"Satın Aldık"
Kerem Ünüvar

En son seçimlerden beri herkesin rahat rahat kullandığı yeni bir tanımlama peyda oldu: “Seçmen bunu satın aldı!” Genellikle “ikna oldu” ile “yedi” arasında konumlandırılıyor. Konumlandırıldığı bu iki tema arasında hafif farklar var: “İkna”, biraz daha akla, (illa beğenmesek de) mantığa atıfta bulunuyor. Diğeri seçmeni iyice enayi yerine koyan bir bezirganlığın, yüzsüzce dillendirilmesi gibi…

Öncelikle “yedi” çeşitlemesinden ilerleyelim: Malumunuz ortalık stratejistten ve seçim analistinden geçilmediği için (bunlara her şeyi bilen anket şirketi sahiplerini de eklemeliyiz), bizler kuzu kuzu dinliyoruz. Anlatıyorlar, başımıza ne geldiğini öğreniyoruz. Anlaşılan her gün bir şeyler satın alıyoruz: Mesela bürokratlar görevlerinden istifa edip çeşitli partilerden aday adayı oluyorlar; akşam haberlerinin ertesindeki kuşakta konuşmacılardan birisi kalkıp “seçmen bunu satın alabilir” diyor ve bu “satış”ın yolunu yapmaya başlıyor! Şimdi bu noktadan itibaren gaza basıp, meseleyi kapitalizm-demokrasi ilişkisine, seçmenin müşteriye indirgenmesine, pazar mantığına, bu siyaset anlayışının pragmatizmine ve ruhsuzluğuna bağlayabiliriz, bağlanmalı da… Lakin daha derinlerde bir rahatsızlık hissetmek gerekir sanırım. Bu öyle basitçe kapitalizm ve siyaset denklemine havale edilerek ruhumuzu kurtaracağımız bir sınırın geçilmesi değil, zira bu bakış, her türlü söz’ün, kimlik’in, ilke’nin, program’ın satılabilir, alınabilir olduğunu iddia ediyor, dolayısıyla herhangi bir söz, kimlik, ilke ya da programın aslında gerçek olmadığını muştuluyor, “satın aldı” diyor, dahası bununla övünüyor, “mal”ın sırtını sıvazlıyor! Telaffuz ettiği laftan utanılması gerektiğini düşünmüyor; herkesin seçim/seçmen/seçilme tanımının böyle olmayabileceğini kaale almıyor. Bu kadar basit bir iş: “Mal bu, bakalım seçmen alacak mı” diye soruyor; yetmiyor “mal”ın özelliklerini abartıyor, hiç ilgisi olmayana “entelektüel” özellikler monte ediyor; kıçı kırık bir bankada çalıştı diye –sadece yurtdışında olması sebebiyle- boynuna mühim iktisatçı tabelası asıyor; iki anket yayımlayan siyasal analist oluyor; böyle böyle “mal”lar sergileniyor. Dolayısıyla seçmen eğer bunlardan birini “satın almış” ise, aslında pazarlamacıları bu malı “yedirmiş” oluyor.

Mantığa hitap ettiğini vehmedeceğimiz vurgu, anlam ise bundan daha hallice değil aslında: Orada da seçmen belli bir çıkarı, beklentiyi, hayatını kolaylaştıracağını düşündüğü hamleyi yapmış oluyor; bunu bilinçle tercih ediyor, ikna oluyor; kullanım değerini düşünerek “satın alıyor” bahis konusu siyaseti, siyasetçiyi, siyasetçi adayını… Burada da yine bir ilkeden ya da sözün gücüne inanmaktan çok pragmatizme meyyal bir seziş söz konusu. İlkel bir güdüye, baştan çıkarıcılığa oynanıyor belli ki; ve elbette seçmen de buna karşılık veriyor, uygun görüyor, seçiyor, ikna oluyor, “satın alıyor”. (Bunun bir versiyonu da iktidarın seçmenleri satın aldığı yönündeki ulusalcı hezeyandır ki diğerinden farklı bir mantıktan beslenmez.)

Yıllardır iktidar mekanizmalarının rıza üretme teknikleri, ideolojinin gücü, siyasal alanın bir şirket mantığına göre idare ve tefriş edildiği üzerine yazılıyor, çiziliyor. Buralarda daha çok siyasi aktörler, onların zihinlerinde ebedi hükmünü kurmuş ekonomi-politik tasavvurlar odağa alınıyor. Bunlar kelimenin tam anlamıyla insanlık adına “kötü” şeyler yapıyorlar, kendi çıkarları için seçmenleri kandırıyorlar, paralize ediyorlar. Ortada bir numara çevriliyor… Ama Allah için, bu “ticari faaliyet”in stok ve raf zinciri başarısının, satış ağı yaygınlığının, bol miktarda her yerde bulunuşunun hakkını da vermek gerekmez mi? Elbette gerekir!

Madem ki zihinler böyle çalışmaktadır, siyaseti ve demokrasiyi basit bir alım satım derekesine indirgemekten en ufak rahatsızlık duymayan bir zihniyet dünyası vardır karşımızda, o halde o zihniyetin sahiplerinin kendi mantıklarını takip ederek, o mantığın hakkını vermeleri beklenir, mesela–en azından- gerçek pazarda bir miktar yapılabildiği gibi tüketicinin de hakkını koruyabileceği bir düzeneği oluşturmak iktiza eder. Zira seçmenin hiç olmazsa ayıplı “mal”lar için şikayetini dile getirebileceği, “mal”ı iade edebileceği bir düzenek… Böylece malın sahibini, menşeini bilip, ayıbını açıkça dile getirip, ödediği bedeli geri alabileceği bir düzenek... öyle bir seçim süresini bekleyerek değil bir ay içinde iade veya değiştirme hakkını saklı tutarak… kendi mantıkları gereğince müşteri memnuniyetini esas alarak… Öyle yani…