Masallar ve Dengbejlerin Filmleri: Sesime Gel ve Annemin Şarkısı
Cem Mert Dallı

Sayıları hızla artan Kürt yönetmenler, Kürtlerin özellikle ‘90’lı yıllardan itibaren yaşadığı toplumsal sorunları farklı açılardan ve farklı bağlamlar içerisinde sinemanın olanaklarını kullanarak anlatıyorlar. Hüseyin Karabey’in Sesime Gel ve Erol Mintaş’ın Annemin Şarkısı isimli filmleri de, geçtiğimiz bir ay içerisinde gösterime giren ve Kürtlerin hikâyesini kendi dillerinde, içeriden anlatan iki değerli yeni yapım. Ekonomik sorunlar nedeniyle 6 yılda tamamladığı ikinci projesinde Hüseyin Karabey, bir dengbejin ağzından, jandarmanın oğlunu serbest bırakması için olmayan silahın peşine düşen bir nine ve torununun hikâyesini konu ediyor. Annemin Şarkısı ise başka türlü bir arayışın hikâyesi: Göç etmek zorunda bırakılan bir anne ve oğlun, çok katlı binalarla çevrelenmiş bir kentin içine sıkışan hayatları ve olmayan bir dengbej kasetinin peşinden geçmişi, geldiği toprakları ve kaybedilenleri arayışını işliyor Mintaş.

Sesime Gel’in yönetmeni Hüseyin Karabey ile 3 yıl kadar önce bir söyleşi için bir araya geldiğimizde, Kürtlere dair hâkim algıları ve stereotipleri yıkmaya duydukları ihtiyaçtan, en sıradan rutinleri dahi batıdaki seyirciye anlatmanın gerekliliğinden bahsetmişti. Uzun yıllar boyunca düşük zekâlı, eğitimsiz ve bozuk bir Türkçe’yle konuşan insan tiplemeleriyle yansıtılan, mekânsal ve toplumsal ayrışmaların sonucunda karşılaşmalarla değil bu tür rivayetlerle kurulan Kürt algısını değiştirmek, “hikâyeyi tersine çevirmek” için uğraştıklarından söz ediyordu.

Kürt yönetmenlerin filmlerinde benzer konu başlıklarını dert edinmelerinde, Karabey’in bahsettiği bu motivasyonun yanı sıra ele aldıkları sorunların güncelliğini korumasının ve bu içeriğin alanını genişleterek farklı anlatım teknikleriyle sunma çabalarının önemli bir payı var. Annemin Şarkısı ve Sesime Gel; göç, anadil yasağı, savaş gibi Kürt sorunundaki ana başlıkların dışına taşarken, ses-kimlik ilişkisi, kentleşme ve mekânsal aidiyet problemi, masal ile gerçeklik arasındaki bağ, yaşanmışlığın dengbej anlatıları üzerinden edebiyata ve kolektif hafızaya etkisi gibi meseleleri tartışmaya da olanak sağlıyor.

Toplumsal sorunları işleyen filmlerin gerçek ile kurgu arasında salınan hikâyeleri kimi zaman bir masalları andırıyor olsa da, hem Sesime Gel hem de Annemin Şarkısı, seyirciye söylemek istediklerinin önemli bir kısmını iki fabl üzerinden öykülendirerek aktarıyor. Kaybettiği kuyruğuna bir çare arayan tilkinin masalı, Sesime Gel’de dengbejin dilinden anlatılan hikâyenin içinde kendine yer bulurken, Annemin Şarkısı’nda açılış ve kapanış sahnelerinde tavus kuşuna benzemeye çalışan karganın öyküsüyle karakterlerin hayatları arasındaki paralellik dikkat çekiyor. Karakterler masal kahramanlarıyla özdeşleşirken, bu alegorik anlatım tekniği seyircinin film boyunca karşılaşılan problemleri yalnızca anlatılan karakterlere özgü değil, toplumsal sorunlar olarak algılamasını kolaylaştırıyor.

Her iki film de geçmişin bireysel ve kolektif hafızadaki belirleyiciliğini vurgularken,  geçmişle bugün arasında güçlü bir ilişki ve devamlılık kuruyor. Annemin Şarkısı’nda Nigar Anne, taşla kırmaya çalıştığı cevizleri eline alınca, duvardaki resimleri her gün temizlerken, dengbej kasetlerini ve radyoyu dinlerken, apartmandaki komşulardan birinden gelen sesin kaynağını ararken ve çok katlı binalara doğru bakarak dalıp giderken geçmişini ve terk ettiği mekânın anısıyla yaşıyor adeta. Sesime Gel’de bilinmeyen bir vakitte hikayesini anlatmaya başlayan dengbejin, söz sırası kaçakçılara geldiğinde geçmişi anarak 33 Kurşun olayına ve Roboski’ye yaptığı göndermeler ve hikâye boyunca ‘90’lı yılların uygulamalarının çeşitli biçimlerde anılması kolektif hafızanın devamlılığı konusunda bize bazı ipuçları veriyor: Zaman birbirini takip eden olayların arka arkaya dizildiği çizgisel bir doğrultuya sahipken, hafıza zamanı dikine kesen ve geçmişi, bugünü ve yarını birbirine bağlayan niteliğiyle göze çarpıyor. Sesime Gel’in birbirine açılan yaşanmış öyküleri ve masalları, çok katmanlı bir zaman algısı sunarken hafızadaki devamlılığı başarıyla gösteriyor.

Hegel, tarihi tanımlarken onu geçmişte gerçekleşen şeylerin (res gestae) ve geçmişte gerçekleşen şeylerin hikâyesinin (rerum gesterum) bir bütünü olarak tanımlar. Geçmişte ortak deneyimlenen eylemlerin hafızası olmadan tarihin ortaya çıkmamasının tesadüf olmadığını belirtir, kolektif bilinç ile kolektif hafıza arasında bir bağ kurar. Hüseyin Karabey ve Erol Mintaş, sözlü geleneğin güçlü olduğu Kürt toplumunun hafızası ve tarih anlatıcıları dengbejleri de hikâyelerine katarak dünü ve bugünü birbirine bağlarken, geçmişin yükünün toplum üzerine nasıl çöktüğünü gösteriyor. Filmin ortalarında üst üste gelen aksiliklerden sonra “acı ve kederleri dağıtamıyoruz” diyen Sesime Gel’in dengbeji, hikâyesine mutlu bir son yazdığında bile içinde bu acı ve kederi bir nebze barındırıyor. Jandarmanın tekrar gelebileceğini tahmin etseler de, karakolda yediği dayaktan ötürü yatağından kalkamayacak hale gelen babanın dönüşüne seviniyor nine ve torunu.

Annemin Şarkısı ve Sesime Gel, savaşın içinden hikâyeler değil, bir savaşın sivil yaşamı nasıl etkilediğini gösteren iki özgün öykü anlatıyor. Sesime Gel’in dengbeji, hikâyesini sonlandırırken “silahın gölgesi düşmesin barışa!” diye not düşmeyi ihmal etmiyor.  Ancak her iki film de barış için çatışmasızlık kadar kolektif hafızadaki yaraların sarılmasına ve geçmişle hesaplaşmaya duyulan ihtiyacın altını çiziyor.