HDP'ye Saldırı Siyaseti
Evren Balta

Mersin'de Selahattin Demirtaş'ın miting yapacağı gün HDP’nin Mersin İl Seçim Bürosu’na gönderilen bir çiçekten ve Adana İl Seçim Bürosu’na gönderilen bir kargo paketinden çıkan iki bomba eşzamanlı olarak patladı. Bir çiçek demetinden ve bir kargo paketinden çıkan ve eşzamanlı olarak iki ayrı ilde patlayan iki bomba!

Bu sefer söz konusu olan HDP’nin masalarına saldıran milliyetçi gruplar ya da en ufak bir kışkırtmayla öfkesini eyleme dönüştüren gündelik milliyetçiler değildi.

O gündelik milliyetçiler bütün Kürt gerçeğini tanıma ve çözüm süreci söylemlerine rağmen (ve hatta ona paralel olarak) yıllardır sokaktalar. Hatırlanırsa ‘2000’li yılların başından itibaren Türkiye’de devletin Kürtlere yönelik doğrudan saldırısının yerini “sıradan vatandaşın” Kürtlere ve onun siyasi temsilcilerine yönelik saldırısı aldı.

Bu konuda Betül Baki’nin Türkiye’de siyasi linç rejimini inceleyen çalışması çok aydınlatıcı. Savaşın yoğun olarak yaşandığı 1991 yılından 2005 yılına kadar olan 14 yıllık süreçte toplamda 119 linç hedefli saldırı eylemi gerçekleşmiş. Bu eylemlerin önemlice bir kısmı adi suçlulara yönelik ve Kürtlerle ilgili değil. 2005 yılından itibaren bu tablo radikal bir biçimde değişiyor. 2005-2011 yılları arasında meydana gelen linç hedefli saldırı eylemlerinin sayısı 245 ve üstelik bu eylemlerin 145’inde artık hedef sadece Kürtler (bu konuda geniş kapsamlı bir tartışma ve ayrıntılı veriler için bkz. link).

Kürtlere ve onun siyasi temsilcilerine saldırılıyor, çünkü Kürtler vatanı bölmeye çalışan ‘bölücüler’, kenti adi suçlarla kirleten “parazitler.” Onlara yapılan saldırılar meşru. Nitekim pek çok saldırı eyleminde failler kovuşturmaya uğramıyor, yargılanmıyor ve ceza almıyor. Hatta hemen tamamı yetkililer tarafından yapılan açıklamalarla ‘milli menfaatler’ ‘milli birlik ve beraberlik’ vb. söylemlerle destekleniyor ve saldırıya maruz kalanlar da ‘huzuru bozan ve tahrik eden kesim’ olarak suçlanıyorlar (bkz. Betül Baki link).

Dolayısıyla bu seçim döneminde HDP’ye yönelik tam 43 saldırının olması tesadüfî ya da dönemsel değil. (Saldırıların kronolojisi için bkz. link). Uzun zamandır Türkiye siyasetinin alttan işleyen dinamiklerinden birinin, yani saldırarak, linç girişiminde bulunarak kontrol etme yönteminin bir devamı. Sorumluluk en çok da meydanlarda HDP’yi PKK’nin uzantısı olmakla, terör dilini kullanmakla suçlayan siyasi iktidarda.  Barışı siyasi aktörlerin masaya oturmasından ibaret bir süreçmiş gibi anlayan, ama onun bile hakkını veremeyen hükümette. Kürt meselesi ile topyekûn yüzleşilmemesi, barışın toplumsallaşmaması Kürtlere yönelik saldırıların artması ile sonuçlanıyor.

Hiç kuşkusuz bu neredeyse “gündelikleşen” saldırılar madalyonun bir yüzü, ama öteki yüzü biri çiçekten, biri kargodan çıkan şu iki bomba. Beklenmedik anda, olabildiğince sıradan bir biçimde hedefine yaklaşan iki bomba. Bu iki bomba Türkiye siyasetinin o “gündelik saldırgan milliyetçiliğinden” farklı. Bu iki bomba belli ki planlı, örgütlü, sistemli. Faili hükümetin de meydanlardan kışkırttığı sıradan milliyetçiler değil. Faili birden fazla ilde örgütlü, güçlü bağlantıları olan, bu tarz bir eylemi planlayabilecek örgütsel altyapıya ve kapasiteye sahip bir grup! Belki derin devlet, belki görüneni. Belki bir kanadı, belki diğeri.

Failin kim olduğunu henüz bilmiyoruz, diyelim ki “karanlık güçler.” Güçler karanlık ama patlayan iki bombanın hedefi alabildiğine aydınlık. Hedef, siyasi projesini rutin siyaset içinde ifade ederek genişleyen, farklı ve yeni toplumsal kesimlere ulaşan HDP’yi rutin siyaset dışına atmak. HDP içerisinde siyaset yapanları, HDP ile seçim çalışması yürütenleri, HDP’ye oy vereceklerin gözünü korkutmak, yıldırmak, sindirmek, tehdit etmek.

HDP seçim masasının önünden geçerken çalan şenlikli müzikleri duyan bir gencin “sizin için ne yapabilirim” diye sormasını engellemek. Televizyonda Selahattin Demirtaş’ı dinledikten sonra seçim çalışmalarına katılmak isteyen bir ev kadınının HDP’nin kapısını çalmasına mani olmak. İşine giderken yanındaki HDP’nin seçim broşürlerini arkadaşlarına dağıtan bir emekçinin çantasından broşürleri çıkarmaya hiçbir zaman cesaret edememesini sağlamak. HDP’yi ve HDP için çalışanları Türkiye’de siyasetin kirli, tehditkâr, tehlikeli hallerinden korkmayan (ondan korkmamayı öğrenmiş) dar bir kitlenin içine hapsetmek. Sonra o kitleyi kriminalize etmek. Üstelik bunu yaparken, buna maruz kalanın, kendini buna maruz bırakanla aynı olduğunu iddia etmek. İntihar süsü verilmiş bir cinayet işleyip, bundan yakayı sıyırabileceğini düşünmek.  Örneğin PKK’nin bu saldırı ile mağduriyet duygusu üzerinden HDP'ye baraj için can simidi atmaya çalıştığını iddia etmek (bkz. Şamil Tayyar).

Tanıdık haller. Artık bıkkınlık verici halde tanıdık üstelik!

HDP’nin bu mağduriyete ihtiyacı mı var? Türkiye siyasetinin en mağdur grubunu, köyleri yakılmış, evleri boşaltılmış, yakınları gözaltında kaybedilmiş, zorunlu göçe tâbi tutulmuş, öldürülmüş Kürtleri (de) temsil eden HDP mağduriyet siyasetini bu seçimlerde (ve öncesinde) bir kez bile kullanmamışken üstelik. Aziz vatanın bütün kalelerini zapt ettikten sonra bile mağduriyet hissinden (ve söyleminden) bir adım bile geri atmaya yanaşmamış bir siyasi partinin karşısına bir tek gün bile “Asıl siz bize neler yaptınız ey ağalar!” diyerek çıkmamışken üstelik.

HDP’nin mağduriyeti değil, projesi ve geleceğe dair ümidi var. Her gün daha fazla boğulduğunu hissettiğimiz bir dünyada ağlamadan, tam tersine güçlenerek, talep ve dahil ederek inşa ettiği bir siyaseti var.

Bu iki bomba bunu değiştirmeyecek. Yüzde on barajını geçmek ya da geçmemek de bunu değiştirmeyecek.

O kapıyı aynı ısrar ve heyecanla çalmak, seçim bürosundan yükselen müzikle sokaklarda dans etmek, çantanızdaki broşürleri korkmadan çıkarmaya devam etmek bu karanlığı dağıtacak.