Devrimci Halk Savaşının Sonu ve Botan Halkı
Arzu Yılmaz

Türkiye’nin 24 Temmuz gecesi Kandil’i bombalamaya başlaması ertesinde, PKK Yürütme Komitesi üyesi Murat Karayılan şöyle bir açıklama yaptı:

“Biz dürüstçe ve samimice çözüme açık olduğumuzu söyledik ama onlar şimdi bizi bombalarla yok etmek istiyorlar. Yok etmek istiyorlarsa o zaman biz de kendi yöntemlerimizle hem kendimizi ve halklarımızın iradesini savunma, hem de kendi çözümümüzü pratikleştirme seçeneğine yönelmek durumundayız ve şimdi bu seçenek gündemdedir. Devrimci Halk Savaşı seçeneği artık halkımız için tek seçenek haline gelmiş bulunmaktadır. Buna kararlıca yönelmek ve sonuç almayı başarmak öncelikli görevimiz durumundadır. Bu kez bizim başarı şansımız daha yüksektir.”

Her şeyden önce, ne oldu da savaş yeniden başladı sorusunun yanıtını arayanlara bu açıklamayı bir referans olarak hatırlatmak yerinde olur. Sonuçta savaşı kim başlatmış olursa olsun, mevcut durumda PKK’nin barışa taraf olduğu halde bir “yok edilme” tehdidiyle karşı karşıya olduğunu düşündüğü açık. Zaten bunun aksini iddia eden de yok. Dolayısıyla, PKK için bu savaş öyle sanıldığı gibi yalnızca bir siyasal çıkar hesabı değil; bir ölüm kalım meselesi.

Öte yandan, AKP’nin de bu savaşa bir ölüm kalım meselesi olarak giriştiği aşikar. Aslında AKP yerine Cumhurbaşkanı Erdoğan demek daha doğru olur. Zira Davutoğlu’nun Başbakanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte deneyimlenen kısa ömürlü bir çabanın ardından bugün AKP Erdoğan’dan ibaret bir kalabalıktan başka bir şey ifade etmiyor. Ve nihayetinde bu kalabalığın kendini bir ölüm kalım meselesinin içinde görmesinin nedeni de özünde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi ömrünün dolmuş olması.

Erdoğan bugün kendisine umut bağlanan bir “dava adamı” olmaktan çok, hem içerde hem dışarıda işlevini ve kredisini yitirmiş ve daha da önemlisi artık destek arayacağı bir “dava”sı olmayan bir lider.

Özetle ifade etmek gerekirse, bu “dava” uluslararası ölçekte  “ılımlı İslam” projesinin, bölgesel ölçekte de “yeni-Osmanlıcılık” hayalinin çöküşüyle bir başarısızlık hikâyesi olarak tarihteki yerini aldı.

 Günün sonunda, içinden geçtiğimiz süreç de bir “dava”nın deyim yerindeyse ölüm döşeğindeki hezeyanları. Öyle anlaşılıyor ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunun farkında ve onun için “Öleceksek adam gibi ölelim” diyor. Ve bu sonu görünür kılan Kürt siyasal hareketini de bir anlamda “cellat”ı gibi görüyor ve saldırıyor. Nihayetinde,  bir “dava”nın siyasi kaderine bir ülkenin bugününü ve geleceğini ortak etmekten çekinmiyor.

Peki bu savaşı yine bir ölüm kalım meselesi olarak kodlayan PKK?

PKK için de “yok edilme” bir anlamda mukadderat değil mi?

Bu sorunun yanıtını “Kürt davası” üzerinden arayacak olursak,  bugün Kürtlerin hak ve özgürlük mücadelelerinde tarihte hiç olmadığı kadar güçlü bir pozisyona sahip oldukları söylenebilir. Hal böyleyken, Kürt davası için bir ölüm değil bir diriliş sürecinin içinden geçildiği hemen herkesin vurguladığı bir gerçek.

Ancak, PKK’nin bu diriliş sürecine mevcut yapısıyla eşlik etmesi mümkün değil; kaldı ki, PKK’nin iddiası bu sürece eşlik etmekten öte bir yön vermek. Bunun için de PKK’nin silahsızlanma ve meşru siyasi bir aktör olarak yeniden yapılanma hedefini benimsediğini daha önceki yazılarımda da vurgulamıştım. Yani PKK bir anlamda kaçınılmaz olan ölümünü, ölümden sonraki hayata hazırlanarak karşılamaya çalışıyor.

Bu bağlamda, 1993, 2009 ve 2013 barış süreçleri sözkonusu hazırlığın kilometre taşları olarak işaretlenebilir. Ama ne yaman çelişkidir ki, her barış sürecini yeni bir “Devrimci Halk Savaşı” izliyor. Bugün “Bu kez başarı şansımız yüksek” diyen Murat Karayılan, 1994’te de aynı şeyi söylüyordu. Ve 1994 Halk Savaşı’nın sonu bir katliam, 2011 ise 2000 cana mal oldu. Zira Karayılan’ın “bu kez” vurgusu kendisinin de bu yaşananları unutmadığını gösteriyor.

Tabii Karayılan unutmadığı gibi Kürtler de unutmuyor. Özellikle Botan Halkı…

Kürt siyasal mücadelesinde Botan Halkı, dün olduğu gibi bugün de savaşın yükünü en fazla çeken ve en ağır bedelleri ödeyen bir halk. Cizre ise Botan’ın kalbi. Yaklaşık on gündür süren abluka aslında Cizre için bir istisna hali değil. Botan Beyi Bedirhan’ın isyanından bu yana Cizre’de yaşam neredeyse bir yüzyıldır savaş düzeninde sürüyor. Bir Botan’lı bu durumu bana şöyle açıklamıştı: “Daha çocuktum, ama dedem gibi ben de bilirdim ki Türk geliyor dendiği zaman dağa kaçmam gerekir”.

Sonuçta, başta Botan halkı olmak üzere Kürtler artık “Türk geliyor dendiği zaman” dağa kaçmıyor, yerini yurdunu tek etmiyor. Ve dağda olanların da artık yerinde yurdunda kalmasını istiyor. Cizre de bu iradenin konsolide olduğu bir sembol olarak beliriyor. Bu da bir tesadüf değil. Çünkü Botan, her ne kadar tohumları Ankara’da ekildiyse de, PKK’nin  doğduğu ve büyüdüğü yer. Bu haliyle, Karayılan’ın “bu kez ” vurgusu da mukadderat olan ölümden sonraki yaşama verilen bir son “şans” olarak her yerden çok Cizre’de sahipleniliyor.

Bu haliyle Kobane nasıl barışın kaderini tayin eden bir sembol olduysa, Cizre de içinde bulunduğumuz savaşın kaderini belirleyecek bir sembol olacak gibi görünüyor.

Son tahlilde hiçbir savaşın kazananı olmadığı gibi, AKP ve PKK’nin de bu ölüm kalım meselesinden sağ çıkamayacak olmaları bir anlamda mukadderat. Fakat bu arada biz başkalarının cenazelerini kaldırıyoruz, ölen geleceğimize ağlıyoruz. Çok yazık…