Sosyalizm, Yeniden Yeniden...
Erdoğan Özmen

Kim iddia edebilir ki: Böylesine büyük bir sevinçle, kendinden geçercesine adeta, ileri atılmış bu güzel çocukların gözlerini diktikleri yer, baştan saptanmış sıradan bir hedeften ibarettir? Hiçbir tereddüt, hiçbir şüphe, hiçbir kararsızlıkla lekelenmemiş o saf koşu çoktan “güneşe”, en imkânsız görünene yönelmiş değil midir? Tek bir bedende erimiş, bambaşka bir kardeşlik bağı yaratmış, “siyasal aşklarının sevgisinde birleşmiş”, ve Bir olmuş, güneşi zapt etmeye koşuyorlar!  Eylemin tam ortasında, hepsi havada asılıyken kalakalmış olmaları boşuna değil: O koşu bir kaderdir insana.  Kendi ardına bakmayacaktır artık.  

O tarifler yetersizdir artık: Kendini bekleyen belirli bir boşluğu doldurmak, oraya yerleşmek için değildir çünkü, sosyalizm.

Bütün dillerde söylenen “sevinçli bir devrim şarkısı”dır sosyalizm. İnsanın kendinde, kendini çoktan aşmış o benzersiz kuvveyle, harikulade potansiyelle karşılaşmasıdır. O yüzden “aldanıştır”, hatta sosyalizm. Ama işte, serapla karşılaşma gerçekleşmiş,  “Gelecek şimdi’nin düzenine bir gedik olarak kaydedilmiştir” bir kere. İlk kez belki de, insanın kendi somut mevcudiyetiyle ezilerek, kıvrılarak, küçülerek karşılaşması da vardır burada. Demek, eksik, yetersiz ve bölünmüş halinin en önce kendi gözünde iyice görünür olmasının yarattığı utançtan temelli kurtulma arzusu da… İnsanın tam kalbindeki güzel huzursuzluk bundandır. Hiçbir şeyle ikame edilemez bir boşluk varsa eğer, o budur. Yüce/aşkın insanlık çekirdeğinin yerleştiği yerdir.

Bu yüzdendir devrimcinin acemiliği. Hep tekrar edecek bir açmazdır bu, ne yapsa aşılmayacaktır. Acelecilikle suçlanması bundandır. Hayalci sayılması da… Oysa yalnızca, bir an önce ulaşma isteğinin telaşına yenik düşmüştür.

Yine de, nedir ama bu, tutkuyla dile getirmeye çalıştığımız şey? İhtiyacımız olan yakınlık ve aşinalık hissini bulacağımız yer, insan-varlığın atladığı en önemli eşik, kendini de bir özne olarak ortaya çıkaran büyük kurucu edim değil midir tam olarak: Freud’un yardımıyla söylersek:

“Öznel ve nesnel arasındaki zıtlık başlangıçtan beri mevcut olan bir şey değildir. Yalnızca düşünmenin dışarıdaki nesnenin hala orada bulunmasına gerek kalmadan onu bir sunum olarak yeniden üreterek, bir zamanlar algılanmış olan bir şeyi  bir kez daha zihnin önüne getirme  kapasitesine sahip olmasıyla ortaya çıkar. Dolayısıyla gerçeklik testinin ilk ve öncelikli amacı gerçek algıda sunulmuş olana karşılık gelen bir nesne bulmak değil böyle bir nesneyi yeniden bulmak, kendini onun hala orada olduğuna inandırmaktır.”

Özne ile nesne arasındaki ayrılığı üreten ilk büyük olaydır bu. Yeni bir şeyin doğuşu anlamında bir olay yaratan ilk tarihsel kopuştur.

Bundan böyle aslolan ufuktur artık. Sert bir yokluk ve eksikliği yonta yonta ilerler insan. Benzersiz üreticilik/yaratıcılık vasfına yaslanarak sadece. Neyi araması gerektiği bilgisinden, o bilgiyi bedenine nakşedecek, kodlayacak içgüdüden yoksun olarak.

Bir çırpıda sayacağımız tüm verili konumlar; kültürün, bütün sembolik evrenlerin, dilin, geleneklerin tahsis edeceği tüm yerler için sol ya da sağ, liberal ya da muhafazakar siyasetler kıyasıya kavga ededursun. Sosyalizm çoktan bambaşka bir yerdedir. Kendine bir ad, bir tarif araması koyu bir ümitsizlik sarmalına yakalanıyorsa, bundandır. Özgün anlamını bulması, bir temsil ve evrenselleşme durağında sabitlenmesi için vakit erkendir: Kendini nasıl sunmalı ki, insanlık, insanlık olarak ortaya çıkabilsin. O hareketin ateşi ve çoşkusu içinde, o kesintisiz ve uzun koşu boyunca olacaktır bu. Pozitif gerçeklikte onu aramamız boşunadır. O yüzden tanımlama, zamanda ve mekanda saptamayla sökün edecek olan apansız güven duygusunun peşinde değildir henüz.

Yine de sosyalizm kavramında diretmemiz Onlar yüzündendir; o gençlerin ellerinde ışıl ışıl parlayan fotoğraflardan bilinsin bu da. Yusuf, Erdal, Deniz, Hüseyin, Mahir, İbrahim… hiç unutulmasınlar diyedir. Hiç unutmayacağımız için.

İyice seçiliyor mu, bilemedim. Fotoğrafın gösterdiği ve hep sürecek olan budur: “Bizi hiçe sayanlar bilsin/ Bundan sonra her yerdeyiz.”