Her Seçenek Masada
Ela Bilgen

Donald Trump, başkan olduğundan beri on beş ayda dört farklı ülkeye karşı, “askeri kuvvet kullanımı dâhil her seçenek masada” söylemiyle müdahale tehdidinde bulundu. Geçen yıl Şubat’ta, balistik füze denemeleri nedeniyle İran uyarıldı; Ağustos’taysa, Nicolas Maduro’nun anayasa değişikliği çabaları nedeniyle Venezuela. Hemen ardından Trump, nükleer denemeleri yüzünden “roket adam” dediği Kim Jong-un’un Kuzey Kore’sini ortadan kaldırma tehditleri savurdu. Geçen hafta sonu Şam yakınlarındaki Duma’da kimyasal silah kullanıldığı iddiaları nedeniyle Trump’ın hedefinde bu kez de Suriye var.

Duma, Doğu Guta bölgesinin bir parçası ve bölgede uzun süredir Suriye hükümetiyle muhalifler arasında çatışmalar sürmekteydi. Suriye ve Rusya’dan gelen haberlere göre geçen haftaki hamleyle muhalifler kesin olarak yenilgiye uğratıldı ve Duma’dan da çekilmeleriyle Doğu Guta artık bütünüyle Suriye hükümetinin denetimine girdi. Ancak 7 Nisan’daki bu son hamlenin sahadaki karşılığı onlarca sivilin ölümü ve elbette yerinden edilenlere pek çok kişinin eklenmesi oldu. Suriye’yi Trump’ın hedefine koyansa, Duma’da kimyasal silah kullanıldığı iddiası. Rusya ve Suriye iddiaları reddediyor, hatta Suriye hükümeti inceleme yapması için Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’ne davet gönderdi. ABD, Fransa ve İngiltere hükümetleriyse “ellerinde kanıt bulunmamakla birlikte” Esad rejimi tarafından bir kimyasal saldırı gerçekleştirildiğinden emin olduklarını söylüyor. Trump’ın, yine Twitter üzerinden saldırıya verdiği ilk tepki nedeniyle de dünya kamuoyu günlerdir olası bir üçüncü dünya savaşını konuşmakta. ABD Başkanı önce Beşar Esad’ı “hayvan” diye niteledi ve kendisini destekledikleri için Rusya ve İran’ın da sorumlu olduğunu söyledi. Bir başka tweet’le de Rusya’yı, ABD’den gelecek füze saldırısına hazır olması konusunda uyardı. Bu da ABD ve Rusya arasında, dünyayı felakete sürükleyecek doğrudan bir savaşın çıkacağı yolundaki endişeleri körükledi.

Uluslararası hukuk, 20. yüzyılın başından bu yana, silahlı çatışmalarda “gereksiz acı”yı yasaklamakta. Yani savaşların bir “insancıllık” ilkesi çerçevesinde yapılması gerektiğini öngörüyor. Kimyasal silah kullanımı da bu yasak nedeniyle, ABD gibi pek çok hükümetin “kırmızı çizgisi”ni oluşturuyor. Ancak henüz Duma’da kimyasal kullanıldığı bile kanıtlanmış değil. Kaldı ki araştırma için bölgeye giden Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü kimyasal izini tespit etse bile kullanan tarafın kim olduğu muhtemelen ortaya çıkmayacak. Bunun yanı sıra bu gereksiz acı Suriye için yeni bir durum da değil. Savaş sırasında hem hükümet güçleri, hem de muhalifler tarafından kimyasal silah kullanıldığı daha önce pek çok defa ortaya çıkmıştı. Hatta ABD’nin doğrudan Suriye hükümetine yönelik ilk askeri müdahalesi de geçen yıl, Han Şeyhun’da yaşanan kimyasal saldırı sonucunda, Şayrat Hava Üssü’nün vurulmasıyla gerçekleşmişti. Öncekilerden farklı olarak bu defa ABD’nin Suriye’deki Rus güçlerine zarar vermesinden ve bunun da “büyük güçler” arası bir savaşa dönüşmesinden endişe ediliyor.

Skripal vakasının da gösterdiği gibi Rusya ve ABD arasında diplomatik ilişkilerin zayıfladığı açık ama bunu bir büyük güçler savaşının emaresi olarak okuyup vahamete sürüklenmek boşuna, çünkü hâlihazırda bir büyük güçler savaşını yaşamaktayız. I. ve II. Dünya Savaşlarına, cephe gerisine/sivillere etki eden topyekûn bir savaş oldukları için dünya savaşı denmişti. Suriye’den doğru yeni bir dünya savaşı çıkmayacak. Zira onlarca silahlı çatışma bölgesi, yerinden edilen milyonlarca kişi ve doğrudan açlıkla savaşan 800 milyonluk nüfusuyla dünya zaten topyekûn bir savaşın içinde. Suriye’de büyük güçlerin savaşı denilen, Rusya ya da ABD birliklerinin zarar görmesi. Yoksa Suriyelilerin kaybedecek şeyinin kalmadığı, kaybedecek şeyi olmadığı için Suriye’de bulunan ABD ve Rusya ordularının sıradan askerlerininse önemsenmediği ortada.

Dünyevi hayatı hâle yola koyan bir cehennem korkusu gibi dünya savaşlarına dayalı felaket senaryoları da liberalizmin hareketsiz bırakma aracı olarak bireylerin tepesinde sallanmakta. “Askeri müdahale dâhil her seçeneğin masada olduğu” söylemlerinin tekrarlanıp durması da bundan. Oysa küresel liderliğinin sonuna gelmiş bir devletin başkanı olarak Trump’ın masasında fazla seçeneği yok. Elinde kalan son güçle yoksullaşan halkını oyalamaya, esip gürlemeleriyle yoksul dünyanın sesini bastırmaya çalışıyor. 50 milyon takipçili hesabından savurduğu tehditlerin karşılığındansa, “tweet”lerinin manşetlere taşınma hızını hesap ediyor. Salvador Dali’nin, kendisinin de anlamadığını itiraf ettiği resimlerinden anlam çıkarmaya çalışanları izlerken duyduğu kibirli keyfi, Trump da izlediği sürreal diplomasiyle tadıyor.

İtinayla karar alma süreçlerinin dışında tutulan sıradan insanlarsa ya haber kanallarının yönlendirmesinde askeri kapasitelerle ilgili teknik detaylara boğuluyor, ya da anksiyete bozukluğuna yol açıyor diye haber izlemeyi bırakıp Survivor’la kafa dağıtmaya çalışıyor. Sosyal medya sayesinde çörek otunun faydalarını da, Tomahawk’ların kaç kilo savaş başlığı taşıyabildiğini de çok iyi biliyoruz. Ama belki de kaygıdan kurtulmanın yolu ne tasavvurumuzda bir karşılığı olmayan bu bilgiler, ne de masalsı renkli yaşamlar. Dehşet duygusuyla donup kalmak yerine bir arada başka türlü yaşamanın en azından hayalini kurmaya başlamak sadece… Altından kalkılması gereken büyük toplumsal mücadeleler, sistem karşıtı kocaman adımlar değil. Basitçe, kendi suyunu kendin içebilmek, yani birilerine zahmet vermekten, yük olmaktan çekinmenin, yeniden birer erdem haline gelmesi. En temel kişisel ihtiyaçlar için bile birinden “hizmet” beklememek. Karşılığı “ödenmiş” olsa dahi! Çünkü korkularımızın bizi ittiği bu hizmet ilişkisinin tarafları olmaktan kurtulduğumuzda, birbirimize Trump’ın tweet’lerinden başka anlatacak çok şeyimiz olacak.