Tevil
Polat S. Alpman

Arapça bir kelime olan tevilin lügat anlamı çevirmek, döndürmek. Günümüzde ıstılahî olarak ‘yorumlamak’ anlamında kullanıyor. Bir başka ifadeyle, dini metinlerde yer alan açık ve anlaşılır bir ifadenin kastettiği asıl manayı açıklamak, şeklinde tarif edilebilir. İslam kültürü içerisinde ‘ehl-i tevil’ genellikle tefsir uleması için kullanılan bir tabirdi ve tefsir işiyle uğraşanların Kur’an’ı tevil ettikleri düşünülürdü. Allah’ın kitabının yalnızca Allah’ın; yalnızca Allah’ın ve peygamberinin; yalnızca Allah’ın, peygamberin ve din ulemasının; akıl sahibi olan herkesin ya da evliya denilen ve birtakım sezgilere ya da batınî makamlara sahip olduğuna inanılan yüce kişilerin tevil edebileceği hakkında yeteri kadar tartışma varsa da bu tartışmaların oluşturduğu bir gelenekten söz etmek zor. Yine İslam kültürü içerisinde tevilin ne olduğu, nasıl olması gerektiği, daha doğrusu akıl-nass/nakil tartışması olarak özetlenebilecek bir başka literatür daha bulunmaktadır. Bu tartışma da fıkıhçılar ile hadisçiler şeklinde özetlenebilecek kesimler arasında halen devam etmektedir.

İstisnasız, bütün örgütlü dinler tevile ihtiyaç duyar. Bir başka ifadeyle, tevilin olmadığı bir kurumsal dinden söz etmek, mümkün değildir. Dini buyrukların değişen yaşam koşullara yeniden adaptasyonu olarak ifade edilebilecek bu tür çabaların, farklı mezhepler, ekoller, eğilimler şeklinde ortaya çıkması ise toplumların tarihsel süreç içerisinde gittikçe karmaşıklaşmasıyla ilgilidir.

Türkiye’de İslami duyarlılıklara sahip bütün kesimler kendilerini sahih din sahibi kabul etmekle birlikte, aynı zamanda belli bir dini yorumun muhatabıdır. Bugün için bu tespiti, bir şerh ile ifade etmek gerekir; çünkü bilindiği üzere, son yıllarda Türkiye’de İslami kamuoyu denebilecek bir kesimin kalıp kalmadığı, eğer varsa bile bu kesimlerin mevcut iktidardan ve onun iradesinden, aklından, amaçlarından ne kadar bağımsız olduğu konusunda ciddi şüpheler, tartışmalar var. Bunu en iyi ve derinden hissedenler ise kendi dünya görüşlerini dini duyarlılıkla şekillendiren sıradan dindarlar.

Bir usul ve teknik olarak tevil, dini çoğullaşmanın ve dini alandaki zenginliğin bir yansıması olarak düşünülebilir. Türkiye özelinde selefilikten tasavvufa, modernistlerden cami cemaatine kadar uzanan çoğul dini alanın oluşmasında, dini metinlerin her daim tevil edilmesinin önemli bir payı vardır. Kişilerin kendi gereksinimlerine ve koşullarına karşılık gelen bir dini yorumu benimsemesi, hayatın olağan akışının bir sonucudur. Oysa Türkiye’de siyasal egemenliği ele geçiren bütün sağ iktidarlar bu akışa, kendi ihtiyaçlarına göre bir yön vermeye çabalamış ve dini alandaki dağınıklığa siyasi bir istikamet verme arzusunda olmuştur. Bu konuda gerçek bir başarı elde eden şüphesiz AKP hükümetleri oldu. Bu başarıyla birlikte tevil meselesi, dini alanın meselesi olmaktan çıkarak siyasal-sosyal meseleleri yorumlamanın yollarından birine dönüştü.

Ortalama bir sosyal bilim merakı olan herhangi birinin bildiği üzere, siyasal-sosyal alanın kutsal metinleri yoktur. Dini metinlerde vaaz edilen genellemeleri, gündelik hayatın şimdisini açıklamak için kullanmak ise heyecanlı hatipler için elverişli olsa bile, toplumsal analiz söz konusu olduğunda, özcü bir sabuklamaktan öteye geçmez. Dinin, dini alanın, siyasal iktidarlar tarafından ele geçirilmesi, dine ait bir usul olan tevili, hızla siyasal-sosyal meseleleri tevil etmenin bir aracına dönüştürmektedir. Böylece kitlelere dini ahlak vaaz etmek ile ahlaki yozlaşmaları dini malzemelerle savunmak arasında herhangi bir mesafe kalmaz. Tutarlılık ya da erdem, hikmet ya da irfan ilk elden terk edilir ve bunların yerine hamaset ve yalan, kibir ve riya doldurulur. Ortaçağ Katolik Hristiyanlığının Avrupa deneyimi bunun örnekleriyle doludur.

Dolayısıyla sadece Türkiye özelinde değil, dini alanı kendi boyunduruğu altına almayı başaran siyasal iktidarların egemenlik koşullarında gerçekleşmesi mukadderat olan bir süreç... Çünkü siyasetin değişim hızı ile dinin değişim hızı birbirinden çok farlıdır ve siyasal değişimlere uyum sağlamaya zorlanan dini teviller, bu değişime uyum sağlamaya zorlandıkça yozlaşmaktan kurtulamaz. Kolaylıkla uyum sağladığında ise dini anlamda bir değeri kalmaz, pespaye siyasetlerin elbezine dönüşür. Böylesi koşullar altında kaçınılmaz olarak, yalan ve iki yüzlülük toplumsal ve siyasal hayatın temel prensiplerinden biri haline gelir.

Türkiye’de bir zamanlar ‘Müslüman entelektüel’ olarak anılan kişilerin neredeyse hiçbirinin bugün özgül karşılığının bulunmamasının; İslami kamuoyu için kanaat önderi kabul edilen bazı kişilerin meczuplukla fırıldaklık arasında bir yere sıkışmış olmasının; özellikle dini meselelerde itibar edilen birçok ismin ciddi bir itibar erozyonuna uğramış olmasının ve birçok dini cemaatin AK Partinin yereldeki örgütlenme ağları olarak algılanmasının nedenleri arasında yukarıda bahsi geçen sürecin ciddi bir etkisi var.

Son referandum ile birlikte, halk tarafından seçilen Meclis iradesinin, yani parlamenter demokrasinin sonuna gelindiği de ilan edildiğine göre, kendini, iktidarın doğal temsilci olarak gören İslamcıların, din işleriyle uğraşanların ve cemaat liderliği yapanların iktidar aygıtı olmaktan başka hiçbir işlevlerinin kalmayacağı söylenebilir; bu işin trajik kısmı. Komedi kısmı ise Kemalizm sonrasında şekillenen yeni otoriter rejimin ideolojik söyleminin ve toplum mühendisliği aymazlığının, dün İslamcılık içerisinde yer alan ve bugün partizan olmaktan başka bir çareleri kalmamış gibi gözüken kişiler tarafından uzun yıllar boyunca eleştirilmesidir. Kişinin kendi sözüyle sınanması büyük imtihan... İşte burada, Türkiye’de toplumsal ve siyasal alanın bileşenlerinden biri olan yalan ve iki yüzlülük bir sosyal norm olarak çelişkilerin üstünü örtebilmek için fütursuzsa ortaya salınıyor. Tevilin işlevsel bir hikmeti varsa, o da burada devreye giriyor.