Yine Yeniden Bir Savaşa Doğru
Arzu Yılmaz

Bu dehşet sarmalından çıkışın kolay olmayacağı belli… 

Terör kaynağı ve etkisi ölçüsünde artık bir örgüt, ülke ya da bölge ile sınırlı bir güvenlik sorunu olmaktan çıktı.

Terörün hedefi ‘herkes’ olabileceği gibi, ‘herhangi bir kişi’ tek başına kitlesel tehdit potansiyeli taşır hale geldi.

Aslında bu yeni bir durum değil…

9/11 olarak anılan olayda, El Kaide bağlantılı teröristlerin Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a gerçekleştirdikleri saldırılar bir milattı.

Nice saldırısı ise aradan geçen onbeş yılda terörün önüne geçmek adına seferber edilen tüm politikaların iflasının sembolü olmaya namzet…

Bireyleri eşit ve özgür, devletleri egemen ve bağımsız sayan bütün normların ihlali pahasına yürütülen operasyonlar, savaşlar, işgaller işe yaramadı.

Uluslararası sistem aslında bindiği dalları bir bir kendi eliyle kesti.

Bugün herkesi aynı anda hem hedef hem tehdit haline getiren bu şiddete karşı ‘ortak bir mücadele’nin ortaya konulamamasının en önemli nedeni de sözkonusu normların altının oyulmuş, içinin boşaltılmış olmasıdır;

Ve yeni normları belirleme yetenek, kapasite ve birikimine sahip bir aktörün yokluğu…

Bunun en somut kanıtı da uluslararası hukuk alanında henüz referans kabul edilebilecek bir ‘terör’ tanımının yapılamamış olması. Sayfalar dolusu uluslararası terör listeleri ise siyasi ve konjonktürel tercihleri yansıtan bir ad hoc mutabakat belgesinden öteye geçmiyor; neredeyse her yıl yenilenmeleri de bu yüzden.

Günün sonunda terör üzerinden yakıcı bir görünürlük kazanan, ama özünde uluslararası sistem krizine içkin olan bu kaostan çıkışın ortalama insan ömrünü aşan bir zamana yayılma ihtimali hayli yüksek.

Zira David Cameron da bunun farkında olacak ki, İngiltere Başbakanı olarak son kez çıktığı basının karşısından keyifli bir melodi mırıldanarak ayrıldı; bir anlamda, ‘bırakın dünyayı, İngiltere’yi bile kurtarmam mümkün olmadığına göre, kalan ömrümü iyi değerlendireyim’ havasındaydı...

Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın ise daha ne kadar koltuğunda kalacağı meçhul olsa da, en azından gidene kadar yeni bir öneride bulunmayacağı belli oldu. Son zamanlarda İslam ve terör konusunda en zihin açıcı tartışmalara Fransız entelektüeller öncülük ederken, Hollande’ın çıkıp ‘İslamcı terör tehdidiyle karşı karşıya’ olduklarını söylemesi ve çözüm olarak ‘onları kendi inlerinde vurmaya devam edeceğiz’ demesi, ister istemez keşke o da kendi keyfine baksa dedirtti.

Chilcot Raporu’nun dumanı üstünde tüterken, hala bir ‘öteki’ yaratma gayretkeşliği, bir ‘ininde vurma’ ihtirası nasıl bir basiretsizliktir, anlamak mümkün değil…

Hollande da Tony Blair gibi en fazla bir özür dilerim diye düşünüyordur herhalde…

Belli ki, yaşanan terörü uluslararası sistem merkezli bir sorun olarak ele almaya ABD’nin de niyeti yok. Henüz kimin ABD Başkanı olacağı belli olmasa da, halihazırda yürütülen hazırlıklar yeni bir savaşın kapıda olduğuna işaret ediyor.

Bu kez savaşın bahanesi IŞİD. Bahanesi diyorum, zira IŞİD’in giderek kontrol ettiği alanlardan geri çekilmeye başladığı bir süreçteyiz. Bu haliyle mevcut askeri hareketliliğin daha çok IŞİD sonrası bölgede yeni küresel dengenin şekillenmesiyle alakalı olduğu açık.

En son Varşova’da gerçekleşen NATO zirvesinden çıkan sonuç da bu askeri hareketliliğin Karadeniz’i de kapsayacak biçimde artacağını gösteriyor.

Peki bu savaş terörü bitirir mi?

Einstein’ın dediği gibi her seferinde aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemek aptallık olur…

Fakat terör bitmeyecek olsa da, ortaya çıkacak görece yeni çatışma konuları ve aktörler, yeni bir tehdit ile karşı karşıyaymışız sanısı yaratacak ve dolayısıyla sorunun kaynağı yerine ‘in’ine odaklanılarak zaman kazanılacak…

Sözkonusu savaşın uluslararası alanda kimi yan yana kimi karşı karşıya getireceğini kestirmek henüz mümkün değil. Bu bağlamda, ABD ve Rusya arasında yürütülen diplomatik trafik önemli bir izlek olacak gibi.

Ancak, bölgesel ölçekte bir Kürt-Arap çatışmasının giderek kaçınılmaz bir nitelik kazandığı şimdiden söylenebilir. Yakında kotarılacağı açığa çıkan Musul operasyonu da sanırım bu çatışmanın miladı olarak ileride kayda geçer.

Aslında Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) Başkanı Mesud Barzani, bir Kürt-Arap çatışma potansiyelinin çok farkında olarak, bundan yalnızca iki yıl önce, ‘Tek bir peşmergenin Kürdistan toprakları dışında işi olmaz’ demişti.

Bugün yarın 52 000 peşmergenin Musul’a girmesi bekleniyor.

Barzani’nin bu karar değişikliği, en son tahlilde Kürdistan’ın bağımsızlığını elde etme yolunda alınan bir risk olarak okunabilir.

Ama Musul bağlamında yürütülen müzakerelerin içeriği bir bağımsızlıktan çok Irak için yeni bir entegrasyon modeline girişileceğine işaret ediyor.

Zira IŞİD sonrası Musul’un hem yönetimi hem güvenliğinde KBY’nin Sunni Araplarla ortaklaşması öngörülüyor. Hiç kuşkusuz KBY bu ortaklığın sürdürülemez ve bedelinin ağır olduğunun farkında, ama bu ortaklık karşılığında Şengal’in Bağdat yerine KBY’ye bağlanacağı sözünün verilmesini kâr sayıyor. Diğer yandan, Kakai ve Şebek azınlığın yaşadığı Ninova Ovası’nın da yine KBY’ye bağlanması planlanıyor.

Nihayetinde, birlikte yaşama iradesine ilişkin hiçbir emarenin olmadığı, pratiğinin ise yüzbinlerce canla birlikte çoktan toprağa gömüldüğü Irak’ta, çözüm adına yeni bir çatışmanın deyim yerindeyse düzeneği kuruluyor.

Bu düzeneğin Suriye ayağının da aynı savaş içinde şekillenmesi bir başka ihtimal…

Nihayetinde IŞİD’in yenildiğinin müjdeleneceği günler yakın gibi…

Ama bu müjdeye terör bitti diye sevinecekler çok heveslenmesin…