Hangisi En Beterdi?
Tanıl Bora

Epeydir, ‘90’lara dönmekten konuşuluyor. Döner miyiz, çoktan döndük mü? Ne olursa olsun, artık ‘90’ların karanlığına dönmek imkânsız mı? Yoksa daha beteri mi bekliyor bizi?

Yaşı tutanlar, bir evvelini de biliyorlar: ‘80’li yıllar, 12 Eylül rejimi… Tarih bilenler, daha eski zamanların kâbuslarına da aşinadırlar. Ama bu üç devrin gamı kasaveti, tecrübelerini birbirine devrederek, şimdinin güncelliğinde düğümleniyor. Teraziye koysak, 12 Eylül’ü, '90'ları, şimdiyi… hangisi daha ağır tartar?

12 Eylül, açık tedhişti. Öldürdüğü, işkenceden geçirdiği, hapsettiği insan sayısı, onu 20. yüzyılın sayılı faşist rejimleri arasına sokar. “Masum” vatandaşları da merasimli, nutuklu otorite taliminden geçirmeye çalıştı. Gün boyu susmayan cızırtılı hoparlör gibiydi. İnsanlar pek ‘coşkulanmadılar’ buna, daha çok korkudan uydular – veya konformizmden. İşte tam da buradan bir ışık hûzmesi düşüyordu bu zifirî karanlığa. Kötülük çıplaktı, gönülleri fethetmiş görünmüyordu; “devran döner” ümidi, nefes alabiliyordu.

'90'ların kâbusu, evvela, hemen o on yılın başında, 12 Eylül’ün yol açtığı tahribatın onarılacağı ümidinin sönümlenmesiyle başladı. 12 Eylül, hem yasal düzenlemelerle hem ruhen rektifiye edildi. Ana gerekçesi, bir savaştı bunun: “düşük yoğunluklu anti-terör” savaşı, Kürt savaşı... '90'ların bugünkü şöhreti, açık savaş dönemi olmasından geliyor. Gayrı nizamî harp unsurlarıyla beraber psikolojik harp aygıtının da fazla mesai yaptığı bir dönem. '90'ların bu açık şerrine ilaveten, yeni bir şer güç girdi devreye: 12 Eylül idaresine itiraz etmemekle, boyun eğmekle yetinmiş pasif kitle desteği, artık daha “katılımcı” bir karaktere büründü. Devlet ve iktidar, eski resmiyetçi buyurganlıklarından büsbütün sıyrılmamakla beraber, modern “halkla ilişkiler” teknolojilerine de el atıyorlardı. Piyasa toplumuna dönüşmenin müktesebatı, milliyetçi histerinin pop kültür cilveleriyle renklenmesini sağlıyordu. '90'ların iklimi, 7/24 linç atmosferidir.

‘90’ların şerrinin daha kısa özeti var aslında: “Son arzum: Kürt anasını görmesin” fıkrasının (bilenler bilmeyenlere anlatsın) gerçek olduğu dönemdir. “Kürtler”le “Türkler”in iklimlerinin değiştiği dönem. Türklerin çoğu, '90'larda Kürtlerin kâbusuna bigâneydiler;  2010’larda bu bigânelik, Kürtlerin “normal” düş görmeye başlamaları karşısında bir hınca döndü. Bugünün bir şerri de memleket saat ayarlarındaki bu farklılık değil mi?

İktidar teknolojisinde ‘90’larda kat edilen modernleşme, AKP iktidarı döneminde çağ atladı. Özellikle ilk devrelerinde, rıza üretim kabiliyeti olağanüstü gelişmiş bir iktidar performansıdır bu. Gönül çelme, akıl karıştırma mahareti yüksek... ‘90’larla yapılan mukayeselerde hep konuşuluyor ya; o vakit malumat gizli, perdeliydi, bugün sosyal medya tufanı içinde açık saçıktır – fakat şimdi, “neye inanacağını bilmek” zor! Hegemonya dediğimiz ‘şeyin’ sırrı, biraz da burada mı?

AKP iktidarının özellikle hegemonya kabiliyetiyle temayüz ettiği evrede, 12 Eylül’ün “mertçe” kötülüğünü veya ‘90’ların açık cephelerini buna tercih ettiğini söyleyenler oluyordu. Hegemonyayla baş etmek zordur; bunun ikrarı da vardı –hâlâ da vardır– böylesi tepkilerde. Muhalifin dönüp kendine bakmasını gerektiren bir açmaz. “Yine yenil, daha iyi yenil” ahlâkıyla da mazur gösterilmesi zor bir teslimiyet…

AKP iktidarının saldığı korku ve kabartığı öfkede, o kabiliyetli hegemonyanın “belden aşağı” yöntemler kullanarak kurulmasının da payı var. “Şarklı” bir hegemonya neticede, köklü bir sağcılık geleneğinin ve daha da köklü bir “devlet geleneğinin” müktesebatıyla tesis ediliyor. Dahası, şu son yıllarda, hegemonyanın yerini açık otoriter, diktacı bir “üslûba” bırakmasının alametleri var. Daha doğrusu, hegemonya becerileriyle otoriter, faşizan bir yönetim tekniğinin bazen git gelli, alacalı bir “sentezi”. Veya, bir kombinasyon, bir tür işbölümü: “ötekiler”  arasında hegemonyaya teslimiyet gösterenleri zimmi hukukuyla kucaklamak (http://www.birikimdergisi.com/guncel/basbakan-kendine-bir-millet-seciyor), teslimiyet göstermeyenlere karşı “gerekeni sonuna kadar yapmak”.

Baştaki yoklamaya dönelim. 12 Eylül, '90'lar, bugün; hangisi en beteri? Sıralama o kadar önemli değil galiba. Tartıda ikinci veya üçüncü çıkması, bu üç devirden herhangi birini ‘kurtarır’ mı? Hem, üç devrin üst üste gelmesinin yıldırıcı etkisini göz ardı etmek mümkün mü? Hele üçünün de üzerinden geçtiği kuşaklar için.

En az üç kuşağı hırpalayan müteselsil tecrübe, bu tecrübelerden geçenlere müteselsil sorumluluk yüklüyor. Galiba eksik kalan da şu: mukayeselerden öğrenmek; büyük dönüm noktaları etrafında trajik “kopuş” manifestolarıyla kendini coşturmaktansa, devamlılıklara ve kopuşlara diyalektik akılla ve sebatkâr gönülle eğilmek. Bir de işte şu hegemonya denen ‘şeye’ daha dikkatli bakmak.