İtalyanların Hayır Dediği
Ela Bilgen

4 Aralık’ta İtalya’da anayasa referandumu yapıldı. Başbakan Matteo Renzi’nin tek bir soruya sığdırdığı pek çok radikal değişikliğe İtalyanların evet ya da hayır demekten başka seçeneği de yoktu. Sabırsız Başbakan yasamanın 315’şer temsilcili iki kanadından Senato’nun üye sayısını 100’e düşürmeyi, Senato’nun yasama yetkisini sınırlandırmayı, bölgesel yetkileri merkezi iktidar lehine azaltmayı aynı anda yapıvermek istiyordu.

Ancak reform teklifinin %59 oy oranıyla reddedildiği referandum, Renzi’nin güçlü yürütme organı hayalinin tersine hükümetin düşmesiyle sonuçlandı.

İtalyanların daha derinde neye evet, neye hayır dediği referandum öncesinde ve sonrasında çokça tartışıldı. Her şeyden önce reformlar kabul edilmediği takdirde istifa edeceğini açıklayan Başbakan’ın kendisi bu referandumu bir güven oylamasına dönüştürmüştü. Üstelik ülkedeki bankacılık krizinin, yüksek kamu borçlarının ve %11’in üstündeki işsizlik oranının üstesinden gelebilecek istikrarlı bir hükümet için İtalyanları değişime ve ilerlemeye evet demeye davet etti. Bu çağrılar zaman zaman tehdide varan söylemlerle dile getirilmekten de çekinilmedi. Yalın bir hayır oyu bu söylemlerde istikrarı bozma, ülkeyi hükümetsiz bırakma, finansal krizi derinleştirme, popülist ya da teknokrat iktidarların yolunu açma, Euro Bölgesi’nden çıkma ve Avrupa Birliği’nin mahvına sebep olma erkine erişti. Bu konuda Renzi, ülkesinin sanayici ve iş adamlarından, Brüksel’in ağır toplarından, Almanya hükümetinden ve ABD Başkanı’ndan da tam destek aldı.

AB üyeliğini sorgulayan ve Euro’dan çıkışı savunan Beş Yıldız Hareketi, yabancı düşmanlığıyla öne çıkan Kuzey Ligi ve Berlusconi’nin Forza İtalia’sı ise muhalefetin gereğini yerine getirerek anayasa değişikliğine karşı çıktı. Ancak popülist ve milliyetçi hayırcıların yanında bir de basitçe anti demokratik düzenlemelere hayır diyenler oldu. Yasama faaliyetlerini kolaylaştırmak, bürokratik harcamaları azaltmak ve uzun yıllar iktidarda kalacak istikrarlı hükümetler yaratmakla anti demokratik düzenlemeleri kabul etmek arasındaki neden sonuç ilişkisini reddettiler.

Matteo Renzi 2008 küresel finansal krizi ve 2010’da Euro Bölgesi’nde başlayan ekonomik bunalımın Avrupa’ya armağan ettiği genç, sportif ve yaşlılar dünyasının ağır işleyen bürokrasisine hızlı reformlarla savaş açmış lider modelinin örneklerinden biri. Ancak onu iktidara taşıyan, halk desteğinden çok kendisi gibi Demokratik Partili Başbakan Enrico Letta’ya karşı giriştiği kampanya oldu. 39 yaşındaki Renzi Letta’nın reformları ağırdan aldığını savunuyor ve onun yerinde olması halinde ekonomik büyüme ve istikrar için gereken reformları büyük bir hızla gerçekleştireceğini vaadediyordu. Nihayet Partisini Letta’ya olan desteği çekmeye ikna etti ve Letta’nın istifa etmesiyle de Şubat 2014’te, seçilmeden başbakanlık koltuğuna oturmuş oldu. Vaatleri arasında vergi indirimi, istihdam artışı, kamu harcamalarının azaltılması ve bürokrasinin basitleştirilmesi vardı. İlk önemli faaliyeti Kasım 2014’te açıklanan ve işgücü maliyetlerini azaltarak yatırımı teşvik etmeyi amaçlayan istihdam reformu oldu. Ancak Renzi’nin yeni düzenlemeler hususunda işverenlerle yaptığı toplantılarla yetinmesi sendikalar ve işçilerin tepkisine yol açtı. 

Mayıs 2015’te ise seçim yasasında reforma gidildi. İstikrarı sağlama gerekçesiyle yapılan değişiklikle, seçimlerden birinci çıkan partiye mecliste çoğunluğu sağlama garantisi verildi.
Reformların son ve en büyük adımı olan 4 Aralık referandumu ise hızlı ve reformist hükümetin dağılmasıyla son buldu.

İtalya’da bir sonraki genel seçim 2018 başında gerçekleşecek. O zamana dek 2011 sonrası oluşan geleneğe uygun biçimde yine seçilmemiş bir Başbakan, Cumhurbaşkanı’nın atamasıyla iktidarı elde etti. Renzi hükümetinin dışişleri bakanı Paolo Gentiloni artık başbakan. Buna karşın 2017’de bir erken seçim beklentisi de var ve böyle bir durumda halihazırda büyük halk desteğine sahip olan Beş Yıldız Hareketi’nin seçimden lider çıkacağı düşünülüyor.

Ulusal hükümetler tarafından gerçekleştirilmek istenen ve çoğu kez Almanya ve Avrupa Birliği’nin desteğini alan anti demokratik hamlelerle ekonomik krizler ve çöküş senaryoları arasında yanlış bir bağ kurulmakta. Yurttaşlardan, iyi sonuçlar elde etmek için yanlış yollara göz yummaları bekleniyor. Bu durum baştan iyi kabul edilen sonuçların gerçek niteliğinin sorgulanmasının da önüne geçiyor. Oysa istikrar uğruna seçilmemişlere, ekonomik büyüme uğruna anti-demokratik uygulamalara boyun eğmek bir zorunluluk değil. 1946’daki kuruluşundan bu yana 70 yılda 64. kez hükümet değişikliğine şahit olan, bununla birlikte Avrupa Birliği’nin en büyük üçüncü ekonomisi sayılan İtalya’da asıl ihtiyaç duyulan muktedirlerin sözlüklerinin en popüler terimlerini sorgulamak, istikrar ve ekonomik büyümenin anlamını bir kez daha gözden geçirmek.