“Kardeşim…, adamsın!”
Kerem Ünüvar

Günlük hayatımızda, yeni yeni peyda olan bazı kavramların, kelimelerin ve bu kavram ve kelimelere dair vurguların muhasarası altındayız. Her dönemin, kendi içinde yankılanan, biçimlenen kelimeleri var. Bizden önceki kuşakların, bizim ve bizden sonrakilerin diline yansıyor, anonimleşiyor, ne zaman kullanılmaya başlandıklarını dahi unutuyoruz çoğu zaman. Kavram ve kelimelere dair zaten bu tür “kök” takibimiz olmadığı için hep varmış, hep oradaymış gibi düşünmeden, kodlayıp kullanıyoruz. Oysa bu kavram ya da kelimelerin hiçbiri o içinde yaşanılan dönemden, en önemlisi o dönemin ruhundan bağımsız değil; bağımsızlaştırılmış da değil. Belki küçük küçük not ederek, üzerlerine düşünerek bazı sonuçlara ulaşmak mümkün olabilir; belki bu sonuçlara bakıp içinden geçtiğimiz dönemin siyasal bakiyesine dair bazı tespitlere ulaşmak da söz konusu olabilir.

Toplu taşıma araçlarının cep telefonları vasıtasıyla birer büyük ev içi, aynı zamanda birer özel alan gibi kullanıldığı vakıa. Pek çok insan bu rahatlıkla kimi zaman mahrem sayılacak meseleleri uzun uzun, tadını çıkara çıkara cep telefonlarıyla konuşuyor; şahidiz bu konuşmalara, çakallığı da, nezaketi de, edepsizliği de sürekli duyuyoruz, bunları kayda geçirmek zorunda kalıyoruz. Kendi irademizden bağımsız olarak şahidiz, mecburuz. Sadece yüksek ses, alçak ses mevzuu değil, onunla sınırlı da değil. “Dinlemeye mecbur muyum?” “Evet mecbursun, kendi telefonumla konuşuyorum”! Adabı muaşerete dair bir tartışmaya girmenin gereği yok, faydası da yok. Yaşlı amcalar gibi dırlanmaya da gerek yok. Ama şahit ya da mağduru olduğumuz bu telefon konuşmalarında ilgi çekici bir kavram var, şöyle böyle bir 10 senedir defalarca kulaklarımızın etrafında çınlamış olan:

- “Kardeşim!”

Daha evvelden bildiğimiz, yazılı haline de alışık olduğumuz bir “kardeşim” hitabı değil bu. “Bak şöyle anlatayım canım kardeşim” ya da “bir dakika dinle güzel kardeşim”deki gibi değil. Başka türlü söyleniyor: “Merhaba Ahmetciğim”deki gibi de değil; öyle bir yakınlık tınısı taşıyor ki, karşıdaki insanın kendi kardeşiyle konuştuğunu sanmak işten bile değil. Öyle candan…ve elbette erkekçe/erkeksi bir “kardeşim”; aynı karşılaşıldığında tokalaşıp öpüşmek yerine kafa tokuşturmak gibi… Bir riya, bir yapaylık da taşıyor. Kulak kabartıyorsunuz, kendi kardeşiyle değil iş yaptığı toptancının kalfasıyla konuştuğu anlaşılıyor. “Kardeşim, nasılsın?”daki aşırı-yakınlıktan “o şerefsiz patronuna söyle”ye geçişte herhangi bir anormallik görülmüyor hitabın sahibi tarafından.

Gerçi “kardeşim,…” konuşmalarının çoğu konuşmanın gidebileceği sert patikalara girişleri hızla kapatan bir etkiye sahip. Sana o kadar candan “kardeşim” diyen insanın üçüncü cümlede bu hitabın ardından bir işi çözmek, kazanç çemberinin içinde olduğunuzu göstermek, anlayışla karşıladığını ve anlayışla karşılandığını bilmek gibi bir rahatlığı vardır – en azından şahit olduğumuz konuşmaların çoğu bu minval üzere devam ediyor. 

Buna eşlik eden “kardeşimsin” kipinden devam edebiliriz biraz daha etraflı izah etmek için: Yani “seninle aramızdaki yakınlık adeta kan bağı gibidir”… Yani daha konuşmanın en başında öylesi bir yakınlık, candanlık zemininde konuşuyoruz. Buna göre birbirimize söyleyeceklerimizi ve söyleyemeyeceklerimizi de daha baştan belirlemiş oluyoruz. Aslında samimiyetsizliğimiz için çok samimi bir sınır çizip, burada konuşacağız diyoruz. İyi… Her iki taraf da memnun bu durumdan, kimsenin bir şikayeti yok. Samimiyet, candanlık gırla gidiyor. Bakıyoruz Sözcü okuyan da, Zaman okuyan da, Milliyet okuyan da, Cumhuriyet ya da Star okuyan da aynı şekilde kullanıyor “kardeşim”i. Demek o arada bizim kaçırdığımız bir şey oldu, biz yine geç kaldık; bir yerlerde “milletçe birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan günler”den hızla “herkesin kardeş olduğu” bir zamana geçildi. Ama diğer taraftan kimsenin bir diğerine tahammülü yok, sadece kendisinin dağıtma şartlarını takdir ettiği “kardeşim” sıfatını taşıyanlarla sürdürdüğü bir “aile” hayatı var; dayanışma ilişkisinin sadece aileyle sınırlandığı bir ufka işaret ediyor. Acaba?

Ama dediğimiz gibi o kadar gerçek-dışı bir hal ve tavırla seslendiriliyor ki, o da değil; bu kadar lakayt, bu kadar bol keseden kardeşlik mi olur? Biraz delikanlı, biraz abi, biraz denk, biraz samimi, biraz mütehakkim, biraz racona uygun, biraz ataerkil, biraz babadan mesafeli… Tam sağcı gibi değil, ama solun kaldıramayacağı kadar ciddiyetsiz… bir de hitabın sonuna “adamsın…” diye bir ek yapılıyor ki, evlerden ırak…

Yapıyorlar canım kardeşim, gerçekten yapıyorlar bunu…