İç Çözüm Siyaseti Çökerken
Cuma Çiçek
Öyle görünüyor ki 25 yıllık iç çözüm siyaseti çöküyor ve PKK aşılıyor. 

 

Kürt meselesinin çözülmesi zaten biraz da PKK’nin aşılması meselesiydi. 1999 yılından bu yana ideolojik, politik, kurumsal/örgütsel ve stratejik düzeyde dönüşüm yaşamak için dikkate değer bir çaba sarf edildi. Özetle, Kürt meselesinin barışçıl, demokratik yollarla çözümü PKK’nin aşılarak, anaakım Kürt hareketinin bir bütün olarak yasallaşması, siyasal demokratik alana entegre edilmesini ifade ediyordu. Bildik ifadeyle dağ yollarından ovaya iniş anlamına geliyordu.

PKK aşılma noktasına geldi, hatta aşılıyor. Ancak 1999 yılından bu yana süregelen çabaların öngördüğü bir çerçevede değil, tam aksi yönde. 

Yakın tarihe yeniden bakmak

1960’lı yıllardan bu yana Kürt meselesinin seyrine dair yapılan çalışmalarda şöyle bir güzergâhın izlendiği konusunda genel bir fikir birliği var. 1960’lı yıllarda Kürt meselesi büyük oranda bölgeler arası eşitsizliğe ve Kürt bölgesinin geri bırakılmasına odaklanan “doğu sorunu” olarak çerçeveleniyordu. Ekonomik vurgular ön planda olsa da, bu yıllarda Kürtlerin dilsel ve kültürel hakları da belli ölçüde vurgulanıyordu. 1970’li yılların başında Kürt siyasi grupları meseleyi doğu sorunundan ziyade bir “Kürt ulusal sorunu” olarak ele almaya başladılar. 1980’li yıllara doğru ise PKK hegemonyasında bu mesele bir “sömürge” ve “ulusal kurtuluş” sorunu olarak kavramsallaştırıldı. 1980 sonrası yaşadığımız büyük şiddet dalgası herkesin malumu. 

1960’lı yıllarda Kürt muhalefeti ülke genelindeki muhalefetin bir parçası olarak doğdu ve 1970’li yıllarda “ulusal kurtuluş” söylemiyle birlikte özerkleşip koparak kendi özgün mecrasını inşa etti. Büyük bir yıkım süreciyle birlikte, 1991 yılında Halkın Emek Partisi deneyimiyle beraber, özellikle 1999 sonrası Kürt muhalefetinin yeniden ülke genelindeki muhalefetle buluştuğunu ve “iç çözüm siyasetinin” hakim olduğunu görüyoruz.

Bugün yaşadıklarımız, 1970-1980’li yıllarda Kürt muhalefetinin hem söylemsel hem de örgütsel anlamda ayrılıkçı bir rotaya girdiği sürece benziyor. Sanki 40 yıllık bir döngüden sonra yeni bir döngüye giriyor gibiyiz. Zira, mevcut çatışmaların niteliği, sadece 2013-2015 barış/çözüm sürecini bitirmiyor. Bundan öteye, yirmi yıldan fazla bir geçmişi olan diyalog-müzakere sürecini bir bütün olarak ortadan kaldırma ve yeni bir ayrılıkçı siyaseti ortaya çıkarma potansiyeline sahip. Demirtaş’ın Tahir Elçi’nin cenaze töreninde yaptığı konuşmadaki “devletsizlik” vurgusu, Baydemir’in “Türk halkı biz Kürtlerle yaşamak istiyor mu, istemiyor mu, buna karar vermeli” söylemi, dipten yükselen dalganın yüksek siyasetteki yansımaları olarak okunabilir. 

Radikal genç kuşak ve HDP’nin çöküşü

Bu noktada, bu dip dalganın asıl taşıyıcı aktörü olan yeni genç Kürt kuşağına yeniden bakmakta fayda var. Zira, Hamit Bozarslan’ın altını çizdiği üzere 1970-1980’li yıllardaki kopuşta benzer bir genç kuşak faktörü vardı. Türkiye İşçi Partisi (TİP) içerisinde yer alan Kürt muhalefetinin yerini “ulusal kurtuluş” söylemine ve ayrılıkçı siyasete bırakmasında rol oynayan en önemli dinamiklerden biri o dönem radikalleşen Kürt gençliği. Bugün de çok benzer bir durum yaşadığımız görülüyor. HDP’de temsilini bulan Kürt muhalefeti adım adım yerini kent merkezlerinde silahlanmış ve barışçıl-demokratik siyaset yollarına inançları ve güvenleri kalmamış yeni radikal genç kuşağa bırakıyor. 

Üstelik, bu genç kuşak 1970’li yıllardan farklı olarak, büyük oranda özerkleşmiş bir bölgesel siyaset alanında ortaya çıkıyor. Sınırın öte yakasında Irak ve Suriye’de iki Kürdistan kurulmuş durumda. Ayrıca, ideolojik, politik, örgütsel ve kurumsal anlamda dayanabileceği/beslenebileceği bir PKK deneyimi söz konusu. Öte yanda, bu deneyimle birlikte inşa olan ve bugün sokağa çıkma yasakları sürecinde tüm çıplaklığıyla önümüzde duran, süreklileşen bir olağanüstü hal rejimi deneyimi var. 

Kürt meselesinin ve örgütlerinin izlediği seyirde kanımca örgütsel iç dinamiklerin yanı sıra üç dış dinamik belirleyici bir rol oynuyor. Türkiye genelindeki demokratik muhalefetin durumu ve Kürt muhalefetinin taleplerini temsil etme kapasitesi; devletin Kürt muhalefetinin taleplerini karşılama ya da içerme kapasitesi ve son olarak Kürt meselesinin jeopolitik denklemi. Bu dinamikler 1970’li yıllarda ayrılıkçı ve şiddet eksenli siyasetin yolunu döşedi. 

Mevcut durumda, Türkiye ölçeğinde ciddi bir demokratik muhalefet söz konusu değil. Devlet Kürt muhalefetinin “siyasi statü” talebine güvenlik politikalarından başka bir cevap üretmekten çok uzak ve bu talebin müzakeresini bile PKK’nin silah bırakması şartına bağlıyor. Kürt meselesinin yeni jeopolitik denkleminde biri bağımsız, diğeri özerk ya da federe olmaya aday iki Kürdistan doğdu. 

İç çözüm siyasetinin çöküşü

Tam da bu bağlam içinde PKK radikal bir dönüşüm yaşıyor, hatta aşılıyor. Söylemsel düzeyde, anaakım Kürt hareketi içinde “iç çözüm siyaseti” günden güne çöküyor. Zira devlet şiddetinin yoğunluğu çoğu insanda barışıl-demokratik yollarla meseleye iç çözüm bulma umudunu ve inancını bitiriyor. Bu anlamda, mevcut şiddet politikaları, AK Parti hükümetinin ve anaakım Kürt hareketinin niyetlerinden bağımsız olarak, bırakın HDP projesini, 25 yıllık “iç çözüm siyasetinin” altını şiddetli ve hızlı bir şekilde oyuyor. Aslında son dönemlerde “demokratik özerklik” kavramından ziyade sistematik olarak “öz-yönetim” kavramının kullanılması bu söylemsel dönüşümün bir sinyali olarak okunabilir. Zira, demokratik özerklik son kertede ayrılıkçı çözümü kategorik olarak dışarıda bırakıp iç çözümü esas alıyor. Buna karşın, öz-yönetim hem self-government anlamında bir yerelleşmeye, yerelde kendini yönetmeye, yani iç çözüme işaret ediyor, hem de self-rule anlamında ayrılıkçı bir çözüme kapı aralıyor. Kurumsal/örgütsel düzeyde, legal demokratik alan hızlı bir şekilde çöküyor ve yerini illegal bir kurumsal ağa bırakıyor. HDP’de temsilini bulan legal kurumsal alan pasifleşirken, yerini illegal kurumların merkezde olduğu yeni bir yapı alıyor. 

Bu dönüşüme orta sınıfların geri çekildiği ve alt-sınıfların aktifleşmeyle beraber yalnızlaştığı bir sınıfsal dönüşümün de eşlik ettiğini not etmek gerekiyor. 1999 yılından bu yana bir alt ve orta-sınıf koalisyonuna dönüşen anaakım Kürt hareketinde sınıfsal anlamda önemli bir yarılma yaşanıyor. 

Son olarak, strateji düzeyinde, 1999 yılından bu yana altı çizilen demokratik siyasal mücadele stratejisi çöküyor. Bunun yerini bugün Silvan’da, Sur’da, Nusaybin’de “başlayan” yeni kent-merkezli silahlı isyan alıyor. Öcalan liderliğinde anaakım Kürt siyasetinin 16 yıldır inşa etmeye çalıştığı sivil demokratik siyaset çöküyor. Bu anlamda 1999 yılından bu yana tartışılan “isyandan inşaya” konsepti, yerini yeni bir “isyana” bırakıyor. Bu konuda Şengal ve Rojava’da yaşanan şehir çatışmalarının önemli bir deneyim yarattığı ve bu dönüşümde önemli bir etkide bulunduğu görülüyor.

Mevcut tabloya bakılırsa, 1984 yılından bu yana yaşadığımız sürecin muhasebesini herkesin yeniden yapmasında fayda var. Hem AK Parti hükümetinin, hem anaakım Kürt hareketinin hem de tüm sınıfsal ve siyasal farklılıklarıyla Kürt toplumunun. Zira geçmiş 30 yıldan çok daha fazla kayıplara ve yıkımlara gebe bir döneme girdik, giriyoruz. 

Bu kıyamet öncesi fırtına karşısında, Kürt meselenin barışçıl demokratik yöntemlerle çözümünün yollarını inşa etmek konusunda başta siyaset erbabı olmak üzere hepimizin büyük bir politik ve ahlaki sorumluluğu var.