Kimsenin Kimseye Güvenmediği Toplumda Anayasa Nasıl Değişir?
Ahmet İnsel

7 Haziran seçimleri, Tayyip Erdoğan’ın başkanlık rejimi dayatması nedeniyle anayasa referandumu niteliği kazandı. Ve tam da bu nedenle, 33 yıldır yürürlükte olup, değişmesi neredeyse bütün siyasal partilerin 25 yıldır gündeminde olan 12 Eylül rejimi anayasasının daha uzun bir dönem değişmemesi ihtimali güçlendi. Bu gidişle, 12 Eylül Anayasası 1924 Anayasası’ndan daha uzun bir süre yürürlükte kalacak.

Aslında ona ruhunu veren askeri darbeyi izleyen iki buçuk yıllık cunta yönetimini de katarsak, yürürlükteki anayasa çok yakında 1924 Anayasası’nın yaşam süresini yakalayacak. Başkanlık rejimi referandumuna dönüşen 7 Haziran seçimlerinde AKP 367 milletvekili elde ederse, Tayip Erdoğan gönlünde yatan değişikliği olduğu gibi dayatıp anayasayı değiştirtecek. Ama bunu elde etmesi bugünkü verilere göre çok zor gözüküyor. Hem HDP’nin barajı geçememesi hem de AKP’nin oy oranını en az 2011 seçimlerindeki seviyede koruması gerekiyor.

AKP mecliste 330 milletvekiline sahip olursa da anayasa değişikliği teşebbüsünde bulunacak. Bu da büyük ölçüde HDP’nin barajın altında kalmasına bağlı. Baraj engeliyle Meclis dışında bırakılmış olmaya tepkili, mağduriyet hissi dağlanmış bir HDP seçmeni ve Erdoğan’a karşı öfkesi iyice bilenmiş CHP ve MHP seçmenlerinin vereceği hayır oyunun başkanlık rejimi halkoylamasında evet oylarından fazla çıkması ihtimali epey kuvvetli.

AKP’nin 300 civarında milletvekili çıkardığı ve HDP’nin barajı geçtiği durumda, Erdoğan’ın gönlündeki anayasa değişikliğinin gerçekleşmesi gene zor gözüküyor. HDP, esas olarak, “Seni başkan yapmayacağız” iddiasıyla alacağı oyların yükümlülüğünü taşıyacak.  

Görüldüğü gibi bir tür “Erdoğan başkan olsun mu?” sorusunun sorulduğu bir halkoylamasına dönüşen 7 Haziran seçimlerinin sonucunda 12 Eylül Anayasası’nın değişmemesi şimdilik en yüksek ihtimal. En fazla eleştirilen, bu kadar uzun zamandan beri değiştirilmesi hemen her seçim öncesinde neredeyse bütün partiler tarafından vaat edilen bir anayasanın bu denli uzun ömürlü olması bir paradoks gibi gözüküyor. Ne var ki bu bir paradoks değil. Yürürlükteki anayasa, 12 Eylül rejiminin ürettiği toplumun bir tür denge noktasını temsil ediyor. Bu denge noktasını, hiç kimsenin kimseye güvenmediği bir ortamda ortaya çıkan denge olarak tanımlayabiliriz.

Bir gücün bunu dayatma olanağı yoksa, anayasanın bütünüyle değişmesi toplumda geniş bir uzlaşma olması sayesinde mümkün olabilir. Uzlaşma ise, asgari karşılıklı güvenle sağlanır. Türkiye toplumunda en fazla eksik olan duygulardan biri ise tam da bu. Toplumun üyelerinin birbirlerine olan güveni son derece zayıf. Birçok araştırma farklı açılardan bu sonuca ulaşıyor.

2012 Dünya Değerler Araştırması sonuçlarına göre, 47 Avrupa ülkesi içinde birbirlerine en az güvenen insanların yaşadığı ülke, Türkiye. Bunun yirmi yıldan fazla bir süredir değişiklik göstermediğini dikkate alınca, 12 Eylül toplumunun önemli bir özelliği karşımıza çıkıyor. Araştırmada deneklerin sadece %10’u insanlara, yani komşularına, iş arkadaşlarına, aynı ülkede yaşadığı kişilere güvenebileceğini ifade ediyor. İlginç bir toplum hali. Daha doğrusu toplum olamama hali. Bu denli eleştirilen, görünüşte ezici bir çoğunluğun değiştirilmesi konusunda hemfikir olduğu anayasanın yerini olağan koşullarda hazırlanmış yeni bir anayasanın neden almadığını en iyi izah eden olgu bu.

Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’nın yaptırdığı başka bir araştırmaya göre, çevresinde göçmen, başka ırktan, başka dinden komşu istemeyen kişilerin büyük bir çoğunluk oluşturduğu ülkeler grubunda Türkiye baş sıralarda yer alıyor. Bu konularda Ermenistan toplumu da bizimle aynı konumda. İnsan Hrant’ın “İki Yakın Halk, İki Uzak Komşu” özlü sözünü anımsıyor.

Farklı olana böyle “sıcak bakan” bir çoğunluktan Kürt sorununun çözümü konusunda anahtar öneme sahip, dinsel ve etnik farklılıklarını gizlemeden eşit yurttaş olmaya dayalı yeni bir anayasayı onaylamasını bekliyoruz!

Türkiye toplumu aslında tam bir 12 Eylül toplumu. Dünya Değerler Araştırması’nın incelediği ülkeler arasında siyasi yelpazenin en sağında ve en dindar gözüken toplum. Eşitlik ve özgürlük ilkeleri ne sağ siyasal düşün dünyasının ne de egemen din anlayışının baskın değerleridir. Ayrıca kendini sol olarak tanımlayanların önemli bir kısmının da eşitlik ve özgürlük konusunda değer dünyaları bu ilkelerle çelişiyor. Çünkü Türkiye hem 12 Eylül idealinin, toplum felsefesinin büyük ölçüde gerçekleştiği bir toplum hem de bir yüzyıldan fazla bir süreden beri içten içe ama yoğun bir kültür savaşının yaşandığı bir toplum (Kültür savaşı konusunda bkz. link). Bu ülkede sol ve sağ çatışması gibi gözüken, aslında kültür savaşlarının tarafları.

Kültür savaşı aynı zamanda herkesin kendi kültürel cemaatine çekildiği, onun içinde hayat bulabildiği bir tür iç savaştır. AKP bugün bu kültür savaşının restorasyon safhasında muktedir konumdaki gücü temsil ediyor. Bir karşı toplumsal mühendislik projesi yürütüyor. Bu proje onun asli tabanının tahayyül dünyasında hâkim siyasal motivasyon konumunda hâlen. 

Bu uzun soluklu kültür savaşının toplumda birbirine güven duygusunu daha da zayıflattığını tahmin edebiliriz. Ama ilginç olan şu ki, sadece dindarlarla dindar olmayanların birbirlerine güvenmedikleri bir toplumda yaşamıyoruz. Dindarlar da birbirlerine güvenmiyor, modernist laikler de aynı kültür dünyasında olan diğer modernlere güvenmiyor. Türklerin dindar olmayanları, Kürtlerin dindar olmayanlarına hiç güvenmiyor.

Bu genelleşmiş karşılıklı güvensizlik ortamında, AKP’nin iktidarda ilk yıllarındaki stratejilerinden biri toplumda güven duygusunun tesis edilmesiydi. Gerçekten de 2000’ler Türkiyelilerin birbirlerine güvenmemeye devam ettikleri ama hükümete güvenin toplumda arttığı bir on yıl oldu. Şimdi hükümete güvenin de gözle görünür bir erozyona uğradığı çöküş dönemini yaşıyoruz. Tayyip Erdoğan’ın başkanlık rejimi diye dayatması bunun üstüne tüy dikiyor.

12 Eylül Anayasası’nın yarıdan fazlası zaman içinde değişti. Ama ruhu, temel ilkeleri olduğu gibi kaldı. Bu kültür savaşının ateşinin şimdi iktidar partisi ve şefi tarafından sürekli harlanıyor oluşunu ve kimsenin kimseye güvenmediği bir büyük toplumsal çoğunluğun ruh halini birlikte ele alınca, 12 Eylül Anayasası’nın bir müddet daha yürürlükte kalmasına şaşırmak safdillik olacaktır.