Çorba
Derviş Aydın Akkoç

İnsana daima “net” olmayı telkin eden, hatta bunu şart koşan bir dünya: modern hayat! Politik kanaatlerde, dini söylemlerde, aktüel gelişmelerde, gündelik hayatın alelade işleyişinde, entelektüel icraatlarda ve sair kamusal yahut şahsi meselelerde netlik talep eden bir dünyada yaşamak da epey can sıkıcı tabii: Esnek, bükülebilir, çoğalabilir bir hayat esprisinden ziyade rüzgâr esse kırılıp dağılacak bir hayat ve maneviyat toplamı. Dünyanın geçirimsiz sınırlarla anlamlandırıldığı, kompartıman usulü bir zihniyet tarzının egemen olduğu modern varoluş belki de bu netlik siyasası olmasa, çoktan yıkılıp gidecek. Dört başı mamur –içi kof- özne tasarımının gelgeç “kanaatlerle” inşa edildiği de vakıa. Gevezelik mübah, susmaksa bir kabahattir böylesi bir vasatta. Şeylerin düzeninde olduğu gibi insan eylemlerinde de her şey yerli yerinde olmalı, vakit gözetilmeli, ne nerede nasıl gerçekleştirilecek adabına göre olmalı. Eylem hususunda sihirli formül olarak netlik kabul edilince, her türlü karışıklık düpedüz ayıp karşılanır. Toplumsal hayatın sistematik yapısı icabı “bulanıklık” addedilen yönelim ve tavırlar kapı dışarı edilir, ustalıkla. 

***

Özneye dışarıdan bir “ses” –artık kamunun mu yoksa süperegonun mu?– musallat olmuştur sanki: işte hayat önünde uzanıyor, “tercihlerini” yapmakta sonuna kadar özgürsün, iraden sana ait, arzu ettiğin şeye ulaşman için karar vermen, ilk adımı atman ve bunun için de net olman yeterli, aksi takdirde fukaralık işten bile değil. Bu uğursuz ses içgüdülere değin yol alan bir ses galiba, benliği usulca ele geçirir. Ve özne bu sese bir kez kulak vermeye görsün, bombardımana uğrar: ideolojik netlik, felsefi netlik, iktisadi netlik, bilimsel netlik, ahlaki netlik, alır başını gider… Bu düzlemde net olmamak kaybetmek olduğu kadar zarar etmek anlamına da gelir. Her yönelim ve duygu hesaba kitaba uydurulmaya çalışılır, öyle ya pille çalışan bir hesap makinesi olarak da akıl bahşedilmiştir herkese. İşler yolundaysa akıldan, değilse akılsızlıktandır. Kapitalizmin sevimsiz kâr ve zarar mantığının devrede olduğu her yerde akıl vardır. Bahis akıl sahibi olmaksa kötü manada bir rasyonalite baş tacı edilir. Modern özneye kibri ve zayıf bir küstahlığı salık verir akıl denilen yeti; öznenin kendi arzularına kavuşmada başkalarını ezip tepelemek üzere kurulu bir akıldır bu. Bu akla göre “özne” bir bilgi varlığı, isteklerinin ve arzularının ne olduğuna yahut ne olmadığına karar vermeye muktedir bir tanrı-kraldır adeta. 

***

Ellere tutuşturulan hayatlar kendine has bir kesinlikten hareketle kurulunca: Özne ne içileceği, ne giyileceği, kime nasıl âşık olunacağı, hangi partiye oy verileceği, hangi otobüse binip hangi durakta inileceği, nerede nasıl vakit geçirileceği önceden ayarlanmış bir ilişkiler ağında bulur kendini. Kesinliğin öznesi olarak modern insan bu hazır ve servis edilmiş dünyada yaşamaktan memnundur bir bakıma. Kolaydır çünkü. Duygular da ilişkiler ağına takılmış; yani sınır tanıyan, yerini de isteklerini bilen bir içerikle çarpıtılmıştır fakat “konformizm” bütün sahtelikleri hasıraltı eder. Karışıklıklar, dalgalanmalar karşısında dik durulur, çoğun poz kesilir, olası kaos kıpırdanmalarına meydan okunur. Modern varoluşun öznesinin güya berrak zihni, karışık olmayı zayıflık olarak değerlendirir, ama neyse ki birileri çıkıp sahih anlamda söz alır, taşı gediğine oturtur, Albert Camus gibi:   

“Çorba, çorba! Kafamın içini düzene sokmalıyım. Onlar dilimi keseli beri, neyin nesiyse bir başka dildir işleyip duruyor kafatasımın içinde, bir şey ya da biri konuşuyor, sonra her şey yeniden başlıyor, of! Çok fazla şey işitiyorum, oysa kendim söyleyemiyorum bunları, çorba ki çorba! Sonra, ağzımı açacak oldum mu yerinden oynatılan çakıl taşlarının sesi gibi sesler çıkıyor. Düzen, bir düzen diyor dil, aynı zamanda başka şeyden de konuşuyor, evet, her zaman düzen istedim ben. (…) Çölün üstüne gün doğuyor, şimdi hava çok soğuk, az sonra fazla sıcak olacak, bu memleket adamı deli eder, ben de bunca yıldır hesabı öyle şaşırmışım ki… Hayır bir çaba daha! (…) Bekleyeceğim, bekliyorum; soğuk, soğuk titretiyor yalnız beni. Az daha sabret, pis köle!” (Sürgün ve Krallık, çev. Tahsin Yücel. Can Yay. s. 2015, 33.)

Siyasi keşmekeşi, iktisadi kötülükleri, estetik-entelektüel vasatlığıyla “bu memleket adamı deli eder,” ama herkes akıl abidesi gibi dolanır ortalıkta. Kimsecikler yanaşmaz kafa karışıklığına, diller çoktan kesilmiştir, başka bir dil işler ağızlarda ama herkes kendi dilini konuştuğunu zanneder. “Hesaplar fena şaşırmıştır” ama herkes mali müşavirdir sanki. Oysa kafataslarının içi bulamaç gibi, “çorba” gibidir ama kesinlik ve netlik iksiri –nasıl oluyorsa– yumuşak perdesini çeker, her defasında... Gerek maddi gerek manevi, kötü ve kısır bir düzendense karışıklık iyidir, varsın birileri de net olmasın bu dünyada, ne çıkar. Hiç değilse insanı kendi sesini bulmaya, kaos ordularının elinden çekip almaya, içinde kendini gerçekleştireceği şahsa özgü bir düzeni yaratmaya teşvik eder karışıklık, gerisi nedir ki zaten, parça parça yok olmaktan başka, kişiliksizleşerek…