Yunan Solu
Barış Özkul

SYRIZA’nın seçim zaferi, öncelikle, ‘Troyka’nın 2010’dan bugüne Yunanistan’a dayattığı kemer sıkma politikalarının bir sonucu. AB ve IMF’nin, Merkel gündemi çerçevesinde Yunanistan’a önerdikleri kurtuluş reçetesi, kamu harcamalarının yatay olarak azaltılması, iş kanununun deregülasyonu, servetin kamu sektöründen özel sektöre transferi, bütçe açığının özel teşebbüslerle kapatılması gibi düzenlemeleri içeriyordu. Krizin ahlaki sorumlusu da belliydi: Tembel ve ehlikeyif tabiatlı (!) Yunan halkı.

Ama AB’nin önerdiği deva, hastalıktan beter çıktı. Hâlihazırda Birliğin politikalarını yönlendiren devletler (sosyal ve iktisadi kaynakları kontrol eden sağ teknokrasi) bir tür “sado-monetarizm”e1 bel bağladıkları için AB Temel Haklar Bildirgesi’nde tanımlanan sosyal Avrupa ideali şu anda yok hükmünde. İtalya, İrlanda, İspanya gibi ülkelerde, sağ ve sol yelpazede yeni arayışları temsil eden hareketlerin austerity karşıtlığına ağırlık vermeleri de krizden duyulan rahatsızlığın Yunanistan'la sınırlı olmadığını gösteriyor.

Öte yandan "krizden rahatsızlık duymak" veya krizden muzaffer parti olarak çıkmak bir siyaseti kendi başına devrimci yapmaz. AB’nin iktisat politikalarına muhalefet, Doğu Perinçek, Le Pen, Nigel Farage gibi birçok milliyetçinin ortak paydası. SYRIZA’nın göçmen düşmanı, ırkçı ANEL ile yaptığı ittifak, güvenoyu alabilmek için atılmış, pragmatik bir adımdı herhalde. Politik ayrımları milliyetçi duyarlılıklar adına silikleştiren bu tür ittifakları izale edebilecek bileşenleri var SYRIZA'nın; en azından şimdilik. Parti programında vaat edilen reformlardan biri de göçmenlerin yaşam koşullarını iyileştirmek ve vatandaşlık haklarını güvenceye almaktı.

Fakat SYRIZA’nın bazı vaatleri, Yunanistan’ın yakın tarihindeki PASOK deneyimini akla getiriyor. Kısaca hatırlatayım:

Cunta sonrasında, ‘74’te kurulan PASOK, ‘77’ seçimlerinde Karamanlis’in Yeni Demokrasi hükümeti karşısında ana muhalefet partisi olmuştu. Partinin sloganı “değişim”di (allagi); Avrupa Topluluğu, bir “kapitalistler kulübü”ydü, NATO’dan derhal çekilmek gerekiyordu, “Yunanistan Yunanlarındı”… PASOK’un o tarihlerdeki hedefi ‘sosyalist’ Yunanistan’ı kurmaktı. ‘81’de iktidar olduklarında Andreas Papandreou’nun ilk icraatlarından biri, İç Savaş’tan sonra Sovyet Bloku’na kaçan Yunan komünistlerin haklarını iade etmek oldu (Ama aynı haklar, DSE’nin Slav-Makedon üyelerinden esirgendi).2

Konu Yunan solu olduğunda, Yunanistan toplumunun gecikmiş modernleşme serüveniyle iç içe geçmiş, genel bir sistem sorunu olarak nasyonal-popülizmden bahsetmek gerekir. Bunun oldukça köklü bir geçmişi var.


Bağımsızlık Savaşı’nın ardından Yunan devleti, 1830’larda kendine bir kuruluş miti seçmişti: Helenizm. Aslında Helenizm hayli hibrid bir medeniyettir ama yeni devletin kültürel doğrultusu Batı’ydı (O sıralarda bir “kayıp cennet” ve medeniyet projesi olarak geri çağrılan Helenizm fikrini, Otosefal Yunan Kilisesi'nin de Osmanlı çağında unutulmaya yüz tutmuş Yunan kimliğinin koruyucusu sıfatıyla sahiplenmesi ilginçtir).

Bu yeni doğrultuya rağmen Yunanistan, bir imparatorluk bakiyesi olarak, büyük ölçüde pre-kapitalist ilişkilerin egemen olduğu bir toplumdu. Bu yönüyle, Osmanlı’ya benziyordu. Yunan burjuvazisi, endüstriyel üretim ve teşebbüs yoluyla sermaye birikimi yapmasını sağlayacak kaynaklardan yoksundu. Böyle olunca, ekonomik faaliyet, ticaret ve bankacılık gibi sektörlerde yoğunlaştı. Büyük toprak sahipleri ve yerel eşrafla yaptığı ittifaklar aracılığıyla devlet kaynaklarına erişmeye çalışan bir burjuvazi ortaya çıktı...2

Yunan ekonomisini devlet güdümündeki patronaj ilişkilerine teslim eden bu sistemin sürekliliği, kişisel ilişkiler karşılığında dağıtılan ulufelerle sağlandı. 1890’larda Syngros’un (Trikoupis’in ‘can dostu’) akçalı işlerinin yol açtığı krizin gerisindeki ilişkiler yumağı ile 1980’lerde Papandreou kabinesi-Koskotas işbirliğinin eseri olan yolsuzluk sarmalı, modern Yunanistan tarihini karakterize eden iktisadi evrenin sonuçlarıdır. Klientalist ilişkilerin beraberinde getirdiği yemlenme kavgalarına tâbi olan bir rant ekonomisinin sorunları, anonim piyasa ilişkilerine, asgari piyasa mevzuatı ve kurumlarına şeklen de olsa riayet eden Anglo-Sakson kapitalizminin sorunlarından birkaç derece ‘ilkel’dir.

Bu açmazın uzun vadede bir toplumsal meşruiyet ve güven sorunu yaratacağı, kaydadeğer bir dirençle karşılaşacağı belliydi. O nedenle bir aşamada, bir yönetim stratejisi olarak nasyonal-popülizm akledildi. Yunan solunun buna vereceği tepki, iktisadi koşulların teşhirinden öte bir ideolojik hazırlık ve kararlılık gerektiriyordu; Yunan milliyetçiliğine -ve her türlü milliyetçiliğe- mesafe alan bir kararlılık. PASOK bunu yapmadı. 

 


1 Bu tabiri birden fazla yazısında Paul Krugman kullandı.

2 Thomas Gallant, İç Savaş’tan sonra Yunanistan’dan kaçan komünistlerin sayısını 80 bin ila 100 bin olarak veriyor. Birçoğu Taşkent’e, Sovyet yönetimine sığınmıştı. Modern Greece, s. 178-9, Oxford University Press, 2001.

2 Yakın tarihte George Katrougalos, Yunanistan’daki ekonomik krizin iç dinamiklerini ve tarihsel arkaplanını kuvvetli argümanlarla açıklayan bir makale yazdı. “‘Memoranda’: Greek Exceptionalism or Europe’s Future?”, The Greek Crisis and European Modernity içinde, s. 89-110, Palgrave Macmillan, 2013.