"Keşfi" Ciddiye Almak
Murat Belge

Tayyip Erdoğan’ın Amerika’yı Müslümanların keşfettiğine dair iddiası, Türkiye içinde, çok fazla tepki yaratmadı. Böyle saçma sapan bir iddianın daha çok tepki uyandırmasını beklerdim. İddianın kendisi bir yana, Erdoğan’ın artık alıştığımız o saldırgan, kavgacı üslûbuyla  sunulması, bütün o “ecdad” edebiyatı da üzerinde daha fazla durmayı gerektirirdi. Somut politik durumla dolaysız ilişkisi olmadığı için, ama korkarım, bu iddiaya karşı çıkarak Erdoğan’ın “ecdad” saldırılarına hedef olmamak için, muhalefet de dişe dokunur bir şey söylemedi.

İddia Türkiye dışında haber oldu. Ama, ne şekilde? Tabii, “Acaba bu iddiada bir gerçek payı var mı?” gibisinden bir meraka yol açmadı. Olduğu gibi, yani “absürd bir iddia” olarak gündeme geldi. “Haber değeri”, Küba’ya cami yapan Müslümanlar ihtimalinden değil, Türkiye’de böyle iddiaları ciddi ciddi dile getiren bir kişinin Cumhurbaşkanı olarak bulunmasından ileri geliyordu.

Tayyip Erdoğan, bizlere ecdadımızın başarılarıyla kıvanç duymayı öğretmeye çalışırken aslında “ele güne” rezil ediyordu ama bunu onun kavraması mümkün değil. Zaten o gavurlar değil mi, Müslümanların başarılarını yıllardır gizleyenler, kendi emperyalist ideolojilerini dünyaya empoze edenler? Onlar aslında Tayyip Erdoğan’ın ne kadar doğru olduğunu bilirler, ama yalanı devam ettirmek için sanki meczupmuş gibi davranırlar. Hepsi taktik.

Bu arada, Tayyip Erdoğan’ı ciddiye alan bir Batılı çıkmış. Bundan benim haberim yoktu ama bu konuda yazdıklarımı okuyan biri söz konusu yazıyı gönderdi. Kendi başıma haberim olacak gibi değil, çünkü Kanada’da bir gazetede yayımlanmış bir makale. National Post gazetesi. Yazan, Geoffrey Clarfield, anladığım kadar, kendisi bir gazeteci değil, yazısını “serbest sütun” tipi yerde yayımlanmak üzere dışarıdan göndermiş.

Tayyip Erdoğan’ı “ciddiye almış” diyorum; almasına almış da, herhalde Tayyip Erdoğan’ın memnun kalacağı bir şekilde değil. “Bu öyle gülüp geçilecek bir saçmalama olayı değil,”  diyor Geoffrey Clarfield; “bu iddiada bulunan zihniyetin ne olduğunu daha iyi incelemeliyiz,” diyor.

Bu “Müslüman keşfi” iddiasının 1996’da, Youssef Mroueh adında birinin yazdığı “Amerika’da Kolomb-öncesi Müslümanlar” başlıklı makalesinden çıktığını anlatıyor. Oradan, Cumhuriyet’in erken dönemlerinin ırkçı antropoloji anlayışına ve Güneş-Dil Teorisi’ne değiniyor. Ancak, benzer iddialarda bulunsalar da, bunlar Müslümanlık iddiası güden ideolojiler değil. O halde niçin Erdoğan böyle bir iddiada bulunuyor, diye soruyor. Cevabı şöyle: Sünnî teolojisinin “şeriat yorumcuları”na göre, “bir zaman Müslümanların yerleştiği bir toprak, hemen ve zor kullanarak Müslüman egemenliğine geri verilmelidir.”

Yani Erdoğan’ın iddiasını böyle bir niyete bağlıyor: “Kuzey ya da Güney Amerika’da İslâm’dan esinlenme herhangi bir terör veya şiddet eylemi İslâm’ın elinden alınmış toprakları geri almak üzere girişilmiş ‘aşağıdan yukarıya’ bir etkinlik sayılacaktır.”

Bunun ne anlama geldiğinin artık Kanada’da bilindiğini söylüyor. “Erdoğan bunların sadece en absürd ve en yüksek konuma yerleşmiş savunucusudur” diyor.

Bu sözleri söylerken, Tayyip Erdoğan’ın zihninde gerçekten de böyle düşünceler olup olmadığını bilemeyiz elbette. Bunları düşünmek, böyle özlemler barındırmak hiç hoş bir şey olmamakla birlikte, hiç değilse o sözlere “rasyonel” bir arka plan sağlıyor. Çünkü böyle bir amaca hizmet etmiyorsa, o sözlerin söylenmesini mazur gösterecek hiçbir şey yok.

Clarfield’ın iddiasını aşırı bulanlar çıkabilir, ama büsbütün “vehim”den ibaret olduğunu söylemek de zor. Tayyip Erdoğan’ı tanıyoruz. “Genişlemeci” bir dünya görüşüne uzak duracak bir kişilik sergilemedi şimdiye kadar.

Davos’tan bu yana İslâm ülkeleri arasında nasıl bir rol üstlenmek istediği konusunda da yeterince örnek verdi. Bu Amerika hikâyesi de Türkiye kadar o dünyaya da gönderilmiş bir mesaj. Her konuda olduğu gibi bu konuda da Erdoğan’ın kendi söylediği şeyin doğruluğu hakkında bir tereddüdü yok. Çünkü zaten onun ağzından çıkan her şey, onun ağzından çıktığı için ve ağzından çıktığı anda, doğru oluyor. Burada da bu kesinlik, Clarfield’ın ortaya attığı ihtimali güçlendiriyor. Erdoğan’ın kendi beklentisinden bağımsız olarak, sözü, Amerika’da eylem planlayan bir Müslüman militanın kendi gözünde meşruiyet kazanmasına katkıda bulunacaktır. O mantıktan dünyaya bakan birinin gözünde, 11 Eylül’ün haklılığını da şimdiden teslim ettiği söylenebilir.

Bir ülkenin Cumhurbaşkanı seçilmiş bir kişi, böylesine temelsiz iddialarda bulunabiliyorsa, bu onun düşünce dünyasından ne kadar kopuk olduğunu gösterir ve zaten yeterince endişe verici bir durumu gösterir. Ama bunun başka uzantıları da var. Durup dururken böyle bir iddiada bulunan kişinin sağının solunun belli olmayacağı da bellidir. Dolayısıyla tehlikeli biridir.

Ama sorun kendisiyle de sınırlı kalmıyor. Bu sözleri söyleyen kişi yüzde elliden fazla oy alarak Cumhurbaşkanı seçilmiş kişi. Öyleyse bu seçim, seçimi yapan toplum hakkında da bir şeyler söylüyor.

Clarfield yazısını bir uyarıyla bitirmiş: “Belki de Kanada hükümeti Erdoğan’ın konuşması üstüne biraz daha düşünmeli,” diyor, “çünkü Türkiye hâlen bir NATO üyesi.”