Çözüm Süreci ve '90'lara Dönüş
Cuma Çiçek

Barış süreci, çözüm süreci derken, hükümet ve PKK tarafından yapılan açıklamalara bakılırsa ateşkesten öteye elde pek bir şey kalmamış gibi.

Öncelikle bir hususun altını çizmek gerekir: Kürt meselesinde “toplumsal barış” uzak ve oldukça da zor bir hedef, hatta bir iki kuşak bile gerektirebilir. Ama siyasi bir çözüm yakın zamanda mümkün, yeter ki doğru yollar izlensin, sağlıklı bir diyalog ve müzakere mekanizması ve süreci işlesin. Zira, iki yüzyıldan fazla bir mazisi olan; en az yüz bin insanın yaşamına mal olan; derin sosyal, ekonomik, mekânsal ve en önemlisi insani yıkımlar/enkazlar yaratan bir meseleyi hak ve özgürlükler temelli, eşitliği esas alan bir çerçevede çözmek, yani toplumsal barışı tesis etmek öyle kolay değil. Bu eşitlik yasalarla kurulsa bile, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel yaşamı dönüştürmek, kolektif hafızalara kazınmış yaraları sarmak eşitliği deneyimlemiş en az bir kuşak yetişmeden çok zor. Özetle, ortada bir barış sürecinin olmadığını, barışın yolunu açabilecek bir çözüm süreci olduğunu ve barışın değil ama çözümün önemli bir krizle karşı karşıya kaldığı, “askıya alındığı” söylenebilir.

'90'lara dönüş mümkün mü?

Çözüm sürecinin askıya alınması ya da Abdulkadir Selvi’nin tabiriyle “sürecin yönetimiyle ilgili bir ‘check and balance’ yani yeni bir denge ve fren mesafesinin ayarlanması” ve son bir ayda yaşadıklarımız ‘90’lara dönüş tartışmalarına neden oldu. Uzun yıllar sonra uygulanan sokağa çıkma yasağı, polisin yetkilerini artıran yeni yasal düzenlemeler, en uzun süren MGK toplantısı, Bingöl’de emniyet müdürüne dönük suikast girişimi ve sokak ortasında yaşanan infazlar gibi ‘90’lı yıllara ait görüntüler doğal olarak kolektif hafızayı aktifleştirdi.

Bununla beraber Türkiye’nin ‘90’lara dönmesi çok zor. Bir kırılma olacaksa ‘90’lara dönülmeyeceği, bundan ziyade Kürt meselesinin çok daha çatışmalı bir mecraya kayacağı çok açık. En az beş nedenden ötürü. Şöyle ki;

Değişen Jeopolitik Denklem

İlk olarak, bir ulus-ötesi ve uluslararası sorun olan Kürt meselesinin jeopolitik denkleminin ‘90’lardan çok farklı olduğunu hatırlatmak gerekir. Zira dört devletin siyasi egemenliği altında yaşayan Kürtler Irak’ta ABD desteğiyle federe bir devlet kurdular. Bu yapı lŞİD’in Musul’u ele geçirmesiyle birlikte Kerkük’ü de içine alacak şekilde genişledi ve ABD’nin yanı sıra Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya gibi ülkelerden doğrudan askeri destek alabilecek ölçüde uluslararası alanda kabul edildi.

Ötesi, bu birinci jeopolitik dalgayı Suriye Kürdistan’ı Rojava’da kurulan kantonlarla ikinci jeopolitik dalga izledi. IŞİD’in Kobanê’ye saldırısı sonrası dünya genelinde Kürtlere ve PKK’nin Rojava’daki kardeş örgütü YPG (Halk Savunma Birlikleri) ve YPJ’ye (Kadın Savunma Birlikleri) dönük oluşan ilgi Türkiye’nin Kürt meselesini kendi ulusal sınırları içinde tutmasını neredeyse imkansız kıldı.

Son olarak, Şengal saldırısı sonrası PKK güçlerinin Şengal’den Kerkük’e kadar farklı alanlara destek amaçlı gitmesi, yine Pêşmergelerin Kobanê’ye geçişleri ve YPG-YPJ ile birlikte IŞİD’e karşı savaşmaları farklı devletlerin siyasi egemenliği altında yaşayan Kürtlerin iç ilişkilerinde yeni bir sayfanın açıldığının açık göstergesi. Üstelik HPG’nin Irak Kürdistan bölgesinde, Pêşmergelerin de Türkiye Kürtleri tarafından coşkuyla karşılanması, Kürtler arası buluşmanın sadece siyasi parti ve hareketler düzeyinde değil, bundan çok daha önemli olan halk düzeyinde de olduğunu gösteriyor.

Değişen Ölçek ve Yeni İletişim Ağları

İkinci olarak, Kürt meselesinin jeopolitik denkleminin yanı sıra Kürt sosyo-politik mobilizasyonunun da önemli oranda ulus-ötesi ve uluslararası bir ölçeğe taşındığı görülüyor. Kobanê için Diyarbakır’dan Mahabad’a, Hewlêr’den (Erbil) Paris’e, Washington’dan Roma’ya uzayan eylemler, meselenin ölçeğinin ulusal sınırlardan öteye taştığını gösteriyor. Üstelik internet ve sosyal medyanın mümkün kıldığı yeni iletişim ağları, sınır-ötesi ve küresel ölçekteki farklı sosyo-politik mobilizasyonların çok hızlı bir şekilde buluşmasını, bütünleşmesini ve sinerji yaratmasını mümkün kılıyor.

“Başka bir kuşak geldi, sorunun konumunu değiştirdi”

Üçüncü olarak, çok dile getirilse de tekrar hatırlatmakta fayda var; yeni bir Kürt kuşağıyla karşı karşıyayız. “Savaş kuşağı”, “fırtına kuşağı” olarak adlandırılan, çatışmalı dönemin çoklu mağduriyeti içinde; barınma, beslenme, eğitim, sağlık ve çalışma gibi en temel ekonomik ve sosyal haklardan mahrum; devlet şiddetine dair kolektif hafızayla büyümüş bu yeni genç Kürt kuşağı ‘70’ler, ‘80’ler ya da ‘90’lar kuşağı değil. Özetle, önceki kuşakların Ankara ve Batı yakası ile kurdukları ilişkiyi ezilmişlik psikolojisi ve entegrasyonist eğilimler belirlerken, yeni kuşağın Ankara ile ilişkisinin oldukça zayıf olduğunu ve Batı yakasına haklılık ve öfke üzerinden baktığını belirtmek gerekir. Özetle J. P. Sartre’ın F. Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri adlı eserine yazdığı önsözde vurguladığı kuşak değişimi Kürt alanı için de büyük oranda geçerlidir: “Başka bir kuşak geldi, sorunun konumunu değiştirdi”.

Kentli ve Kurumsallaşmış Kürt Hareketi

Dördüncü olarak, 90’lardan farklı olarak bugün Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ve Halkların Demokrasi Partisi (HDP) tarafından temsil edilen anaakım Kürt hareketinin ‘90’lara oranla önemli ölçüde kentlileştiğini ve kurumsallaştığını not etmek gerekir. Zorunlu göç süreci ve 1999 yılında başlayan Kürt yerel yönetim deneyimi bu dönüşümün en önemli iki dinamiğini oluşturuyor. Anaakım Kürt hareketi bugün yerel yönetimlerden sivil toplum alanına, sendikal mücadeleden toplumsal hareketlere geniş bir alanda örgütlü durumda. Bu örgütlülük, kentleşme politikalarından medya çalışmalarına, kadın hareketinden gençlik hareketine, toplumsal alandan kültürel alana kadar oldukça geniş bir sahayı kaplıyor.  

Genişleyen Mekân...

Son olarak, ‘90’lardan farklı olarak tam da bu kentlileşme ve kurumsallaşmanın getirdiği bir mekânsal genişlemeden bahsetmek gerekiyor. Anaakım Kürt hareketi bugün ‘90’lara oranla çok daha geniş bir alanda Gramsciyan anlamda bir hegemonik güce dönüşmüş, toplumsal rızayı üretip sürdürebildiği mekânı dikkate değer oranda genişletmiştir. Bu genişlenin en önemli göstergesi hiç kuşkusuz yerel yönetimlerde hakim olduğu alanların sayısı ve büyüklüğü. Anaakım Kürt hareketi 1999 yılında içinde bir büyükşehir olmak üzere altı il merkezinde seçimleri kazanırken, 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde üçü büyükşehir/bütünşehir olmak üzere 11 ilde seçimi kazanmıştır. Yine 6-8 Ekim 2014 tarihlerinde gerçekleşen Kobanê eylemlerinin mekânsal dağılımına bakıldığında, ‘90’larla kıyaslanmayacak ölçüde geniş bir alanda, birçok ilde sokağa çıkma yasağı ilan edilmesine gerekçe olabilecek yaygınlıkta ve en önemlisi aynı anda gerçekleşen bir sosyo-politik mobilizasyonun olduğu görülüyor.

Özetle, Türkiye devleti ve toplumunun ciddi bir toplumsal meydan okumayla karşı karşıya olduğu çok açık. Bu meydan okumaya ‘90’lara dönerek cevap vermek mümkün değil. Öte yandan demokratik ve barışçıl yollar dışındaki yolların otuz yıllık çatışmalı dönemin gösterdiği üzere herkese kaybettireceği de bir sır değil. Bu nedenle, ‘90’lar defterini kapatıp yeni sayfalar açmak gerekir...