Köprüden Önce Son Çıkış
Arzu Yılmaz

Bayram trafiği gibi siyasetin trafiği de sıkışık. Bu sıkışıklıkta, siyasal aktörler de tıpkı direksiyon başındaki şoförler misali, geri dönüşü olmayan bir yola girmeden son bir hamle yapma konusunda bir hayli tereddütlü görünüyor.

Zira durmak yok, yola devam demekle insan hedefine her zaman ulaşamıyor…

Öte yandan, mevcut trafik hiç kimseye kendi keyfine göre bir seyir imkanı tanımıyor.

Bu bağlamda, Türkiye’nin bir koalisyon hükümetinden çok bir erken seçime kendini hazırladığı şu günlerde, özellikle AKP ve HDP kanatlarından yükselen yumuşama sinyalleri dikkat çekici.

Nihayetinde bir erken seçim kaçınılmaz görünürken, acaba bu partilerin niyeti ne ola ki diye düşününce de, insan ister istemez gözünü biraz Türkiye sınırlarının ötesine, daha doğrusu Ortadoğu’ya çevirme ihtiyacı hissediyor.

Malum, her iki partinin Ortadoğu’daki gelişmelere ilgisi, diğer iki parti CHP ve MHP den daha yoğun.

Hatta ilgilenmek ne kelime, AKP için Ortadoğu nerdeyse bir varlık yokluk meselesi haline geldi. Günün sonunda, altıyüz yıllık Osmanlı mirasına sahip çıkacağım derken,  feda edilen AKP’nin on yıllık mirası oldu. Ancak, bir revizyon zaruri hale geldiyse de AKP Ortadoğu ölçekli hedeflerinden vazgeçmedi.

HDP ise her ne kadar hedefini Türkiyelileşmek olarak belirlemiş görünse de, çekirdeğini Kürt seçmeni oluşturduğu ölçüde Ortadoğu’daki gelişmelere karşısında kırılgan ve onlara bağımlı. Bugün HDP’nin örneğin PYD’ye ne olursa olsun ben Türkiye de olup bitenlere bakarım deme lüksü yok. Bu durum, deyim yerindeyse, eşyanın tabiatına aykırı.

Hal böyleyken, özellikle P5+1 ülkelerinin İran ile vardığı anlaşmanın sonuçlarına biraz kafa yormak yerinde görünüyor.

Zira İran’ın bu anlaşma ile uluslararası sisteme yeniden dahil oluşu, Ortadoğu’da bundan böyle yaşanacak gelişmeleri de doğrudan tayin edecek nitelikte.

Her şeyden önce Türkiye’nin yaklaşık kırk yıldır keyfini sürdüğü imtiyazlı ülke konumu değişecek. Hiç kuşkusuz, bu değişim Türkiye’nin Batı için değerinin azalacağı anlamına gelmiyor. Ancak, bu değerin artık İran’ı engelleme değil dengeleme kabiliyeti üzerinden biçileceği aşikar. En son Obama’nın Suriye’de sorunların çözümü konusunda İran ve Türkiye’yi iki kilit aktör olarak tanımlaması bunun açık bir göstergesi.

Bu durum kaçınılmaz olarak Kürtleri de Türkiye ve İran ile ilişkilerinde bir denge politikası geliştirmeye itiyor. Ziraİmralı sürecine rağmen son üç yılda Kürt coğrafyasında yaşanan gelişmeler büyük ölçüde İran lehine sonuçlandı. Türkiye, en özet ifadesiyle,  Kürdistan politikasında oyun dışında kaldı. İran Türkiye’nin destek verdiği Kürdistan’ın bağımsızlığı projesinin engellenmesinde ve Türkiye’nin karşı olduğu Rojava devriminin ayakta kalmasında etkin rol oynadı.

Sonuçta, Kürtlerin tercihi ya da İran’ın başarısı olmaktan çok, en iyimser tahlille Türkiye’nin kör inadından kaynaklanan bu dengesizliğin sürdürülmesi mümkün değildi. Herşeyden önce coğrafi olarak hem Irak hem Suriye Kürdistanı için Türkiye’nin gözden çıkarılması düşünülemezdi. Dolayısıyla, Kürtler de bu bilinçle Türkiye ile ipleri bütün zorlamalara rağmen hiçbir zaman koparmadı. Örneğin Kürdistan Bölgesel Yönetimi IŞİD saldırısı sırasında yaşadığı hayal kırıklığına rağmen Türkiye ile köprüleri atmadı,  Rojava yönetimi radikal İslamcı gruplara verilen desteğe rağmen işbirliğine açık olduğunu her fırsatta yineledi.

Son tahlilde, bugün İran’la yapılan anlaşma çerçevesinde uluslararası sistemin Türkiye ve İran arasında bir denge kurma arayışına Kürtler de katıldı.

Bu bağlamda, son günlerin en dikkat çekici haberi Kürdistan Bölgesel Yönetiminden geldi. 1 Temmuzda Irak merkezi hükümetinden ekonomik bağımsızlığını ilan eden Kürdistan Bölgesel Yönetimi bu konuda Türkiye’nin desteğine güvendiklerini açıkladı. Bundan yalnızca iki yıl önce söz konusu desteğe karşı çıkan ABD’den ise bu sefer bir itiraz gelmedi. 

Öte yandan, PKK her ne kadar ateşkesi sonlandırma yönünde bir açıklama yapmış olsa da aynı anda bizzat Murat Karayılan asıl hedeflerinin Türkiye toplumuyla birarada yaşamak ve demokratik cumhuriyet ekseninde Türkiye’yi Ortadoğu’da model bir ülke yapmak olduğunu  söyledi.

En son Selahattin Demirtaş’ın PKK’ye Türkiye’de silahlı mücadeleye son verme çağrısında bulunması da bu gelişmelerden bağımsız değil. Zira PKK bundan henüz iki hafta önce İran-Irak sınırında bulunan güçlerini büyük ölçüde geri çekerek yerini KDP İran’a bıraktı. Türkiye bağlamında da benzer bir tasarrufta bulunması PKK’nin meşru bir aktör olarak bölge siyasetine dahil olmasına ciddi bir katkı yapacaktır.

Günün sonunda, bugün bayram da olsa AKP ve HDP’nin öpüşüp koklaşmasının nedeni başka. Uluslararası sistemin denge arayışında hem Türkiye hem Kürtler için yeni fırsatlar doğmuş görünüyor. Ancak, trafik analojisine geri dönecek olursak, bu fırsatların değerlendirilmesi aynı otoyolda seyreden diğer araçları da gözetmeyi gerektiriyor. Bir başka ifadeyle, ya hızlarından feragat edip yavaşlayacak ve yolu paylaşacaklar ya da köprüden önceki son çıkışa sapacaklar.