Kayyım
Tanıl Bora

“Kayyum” denmesi adet oldu, oysa kayyumun anlamı başka; Allah’ın sıfatlarından biri. Evveli âhiri olmayan, ezel-ebed varolan, anlamını taşıyor. Her işleneni biliyor ve yarattıklarının varlıklarını devam ettiriyor olmasına, “sırr-ı kayyumiyet,” deniyor (bilhassa Nur talebelerinin ‘sevdiği’ bir mefhum.) Kelimenin “kıyâm”la, yani ayağa kalkmakla, dikilmekle kökteş olan diğer kullanımı daha mütevazıdır: cami hademesi. 

Kayyım, peygambere atfedilen bir sıfat; bütün iyilikleri üzerinde toplayan, muhtaçlara ihsan eden, anlamları taşıyor. İslâmiyet, “gerçek ve dosdoğru din” manasına “din-i kayyım” diye anılıyor.

***

Hukuktaki kavram, “kayyum” değil “kayyım”dır. Zannederim, dinî kökenindeki “iyiliğini gözetmek” anlamıyla irtibatlı. Kayyımlık kurumunun Batı dillerindeki karşılıklarında, Fransızcası nispeten soğuk, düz: administrateur (yönetici). İngilizcedeki trustee (mutemetlik) ve Almancadaki Pflegschaft (bakım, himaye), kayyım’a daha yakın. Kurumun Roma hukukundaki kaynağı olan Latince Cura kelimesi: bakım, ilgilenmek, itina göstermek, anlamına geliyor. Roma hukukunda, zihinsel engellilerin, reşit olmakla beraber yaşı küçük olanların ve müsriflerin (!) işlerini, elbette onların çıkarını gözeterek, geçici olarak idare etmek üzere düzenlenmiş bir kurum bu. 

Hukukta kayyımlığın vasilikten temel farkı, yetkisinin kesin tanımlı bir işle veya belirli bir zaman süresiyle sınırlı tutulması. Birisine vasi atamak, onun hukuken ehliyetsiz olduğunun tescili oluyor; kayyımlık ise atandığı özneyi “ehliyetsiz” kılmıyor. Hukuk talebelerine izah ederken, “vasi kişiye, kayyım mala atanır,” diye kolaylaştırıyorlar.

***

Türkiye’de iktidarın şu son birkaç yılda kayyımlık uygulaması (belirttiğim gibi, genellikle “kayyumluk” diyorlar), herhalde mukayeseli hukuk çalışmalarında dünya çapında incelenmeye değer bir istisna halini kurumlaştırmakta. Adına süper-kayyımlık mı demeli, bilmiyorum; adeta idare rejiminin olağan bir organı haline geldi, belki yakında bir üst kurulu da tesis edilir (KÜK?).

Yerleşikleşmesinin yanında bu kayyımlık uygulamasının temel hususiyeti, koşullarının, süresinin, yetkisinin neredeyse sınırsızlaşması nedeniyle, vesayetle arasındaki farkın erimesidir. Bir medenî ve ticarî hukuk kurumunun, ceza hukukunun ve siyasetin bir kurumuna dönüştürülmesini de ekleyelim. “Bürokratik vesayetle mücadeleyi” dava edindiğini söyleyen bir iktidar, yarattığı yeni ve olağanüstü güçlü bir bürokratik vesayet alanıyla tarihe geçecek.

***

“Hayata dönüş” adlı tutuklu ve mahkûm kıyımının Adalet Bakanı olarak bilinen, “aslında” tecrübeli bir hukukçu olan Hikmet Sami Türk, 16 Haziran’da CNN-Türk’te, “neredeyse bütün işlerin artık kayyumlara (haber metninde böyle – T.B.) tevdi edilmesinin” ciddi sorunlar yaratacağını soğuk soğuk anlatmıştı. Bu icraatın üniversite özerkliğiyle (kayyım atanan özel üniversiteleri kastediyordu) ve “şirket kurma ve teşebbüs özgürlüğüyle bağdaşmadığını” söylüyordu. “Türkiye”nin çok büyük tazminat bedelleriyle yüz yüze kalacağı uyarısını, birçokları gibi o da yapıyordu. Buradaki “Türkiye”nin, neticede biz vergi-kesilenler olacağını biliyoruz.

Bizzat iktidar medyasında, hatta hasımlara mümkünse su bile verilmesin isteyen Yeni Akit gazetesinde 13 Haziran’da Yaşar Baş imzasıyla çıkan eleştiri, daha ‘muteber’ sayılsa gerektir. Yazar, “yaşanarak öğreniliyor,” diye vaziyeti hafifletmek istiyor; “suç işlenen şirketlerin hukuka uyumlandırılarak yaşatılmasının önünü açması” nedeniyle “ceza yargılamasındaki seçenek tedbirleri arasında en adil olanı,” diyerek meşrulaştırıyor kayyım savletini. Yine de, uzun uzun belirsizlik ve sakıncaları sıralamaktan kendini alamıyor. Kayyımların nasıl belirleneceğine ve sorumluluklarına dair kriterlerin olmamasından yakınıyor, mesela “kârların” ne olacağına dair sorular da soruyor - işsiz kalan çalışanlar falan dert değil de, “kârlar”, hayatî önemde tabii…

***

Yeni Akit’teki bu yazıda “dernek, vakıf veya gerçek kişi işletmelerine” kayyım atamanın mümkün olmadığına dikkat çekiliyordu ki, 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrası iktidar otuza yakın belediyeye kayyım atadı. Bir medenî ve ticarî hukuk kurumunun cezaîleştirilmesinin ve siyasîleştirilmesinin had safhası, kuşkusuz budur. 

Bu uygulamayla ilgili de, Yeni Şafak yazarlarından Kemal Öztürk’ün 14 Eylül’de bazı kibar eleştirileri oldu. O öncelikle belediyelerin “suça destek verdiği” varitken, sıcağı sıcağına kayyım (o da “kayyum” diyor) atanmayıp, üzerinden zaman geçtikten sonra atama yapılmasının, “tüm dünyada aleyhimize yürütülen kampanyaya” koz verdiğinden rahatsızdır. Atanan kayyumların “siyasî ve popülist tavırlarla”, mesela Kürtçe tabelaları kaldırarak, “sorunu büyütmesinden” rahatsızdır. “FETÖ ve PKK terör örgütleri yüzünden Türkiye kayyum sistemiyle yeni tanıştı,” diyor - “sistem” kelimesinin altını çizelim. “İnsanların şirketlerine, mallarına, halkın seçtiği belediyelere devletin el koymasının” (bunu yazar böyle söylüyor), “neresinden bakarsanız bakın, netameli bir konu,” olduğunu ikrar ediyor. Lakin onun temel meselesi, netamenin “iletişim stratejisi ve medya planlamasıyla” atlatılmasıdır.   

***

Yine Yeni Şafak’ta ertesi gün (15 Eylül) yayımlanan Aydın Ünal imzalı yazı, iktidarın kayyıma yüklediği anlamın ‘başka türden’ bir ikrarıdır. Yazının başlığı: “Türkiye’ye kayyum atayamadılar ya…”[1]  ABD’nin, 15 Temmuz darbe teşebbüsündeki dahline dair bir yazı bu. 15 Temmuz’u, ABD istihbarat cihazının Allende’yi devirmek için Şili’ye, Chavez’i devirmek için Venezuela’ya, Mursi’yi devirmek için Mısır’a, Rousseff’i devirmek için Brezilya’ya müdahaleleriyle aynı silsile içinde ele alarak, bu operasyonu “kayyum atamak” diye tanımlıyor. Ona bakılırsa Pinochet, Şili’ye atadıkları kayyum” idi, Sisi, “Mısır’a atadıkları kayyum”… Darbe başarılı olsaydı, Fetullah Gülen’i “Türkiye’ye kayyum atamayı” planlamışlardı.

Geçen hafta kaybettiğimiz sevgili arkadaşımız Nihat Tuna, “E güzel,” derdi. “Tamamdır, eyvallah” gibi… E güzel, “kayyum” buymuş demek ki… Etimolojiye, hukuka ne hacet. Anlaması kolaymış: Pinochet, Sisi.


[1] “Kayyum”, yine orijinalden. Bunları özellikle belirtiyorum. Dil hassasiyeti. Malûm, muhafazakârlar çok önem verirler.