Değişmeyen Simetri
Murat Belge

Tayyip Erdoğan, yalnız Atatürk dönemini ve uygulamalarını değil, Tanzimat’ı da yaşamamış bir Türkiye yaratmak üzere kollarını sıvamış durumda. Batılılaşma yolunda ne yapılmışsa, tersini yapıyoruz şimdi. Gidişata buradan bakınca “karşıtlık” mantığı öne çıkıyor; ama “hasım” saydığının yaptıklarını ters çevirmeye bu kadar sıkı fıkı bağlanınca, hasmını taklit eder gibi de oluyor. Bu da ilginç bir “simetri” üretiyor. 

Atatürk çocukluğunda mahalle mektebine gitti; orada yapamadı. Batılı eğitim veren Şemsi Efendi Mektebi’ne geçti. İpleri eline alınca “Tevhid-i Tedrisat Kanunu”nu çıkardı. Eğitimde “Batıcı/geleneksel” ikiliğine son verdi. Ama kendi partisi bir aşamada İmam-Hatip Lisesi açarak “ikili” yapıyı geri getirdi. Şimdi AKP eğitimden Batı’yı kazıyarak ters tarafından Tevhid-i Tedrisat yapmak üzere çalışıyor.

Gelgelelim, Batılı “tevhid-i tedrisat” yürürlükteyken okullar Kemalist “amentü”yü belletirdi. Şimdi İslâmî “amentü” gelecek. Öğrencinin kendi düşüncelerini geliştirmesine imkân ve fırsat vermemek, bu iki karşıt görünümlü sistemin buluştukları yer. Buradan baktığımızda “iki ayrı sistem” demek güçleşiyor, çünkü asıl “sistem” denecek yerde işleyiş aynı. Buradan bir “karşıtlar simetrisi” çıkıyor. Yani “Burada “ezberci” eğitim var. Bize bunun “karşıtı” gerek. “Eleştirel düşünce”ye öncelik veren bir sistem kuralım” diyen yok. “Karşıtlık” orada aranmıyor. Kavga, neyin “ezberletileceği” üzerinde kopuyor.

Böyle olunca, somut olaylar da birbirine benziyor ya da benzetiliyor. Burada benim aklıma gelen İzmir Suikast girişimiyle Temmuz darbe girişimini izleyen dönemlerin benzerliği (simetrisi).

İttihatçılar, özellikle de Enver, Mustafa Kemal’i aralarına almamış, iktidara yakın yerlere yaklaşmasına engel olmuşlardı. Mondros Mütarekesi’nden sonra, İttihatçılar’ın ülkede kalanları, bir direniş olacaksa, bunun başında ancak Mustafa Kemal’in bulunabileceğini anlamışlardı. Onun hizmetine girmek zorundaydılar. Bir başarı elde edilecekse, bundan sonra kimin üstte kalacağını belirlemek gerekiyordu. İktidar o zaman sahibini bulacaktı. Onların böyle düşündüğünü Mustafa Kemal de anlıyordu. Birbirlerine karşılıklı ihtiyaçları vardı: symbiosis! 

Buraya kadar özetlediğim herhalde AKP/Gülen ittifakının temel mantığına çok uzak değildir. Onlar da birbirlerinden pek fazla hoşlanmazdı ama koşullar birlikte yürümeyi gerektiriyordu.

Zafer kazanıldı. İktidar sorununun zamanı gelmiş oldu. O zamana kadar bir kısım İttihatçı (belki sayıca çoğunluk) Mustafa Kemal’e kalıcı şekilde biat etmişti. Etmeyenler de vardı.

Bunların bir kısmı suikast planladı. Silahşor Ziya Hurşit siyasî bağlılıklar bir yana, Ali Şükrü’nün intikamını da almayı kuruyordu. Sarı Efe Edip daha Çerkes Ethem olayından hınçlıydı. Ayıcı Arif yeni rejimde hak ettiğine inandığı yere gelemediği için kinliydi v.b. 

Malûm, plan tutmadı. O zaman Atatürk bu olayı bütün düşmanlarından kurtulmasına kapı açan imkân olarak değerlendirdi. Ta Bulgaristan’dan öfkeli olduğu maliyeci Cavit Bey asıldı. Onunla birlikte çeşitli İttihatçılar asıldı (Kara Kemal intihar etti v.b.). Böylece, İttihatçılar’ın biat etmeyenleri öldürülmüş ya da susturulmuş oldu (Hüseyin Cahit sürüldü v.b.). 

İkinci Meclis’te Atatürk’e muhalif bir parti kurulmuştu. Buradaki adamların çoğu Kurtuluş Savaşı’nda onunla silâh arkadaşı olan “Paşalar”dı: Karabekir, Ali Fuat, Refet, Cafer Paşalar, Malta’dan dönen Rauf Bey; entelektüel taifeden Adnan-Halide Edib Adıvar çifti v.b. Parti, Şeyh Said isyanı dolayısıyla kapatılmıştı ama suikast girişiminde parmakları olduğu suçlamasıyla “Paşalar” yargılandı. Bazıları ülkeyi terketti. Yani o düzeyde de muhalefet susturuldu; kredileri düşürüldü. 

Atatürk bildiğimiz kadar böyle bir şey demedi ama diyebilirdi ve dese doğal olurdu: “Bu bize Allah’ın bir lütfudur.” 

Şimdi, biri 1926’da, öbürü 2016; arada doksan yıl var. Bu doksan yılda birçok şey değişmiş. En önemlisi toplumun büyümesiyle ölçekler değişmiş. O zaman birkaç yüz kişiyi sorgulayınca, düşmanın belini kırıyordunuz. Şimdi binlerle, on binlerle uğraşmak gerek.

Suikast girişiminden bir yıl önce başlayan ve bastırılan Şeyh Said olayıyla “olağan suçlular”dan Kürtler de zaten sindirilecekler arasında yerlerini almışlardı. 

Sanırım bütün bu olaylar arasında da (“ölçek” farklarını bir kenara bırakırsak) çarpıcı benzerlikler var.  

O yıllarda OHAL yoktu ama Takrir-i Sükûn Kanunu vardı. İstiklâl Mahkemesi vardı. İstiklâl Mahkemesi’nin hâkim heyeti mahkemede Karabekir’e konuşma imkânı tanıdıkları için herkesin önünde Mustafa Kemal’den azar işitmişlerdi. Bu “bağımsız” mahkeme geleneği de, elhak, hâlâ geçerli.

“Devrimler”den bekletilenler vardı. Üstüste gelip toplumsal tepki yaratmasınlar diye uygun zaman ve zemin kollanıyordu. Bunlar hemen, hızla geçirildi. Örneğin tekke ve zaviyeler kapatıldı. Takvim değişti. Medenî Kanun falan da bu sıralarda yürürlüğe sokuldu. 

AKP’nin şu ara “Başkanlık Sistemi” denen tek adam yönetimini geçirmeye çalışması gibi.

Bir soru daha ister istemez akla geliyordu. 1926’da bir suikast girişimi, 2016’da bir darbe girişimi olacağından yetkililerin haberi var mıydı? Burada da bir benzerlik var mı?

Kemal Tahir, Kurt Kanunu’nda suikastı Nimet Naciye’nin haber verdiğini söyler ve herhalde haklıdır. Gazi Paşa Balıkesir’den yola çıkıp İzmir’e gelecekken birden karar değiştirip orada bir gece kalmaya karar verir. Bu, haberin alındığına işarettir. Nitekim Giritli Şevki bir koşu Vilâyet’e gidip itirafta bulunur. Yargılama sonunda Naciye’nin beraat etmesi muhbirin kim olduğuna “ güçlü karine” sayılır.

Ama Naciye “ötmese” kimsenin haberi olmayacak mıydı? Bu işlerde İttihatçılar epey deneyimli olsalar da, asıl yetenekli kadrolarını kaybetmişlerdi. Kaldı ki, ortada hiçbir niyet, hazırlık v.b. olmasa da, “ihtimal” herkesin aklındaydı. Çünkü bu toplumda siyaset böyle yapılagelmişti. 

Nitekim Kılıç Ali’nin Ayıcı Arif’le konuşmaları Nimet Naciye’den bağımsız olarak devletin birtakım hazırlıklardan haberdar olduğunu gösteriyor.

“Türkiye’de siyaset”in bu temel kuralları elbette bu son komik darbe girişimi için de geçerliydi.

Dolayısıyla bu iki olay da birbirinin simetriğidir. Aynı yerin büyük ve küçük ölçekli birer haritası gibi birbirine uyar.