinin kimi bileşenleri ile belki de bugünün solu olarak değerlendirilebilecek kimi feminist hareketler Kürtlerin eşitlik ve özgürlük taleplerini görüyor ve Kürtlerin mücadelesine omuz veriyorlar. Sınıf, toplumsal cinsiyet, ekoloji gibi evrensel iddiaların ana-akım Kürt siyasetinin daha ilk yıllardan bu yana kurucu bir dinamiği olması, Kürt sokağının ihtiyaçlarına işaret etmesi bir yana HDP’nin zaten çok sınırlı olan bu destekten vazgeçme ve yalnızlaşma lüksü yok.

Batıdaki Kürtleri içerme

Her ne kadar çok fazla konuşulmasa da Türkiyelileşme siyaseti bir yanıyla da metropoller başta olmak üzere Kürt coğrafyasının dışında yaşayan Kürtleri içermeyi ifade ediyor. Zira, HDP’nin toplumsal desteğinin yaklaşık yarısı batıda yaşayan Kürtlerden geliyor. Örneğin 2018 seçimlerinde, HDP’nin 11 batı metropolünde aldığı oylar 20 Kürt ilinden aldığı toplam oydan daha fazlaydı.

Kabul etmekte fayda var; bugün batıda yaşayan Kürtler Diyarbakır’a, Batman’a, Mardin’e dönmeyecekler. Dolayısıyla ana-akım Kürt siyaseti Kürtlere dönük siyasetini inşa ederken, Diyarbakır’da yaşayan Kürtler kadar İstanbul, İzmir, Antalya gibi büyük metropollerde yaşayan Kürtlere hitap etme, bu Kürtlerinin sorunlarını içerme gibi bir imtihanla karşı karşıya. Nitekim, 1991-2014 dönemi arasında %6,5 bandını aşamayan ana-akım Kürt siyaseti, 2014 sonrasında %12-13 oyları esas olarak metropollerdeki genişlemesine borçlu. Bu genişlemeyi sağlayan da esas olarak barış ve entegrasyon siyaseti, yani Türkiyelileşme siyasetiydi. Zira, barış ve entegrasyon siyasetinin gündelik hayatta en fazla dokunduğu Kürtler metropol Kürtleriydi.

Bu noktada ana-akım Kürt siyasetinin iki ana, 7 alt coğrafyaya sahip olduğunu hatırlatalım. Fırat’ın batı yakasında HDP’nin üç alt-coğrafyası var: (1) metropoller, (2) Kürtlerin bir tür teritoryal azınlık olduğu İç Anadolu bölgesindeki kimi küçük yerleşim yerleri ve (3) diğer iller.

Fırat’ın doğu yakasında ise HDP’nin dört alt-coğrafyası var: (1) HDP’nin %50 üstü oy aldığı, en yakın rakibine en az %15-20 fark attığı ve bu anlamda hegemonik bir siyasi güç olduğu iller, (2) karşısında hegemonik bir gücün olduğu ve bu anlamda güçlü bir muhalefet hareketi olduğu iller (3) birbirine denk iki ya da üç hegemonik güçten biri olduğu iller ve son olarak (4) Kürt coğrafyasının batı çeperinde kalan, kültürel olarak Kürt ancak politik olarak Kürt olmayan iller. Örneğin Adıyaman’a gündelik hayat Diyarbakır’dan belki daha fazla Kürtçedir. Ancak burada Kürt kimliği sosyopolitik mobilizasyonda dikkate değer bir kaynak işlevi görmez.

Fırat’ın doğu yakasında çoğunluk olan Kürtler, batı yakasında azınlıklar. Ayrıca, HDP Kürt coğrafyasında özellikle hegemonik bir güç olduğu ya da hegemonik denge gücü olduğu illerde oyun kurucu bir aktör. Öte yandan, HDP batı metropollerinde politik anlamda bir azınlık hareketi. Zira, ortalama %10 bandında oy alıyor. Bu sahalarda en iyi ihtimalle oyun bozucu bir aktör olarak konumlanabiliyor. Buna karşın oyun kurucu bir aktör olma gücü yok.

Özetle, HDP’nin sahip olduğu farklı siyasi coğrafyaları Türkiyelileşme siyasetini, Diyarbakır toplantısında Dr. Bülent Küçük’ün kullandığı ifadeyle bir “zorunlu tercih” haline getiriyor.

İtirazlar ve İmtihanlar

Yukarıdaki hatırlatmalar, Türkiyelileşme siyasetine dönük itirazları değersizleştirmiyor. Ayrıca HDP’nin karşı karşıya kaldığı imtihanları görünmez kılmıyor. Türkiyelileşme konusunda Kürt sokağında yükselen itirazlardan ve bu anlamda ana-akım Kürt siyaseti için kaçınılması imkânsız imtihanlardan öne çıkan birkaçını hatırlayabiliriz.

İlk olarak, kent çatışmalarında barışa sahip çıkamayan HDP bundan sonra barış siyasetini nasıl sürdürecek? Bu konuda sadece Kürt sokağında değil aynı zamanda Türk sokağında umudu ve daha da önemlisi güveni nasıl inşa edecek?

İkinci olarak, Kürtler Türklüğe asimile olmadan Türkiye’nin ekonomik, politik ve kültürel hayatına nasıl entegre olacak? Entegrasyon konusunda itirazlar zayıf olsa da asimilasyon konusundaki kaygılar ve korkular büyük. Bu konuda HDP somut olarak Kürtlere ne öneriyor? Bu konudaki siyasi programı ne?

Üçüncü olarak, Türkiye genelinde %15-20 bandında oy alan bir muhalefet hareketi yaratmak Kürt meselesinin çözümünü nasıl sağlayacak? 600 üyeli bir parlamentoda 80 değil de 120 üye sahibi olmak stratejik olarak ne tür bir farklılık ortaya çıkaracak? Türkiye’de idarenin, siyasetin ve ekonominin bu derece merkezileştiği bir ortamda temsil alanındaki kısmi genişleme nasıl bir yol açıcı rol oynayacak?

Dördüncü olarak, etnik/ulusal eşitsizlikler ile sınıf, toplumsal cinsiyet, din/mezhep gibi farklı toplumsal yarılmalar arasında denklik nasıl kurulacak? HDP’nin bugüne kadar yürüttüğü siyaset bu denkliği ne kadar kurabildi? Bu konuda ana-akım Kürt siyaseti içerisinde yıllarca emek harcamış insanların yapıcı itirazları tek başına bu konuda bir yenilenme ihtiyacını olduğunu gösteriyor.

Beşinci olarak, ana-akım Kürt siyaseti ittifak politikasının sınırlarıyla yüzleşebilecek mi? Zira, Türkiye sosyalist ve komünist hareketiyle kurulan tarihsel ilişkiler kıymetli olsa da bu grupların toplumsal temsil güçlerinin sınırları ortada. Ayrıca orta ve uzun vadede bu sınırların genişleyebileceği alanlar da çok geniş değil. 1990’lı yıllardan kurulan Halkın Emek Partisi’nden (HEP) bu yana kurulan ittifakların sağladığı genişleme ve Türkiyelileşme ortada.  Bu deneyim gelecek yıllara dair öngörüde bulunmayı da sağlıyor. Bu noktada HDP “radikal demokrasi” perspektifle bir bileşen partisinden öteye geçip farklı toplumsal yarılmalara aynı anda hitap eden bir kitle partisine dönüşebilecek mi? Daha çık bir ifadeyle bileşen hukukunu aşabilecek mi?

Altıncı olarak, en son Mayıs 2023 seçimlerinde görüldüğü gibi bu grupların parti içinde ve parlamentoda güçlerinin çok ötesinde bir temsil alanına sahip olması sadece Kürt sokağında itirazların yükselmesini sağlamıyor, ayrıca bu gruplarla kurulan ilişkileri zedeliyor, bugüne kadar Kürt siyasetine kattıklarını da değersizleştiriyor. Bu noktada, HDP bileşenleri siyasi güçlerine denk bir temsil alanına çekilebilecek mi?

Son olarak, HDP bir azınlık hareketi olduğu batı metropolleri ile bir hegemonik güç olduğu Kürt coğrafyasını aynı anda içermeye çalışırken stratejik dengeyi ikincisinin lehine yeniden kurabilecek mi? Bu dengenin kurulması durumunda Türkiyelileşme siyaseti bir kriz meselesinden çıkıp 2014 sonrası büyüme dalgasını korumayı ve son yıllardaki gerilemeyi tersine çevirmeyi sağlayabilir.