Sapıklığın Sıradanlaşması (II): Politik Bir Kategori Olarak Kötülük
Erdoğan Özmen

Sapıklığın sıradanlaşması ile iktidar/güç arzusu arasındaki karşılıklı ilişkiden söz ediyorduk. Toplumu, toplumsal sınıfları boydan boya kat eden bu feci bileşim/örtüşme anlaşılmadan, zamanımızın yaygın belirtilerinin; bariz ahlaksızlık ve sahtekarlığın, riyakarlığın, nefret/hınç söylem ve pratiklerinin, merhametsiz ve kalpsiz ruhların, insanlıktan çıkmakla bir ve aynı şey olan ağır vicdan kaybının anlaşılamayacağından da. Demek kötülüğü, sadece ahlak, felsefe ya da insan doğasına ilişkin bir fenomen/kavram olarak değil aynı zamanda — ve kelimenin en güçlü anlamıyla, ve hiç duraksamadan— politik bir kategori olarak da tanımlamalıyız. Çünkü ancak o zaman, politik bir çerçeve oluşturarak yani, olası bütün tezahürleriyle böylesine yoğunlaşmış ve sıradanlaşmış kötülüğün bugünkü insanlık durumunu damgalamasının sebep ve dinamiklerini merak etmeye başlayabiliriz.


***

Ruhsal ıstırabın üç temel biçiminden, üç temel ruhsal yapıdan söz edilebilir ve bunlar ontolojik niteliktedir. Yani psikoz, sapıklık ve nevroz belirli semptomlara, semptom kümelerine işaret etmekten daha çok, dilin ve kültürün yoğurduğu bir dünyada (dilin/kültürün dünyasında) ötekilerle birlikte varolmanın, ötekilerle birlikte yerleşmenin belirli biçimleri, belirli yapısal konumlardır. Hayata başlamakla karşımızda bulduğumuz belli başlı sorunları; yabancılaşmayı, ilk bakım veren özneden (anneden) ayrılmayı, kastrasyonu (öznenin kendi zevkine/jouissance’ na yasanın empoze ettiği sınırlara tabi olması, jouissance yasağı) halletmenin, yoluna koymanın farklı biçimleridir. Buradaki sıranın bir tür gelişimsel şemaya karşılık geldiğini de ekleyelim: Kısaca söyleyecek olursak; yabancılaşmanın ve/ya da kökensel bastırmanın yokluğu, ruhsal süreçlerin bilinçli ve bilinçdışı olarak bölünmesinin gerçekleşmemesi anlamında psikoz, ayrılmanın ortaya çıkmaması anlamında sapıklık ve kastrasyon/paternal işlev bağlamında ortaya çıkan nevroz şeklinde gelişen bir şema.

***

Günümüzde insanlığın gerilemesinden, bir insanlık zemini kaybından söz edilecekse eğer, bu düzeyde söz edilmelidir: Ruhsallığımızın tek boyutlu, yalınkat bir nitelik edinmesi, zahmetli çalışmalar sonunda kazandığımız bütün ruhsal dolayımların tahrip olması bağlamında. Ruhlarımızın tekrar eden ve yıkıcı bir kısa devre karşısında savunmasız kalması bu. Bir kayıpla alt üst olduğumuzda, ruhumuzda bizi esirgeyen ve koruyan olgun bütün yapı ve mekanizmalardan mahrum bir halde yas tutmanın hiçbir yordamını işler kılamamak ve doğrudan depresyona düşmek bu fasıla ait bir durum örneğin. (Anti-depresan ilaçların kullanımındaki korkunç yaygınlığı bu vesileyle bir kez daha not etmiş olalım.) Ya da, bir tehlike algısı karşısında, aslında incelikli ve karmaşık bir dizi ruhsal çalışma sonunda oluşturulan anksiyete yerine, çıplak ve ham panik duygusuyla kalakalmak.

***

Niyetim, lafı günümüzde maruz kaldığımız sapık kısa devreyi, sapıklığın sıradanlaşmasını anlamlandıracağımız çerçeveye getirmeye çalışmak. Temel kurucu savunma mekanizması olarak inkar ile bir tür aşırılık arzusu/yöneliminin bir araya gelmesiyle ortaya çıkar sapıklık. Ayrılmanın (separasyon) tanınmaması ve kastrasyonun inkarı, ve de bunun akabinde ortaya çıkan zevk aşırılığından muzdariptir sapık. Arzulama kapasitesi kısıtlanmıştır. Kendi arzumuzla, kendi özne konumuna yerleşebilmemizin koşulu olan simgesel uzamdan mahrum kaldığımızda, çoktan sapık kısır döngünün içinde hapsolmuşuz demektir. Sapığın içimizde uyandırdığı ürpertici yabancılık ve tekinsizlik duygusu bundan, insanın çekirdeğine yerleşmiş arzulama kapasitesine olan yapısal/bünyevi uzaklığı yüzündendir. Ötekinin zevkinin bir aracı, o zevkin aktüel bir nesnesi olmak için umutsuzca ve zavallıca çırpınmak, bunun için her türlü aşırılığı mübah görmek sapık öznelliğin en ayırdedici vasfıdır. Herhangi bir dindar için, inanç kendi aczinin, faniliğinin, önemsizliğinin ve teslimiyetinin ete kemiğe bürünmesinin temsiliyken, sapık için dilediği her şeyi yapmaya izin veren bir güç ve iktidar makamıdır. Yalan, sahtekarlık ve şiddet eylemlerinin en uç örnekleri, sadece “yapıyorum çünkü yapma iznim var” kalıbının basit bir uyarlamasından ibarettir. Haysiyetli bir varlık olarak varolma imkanlarının ve yapma/değiştirme kudretinin eksildiği ve sakatlandığı bir dünyanın öznellik biçimi, o dünyaya karşı bir savunmadır. Daha önce yazdığım bir yazıya müracaat ederek bitireyim:

“İnkar sayesinde ikili bir konum benimser sapık: Fallik eksiği (kendisi ve anne için) bir yandan inkar ederken, diğer yandan geri kalanlar (ve baba) için o eksikliğin varlığını tanır, kabul eder. Mutlak bir bölünmedir bu. Sapık, eksiğin ve düzenleyici yasanın eş zamanlı olarak hem kabul edilip hem de reddedildiği bölünmüş bir dünyada yaşar. “Hayır” ve “evet”in aynı anda mümkün olduğu bu radikal bölünme, sapığa mutlak bilgiyi sağlayan zemindir. Doğrudan bilir sapık. Sapıklık bu yüzden tedavi edilemez. Çünkü kendi eksiğini inkar eden sapığın tedavi için de sahici bir talebi genellikle olmaz. Tam aksine her zaman sunacağı bir şeye sahiptir sapık. Sapığın evreninde öteki, –sapığın kendini bir araca indirgemesi sayesinde- ya zevk almaya (mazohizm örneğinde olduğu gibi), ya da pasif bir gözlemci olarak kalmaya mecbur edilen öznedir.

Bu yüzden büyük Öteki’yi cisimleştiren bazı figürlere (Tanrı, tarih ya da partnerinin arzusu), ve onların iradesine doğrudan ulaşabildiği vehmi içindedir. Kendi eylemini, onların iradesinin doğrudan aracı olduğu varsayımında temellendirir. Gerçekliğe tam bir saldırı ve gerçekliğin yıkımı sayesinde olanaklıdır sapığın eylemi. Tanrısal/yüce bir iradeyi ete kemiğe büründüren eylemimin tek ölçüsü sadece kendisidir artık. Nefretin sıradanlaştığı yerdir burası.

Sapıklıktaki bu radikal bölünmenin bir diğer sonucu gerçekliğin katmerlenmesi, ikili bir düzene/yapıya kavuşturulmasıdır. Bu, bir bakıma gerçekliğin kaybıdır. Sapık özne, dış dünyanın/düzenin kurallarına tam olarak uygun ve tabi bir hayat sürer ve aşırı muhafazakâr ve ahlakçı bir konum benimserken, diğer yandan kurallarını kendinin saptadığı gizli bir başka hayat yaşar. Ancak belirgin bir güç/iktidar üstünlüğüne sahipse mümkün olabilen bir hayattır bu. Sapığın mekânı bu yüzden –bu ikili ihtiyaç nedeniyle– genellikle okullar ve adli kurumlar, yatılı yurtlar, dini cemaatlerdir.

İnsanın ruhsallığını yapılandıran ve besleyen en önemli şeydir hakikat aşkı. İç ile dış, gerçeklik ile fantezi, kuşaklar ile cinsiyetler arasındaki farkı ve sınırları çizen hakikat ölçüsü yok olduğunda kaybettiğimiz ruhlarımızdır. Bu kitlesel zombilik momentinde/eşiğindeyiz epeydir.”[1]


[1] Erdoğan Özmen, "Güç Tapınması ve Sapkınlık Etiği", Birikim Haftalık, 28 Aralık 2016.