Podemos’un Öfke Kontrolü
Ela Bilgen

2008’de başlayan küresel ekonomik kriz neoliberalizm yanlılarına, bugünün müreffeh hayatlarının geleceğe borçlanarak sürdürülemeyeceğini sert biçimde göstermiş olmasına rağmen politikalarından geri adım atmalarını sağlayamadı. Aksine ekonomi uzmanları ve politikacılar büyük bir dayanışma duygusuyla, geleceğe borçlanmanın aracısı olan finans sektörünün yaralarını sarmaya girişti. Ekonomistler sektörün kurtarılması kararını verdi, hükümetlerse kurtarma paketleri için yurttaşların ceplerine gözlerini dikti.

Krizin etkileri 2010’dan itibaren Euro Bölgesi’nde de derin biçimde hissedilmeye başladı. Yunanistan, İspanya, Portekiz, İtalya ve Kıbrıs bankalarının birer birer iflas bayrağını çekmesi ve hükümetlerin kamu borçlarının altından kalkamayacaklarını açıklaması, dünyanın Kuzey-Güney ayrışmasını Avrupa’ya taşıdı. “Kuzeyli” olmaya alışkın Güney Avrupalılar bir yandan kemer sıkmaya zorlandı ve derin bir yoksulluğa sürüklendi. Bir yandan da tembellikle, zevk düşkünlüğüyle, siesta yapıp az çalışmakla, geleceği öngörememek ve rasyonel davranamamakla, hatta sorumsuzlukla ve borçlarını üstlenmemekle, yani kadim “Güneyli”nin alışkın olduğu onur kırıcı tutumlarla karşılaştı.

Bu duruma paralel olarak ortaya çıkan halk hareketleriyse söz konusu ülkelerin siyasal yapılarında önemli değişimler başlattı. Bu değişimde Avrupa’nın geleneksel sol siyasi partilerinin, sokak gösterileri ve kitlesel protesto eylemleriyle kendisini görünür kılan “sistem karşıtı” insanların taleplerine cevap veremiyor oluşunun etkisi büyük. Bunun son örneğini 26 Haziran’da genel seçimlerin yapıldığı İspanya verdi.

İspanya’da parlamento seçimleri aslında 20 Aralık 2015’te yapılmış, ancak hiçbir parti tek başına hükümet kurmaya yetecek kadar oy alamamıştı. Mecliste en fazla sandalye kazan 4 büyük partiden hiçbiri koalisyona yanaşmayınca da seçimler yenilenmek zorunda kaldı. Ancak geçen Pazar gerçekleştirilen seçimlerden de katılım oranındaki önemli düşüş dışında oy oranı ve kazanılan sandalye sayısı bakımından çok da farklı bir sonuç çıkmadı.

6 ay önceki ilk seçim, siyasal hayata yeni katılmış olan iki partinin, sol Podemos ve merkez sağ Ciudadanos’un, İspanya’nın en eski iki partisi olan Halk Partisi (PP) ve İspanyol Sosyalist İşçi Partisi’nin (PSOE) tahtını sarsmasına sahne olmuştu. Franco sonrası demokratik dönemde PP ve PSOE’den birinin iktidarda, diğerinin ana muhalefette olduğu iki partili bir siyasi yapı işlemekteydi. 2015 seçimi bunu sonlandırması bakımından oldukça önemsendi. PP, 123 milletvekiliyle seçimden galip çıksa da 350 sandalyeli parlamentoda tek başına hükümet kurmak için gerekli olan 176 sandalyeye ulaşamamıştı. PSOE ise ana muhalefet olmayı başarsa da 90 milletvekiliyle en kötü sonuçlarından birini yaşadı. İşleri, parlamentoya ilk kez giren Podemos ve Ciudadanos bozmuş, zira sırasıyla 69 ve 40 sandalye elde etmişlerdi.

İspanya kralı hükümet kurma görevini önce PP liderine verdi. Ancak İspanya gündemindeki en büyük sorunlardan birini yolsuzluk oluşturuyor ve 2011’den bu yana iktidarda olan PP’nin de bu nedenle gözaltına alınan üyeleri, hatta istifa etmek zorunda kalan bakanları nedeniyle itibarı sarsılmış durumda. Yolsuzlukların üzerine gitmeyi seçim programlarının başına yerleştiren diğer üç partinin PP’yle anlaşmaya gidebilmesi bundan dolayı zordu. PP, koalisyon kurmakta başarısız olunca görev PSOE’ye devredildi. Ciudadanos ve PP gibi Katalonya’nın bağımsızlığına karşı olan PSOE’nin, Podemos’la bir ittifak oluşturamamasının en önemli nedenlerinden biriyse Podemos’un, bağımsızlık kararının Katalanlara bırakılmasından yana olması. Böylece PSOE’nin de bir koalisyona öncülük edememesiyle seçimlerin tekrarlanması kararı verildi.

Yeni seçime giden yolda PP, Podemos’a karşı tek vücut olmak gerektiği savıyla Ciudadanos oylarını devşirmeye çalıştı. Bu arada Podemos da sol örgütlerin oluşturduğu bir koalisyon olan Izquierda Unida ve yeşillerden oluşan Equo ile ittifak yaparak seçime Unidos Podemos olarak gireceklerini açıkladı. Ancak 26 Haziran seçimi PP’nin 137, PSOE’nin 85, Unidos Podemos’un 71, Ciudadanos’un da 32 sandalye almasıyla öncekiyle hemen hemen aynı şekilde sonlandı.

Son altı ayda gerçekleştirilen bu iki seçimin aslında solda konumlandırılan partiler arasındaki bir yarışa sahne olduğu kanısı yaygın. 1879’da kurulan PSOE, demokrasiye geçişin ardından da solun en güçlü temsilcisi olagelmişti. Ekonomik krizin olumsuz etkilerine karşı büyük protestoların ve işgal eylemlerinin başladığı 2011’de PSOE, 7 yıldır iktidardaydı. Dolayısıyla kriz dönemini iyi yönetememekle suçlandı ve 2011’de iktidarı PP’ye kaptırdı. Ancak aynı dönemde sistem karşıtlarını bir araya getiren ve etkileri İspanya sınırlarını aşan Öfkeliler Hareketi de 2014’te Podemos’a evrildi ve PP iktidarının ikinci dönemine engel olacak kadar büyüdü.

Podemos genel seçime, solun en büyük temsilcisi olma iddiasıyla girdi. Pazar gününe kadar da PSOE’yi geçeceği bekleniyordu. Ancak sonuçlar beklenin aksine ilk iki sıraya PP ve PSOE’yi koyarak geleneksel yapıyı bir anlamda pekiştirmiş oldu. Yine de gerek Avrupa Parlamentosu seçimleri, gerek İspanya’daki yerel ve genel seçimlerden aldığı sonuçlar göz önünde bulundurulduğunda, henüz iki yaşındaki bir parti olarak Podemos’un siyasete oldukça başarılı bir giriş yaptığı inkâr edilemez. Ama varoluşunun temelinde böyle bir başarı hedefinin olup olmadığı tartışılır.

Öfkeliler meydanları işgal ederek, kamu kurumlarının önünde kamp kurarak politikacılara, politikanın kapalı kapılar ardında yapılandan ibaret olmadığını haykırıyordu. Kendilerini hiçbir siyasi partiyle bağdaştırmıyor, örgütlenmeye, bir kimlik edinmeye de çalışmıyorlardı. Aksine küresel ekonomik sistemin günlük hayatlarında yarattığı etkileri konuşabilmek için herhangi bir kurumun çatısına muhtaç olmadıklarını gösteriyorlardı. İşsizliğin, sosyal yardımlardaki kesintilerin, tasarruf tedbirlerinin olumsuzluklarını bizzat yaşayanlar olarak, bunları konuşmak için rakamlara, verilere, uzmanlığa ihtiyaçları olmadığını ilan ediyorlardı. Öfkeliler karşıtlıklarıyla var olmaktaydı. İşsizliğe, evsizliğe, yoksulluğa karşı olmaktan öte bunların sebebi olan şeffaflıktan, denetimden ve demokrasiden uzak kurumlara karşıydılar. Yoksulluğa duyulan öfke, yoksulluklarının sebebi olan kararların kendileri duymadan, görmeden alınıyor oluşuna duydukları öfkeyle beraber gidiyordu.

Podemos ise Öfkeliler'den, tam da öfkelerinin kaynağı olan kurumlarda kendilerini temsil etme yetkisini talep etti. Meydanlarda hep bir ağızdan çıkan haykırışları tek ses yapmaya niyetlendi. (Aynı zamanda “podemos” sözcüğünün Türkçe karşılığı da olan) “yapabiliriz” mottosuyla, umut vadeden makul bir tavra büründü. Çünkü “resmi” bir kurumun çatısı altına girmek “gürültü” yapmamayı, fevri davranmamayı ve ölçülü olmayı gerektirir. Bu çatı altında heveslenilen bir iktidarsa ancak tavizlerle gelir. Nitekim Yunanistan’ın kemer sıkma karşıtlığıyla iktidara gelen Syriza’sı, üstelik ülkede yaptığı referanduma rağmen AB ile yeni kemer sıkma tedbirleri içeren yeni bir kurtarma paketi anlaşmasına imza atmıştı. Podemos henüz bu konumda değil. Ancak seçim kampanyası sırasında Ikea kataloğuna benzerliğiyle eleştirilen parti programı, AB politikalarına karşı söylemlerin yumuşatılması, bir seçim taktiği olarak girilen ittifaklar hükümetin bir parçası olabilmek için nelerden vazgeçilebileceğinin de sorulmasına yol açıyor.