Oedipus Karmaşası (XXII): Narkissos'tan Oedipus'a (VII)
Erdoğan Özmen

Belli bir soyutlama düzeyinden bakınca, iki farklı libido türü koyutlayabiliriz demek ki: Ödipal libido ve ondan da önce varolan başka bir libido türü: Kısmi dürtülerin ilgili beden bölümlerine yatırım yaparak tatmin aradığı anarşik/kaotik oto-erotik dönemi saymazsak eğer, öznenin bizzat kendi imgesini nesnesi olarak gördüğü, o imgeye ilişkin olan, o imgeye yatırılmış daha ilkel bir libido türü. O halde ödipal libido önceki libidinal ekonomiyi, kurulu libidinal düzeni olumsuzlayarak, demek imgesel egoyu sorunlaştırarak, o imgesel yapıya meydan okuyarak oluşmakta, ortaya çıkmaktadır. Ödipal karmaşa sadece çocuk ile ebeveynler arasındaki bir gerilim alanında değil, aynı zamanda çocuğun ruhsal ekonomisinde radikal bir değişiklik, bir alt-üst oluş düzleminde boy atacak, gelişecek demektir bu. Ödipal karmaşayı, çocuk ile kendi özgül rollerini icra edecek ebeveynler arasında bir müzakere, geri çekilme ve ileri çıkma, rekabet ve uzlaşma, sevgi ve düşmanlık vb. alanı değil yalnızca, bizzat bir yapının işlevi olarak kavramak demektir: Ödipal yapının temel meselesi, kendi dürtüsel varlığım ile kimliğimi, dürtüsel gerilimlerim ile arzulu bir varlık oluşumu nasıl birbirine eklemleyeceğim sorusu etrafında örgütlenen bir meseledir. Bunu bir de Zizek’ten aktararak söylersek:

“Günümüz teorisinde, özellikle de kültürel çalışmalarda Oedipus göndermeleri sıklıkla gülünç bir korkuluğun aşırılığına indirgenir: Çocuğun normatif heteroseksüellik alanına girişinin sığ senaryosu. Bu retorik işlevi gerçekleştirmek için, Oedipus karmaşasına tutarsız işlevlerin bir çokluğu atfedilir. Şu tipik pasajı alıntılamama izin verin (alıntının sahibi nezaketen çıklanmayacaktır): Ödipal senaryoda, küçük erkek çocuk kendisini annesinden ayırmak ve bir yetişkin olarak büyümeye başlamak için annesini cinsel olarak ele geçirmeyi arzular. Bunu başarması için, cinsel rakibi olan babasını alt etmelidir. Diğer bir deyişle, çocuğu anneden ayıran babanın “kastre edici” işlevi değildir. Gerçekte çocuk aynı anda birbiriyle bağdaşmayan üç şey yapmalıdır: Annesini ele geçirmek/fethetmek, kendisini ondan ayırmak ve babasını alt etmek.”[1]

Psikanalitik teori ve pratiğin hemen her alanına yayılmış derin bir yarılmanın ifadesi olan, o yarılmanın bir kutbunu temsil eden -ileride daha ayrıntılı ele alacağımız- bu tavrı Zizek “resmi” ödipal normalizasyon anlatısı olarak isimlendirir.

Çocuğun ruhsal ekonomisinin değişimleri, hareketi ve doğrultusu imgesel işlevsellik kipinden simgesel olana doğrudur. Bilindiği üzere, insan varoluşunun iki farklı boyutudur imgesel ve simgesel. İmgesel düzeyde herbirimiz kendi benzer egolarına sahip bireyler olarak varoluruz. Ötekilerle aramızda herhangi belirgin bir ayrım yapmaz, ötekileri de kendimizinkine benzer saik ve motivasyonlarla hareket eden bireyler olarak görürüz. Öteki ile ilişkimin bir benzerim ile olan, bana benzeyen ötekiler ile ilişki düzleminden/kipinden çıkması/kurtulması olağanüstü bir değişimdir. Çünkü bu ilişki kipliği içinde “ben” ve “sen” olarak çağırdığım şeyler (egolar) arasında tayin edici bir sınır/fark yoktur. Farkın ve sınırın olmadığı bu birörneklik ve tekdüzelik evreninde kendi olma, kendi olmanın imkan ve sınırlılıklarını fark etme ve böylece -aslında kendi oluşu teyit edecek ve pekiştirecek olan- ötekini kendine özgülüğü içinde tanıma da mümkün değildir. Ötekine açılma, ötekini merak etme, öteki ile bağlar kurmanın yollarını aramadığım bir çoraklık ve kısırlık düzlemidir bu. Burada kendi kimliğimi/olduğum kişiyi, yalnızca öteki benzerimde gördüğüm şey temelinde algıladığım ve kurduğum bir sığlık ve yabancılaşma düzenine tabi ve tutsak haldeyimdir. Bir anlamda Oedipus-öncesi (pre-oedipal) olarak adlandırılan -ve yine bir anlamda narsisistik- dönemdir bu.

Diğer yandan bir de, “küçük farklılıkların narsisizminin”, benzerlerimle bir olma, böylece kendi özerk varlığımın tümüyle silinerek ortadan kalkması, yutulma, yok olma korkularının infilak edercesine ortaya saçıldığı düzey değil midir bu? Freud’un “tekinsiz” kavramıyla içermeye çalıştığı dehşet ve iğrenmenin, en yakın komşuya duyulan nefretin ip uçlarını arayacağımız yerde değil miyiz tam? Tekinsizin en müstesna örneğinden, yani ensestten yola çıkacak olursak eğer, bize en yakın olan şey aynı zamanda dehşet ve iğrenmenin nesnesi olan şeydir: “Ensestiyöz özne, sözcüğün gerçek anlamında evde duran/ikamet eden, cinsel partnerini dışarıda arama ihtiyacı duymayan öznedir, ve hepimizde korku ve utanç uyandıran gizli bir etkinlikle meşguldür.”?[2] 

Günümüzün korkunç etnik çatışmalarına/iç savaşlarına bir de bu açıdan bakılamaz mı?

Simgesel imgeseli kesintiye uğratarak ortaya çıkar. Kısaca söylemek gerekirse, Ödipalizasyon süreci ile eş zamanlı bir oluşumdur bu, ve tamamen yeni türde, radikal olarak farklı bir Ötekinin vücut bulmasıdır. Benimkinden tamamen farklı saik ve güçlerle, ve haberdar olmadığım bir bilgi temelinde işleyen bir mekanizma, opak bir oluşumdur söz konusu olan. Dilin ve yasanın ve bilinçdışının düzenidir simgesel. Gündelik hayatımın ötesinde yer alan bu imkansızlık alanıyla, kavrayışımın -ve hatta hayal-gücümün- sınırlarını aşan bu radikal ötekilikle karşılaşarak, kendimi mütemadiyen o sınırda tartarak, sınayarak kendim olurum. Sisifos metaforu/efsanesinin bir anlamı da budur belki: Kendi olmanın, kendini oluşturmanın/yaratmanın koşulu bir imkansızlığı göğüsleme, kendini o radikal ötekiliğe/yabancılığa açma, maruz bırakma cesareti ve azmidir. Bugünün, şimdiki zamanın terimleri ve bakış açısına göre tümüyle beyhude ve delice görülen onca şeyin, kendine-eziyet sayılabilecek onca çabanın ve ıstırabın en derin yüzünde bu vardır demek ki; kendini insan kılmak, kendi en derin insanlık çekirdeğini aşikar hale getirmek. Komünizm fikrinin, insanlığın en güzel ütopyasının köklendiği tarihsel yer de burasıdır belki.

*** 

Oedipus karmaşasının bir anlamı da budur demek ki: Ensestiyöz ve çatışmalı bir niteliğe sahip imgeselin yıkımına, ego imgesinin bütünlüğünün alt-üst edilmesine yönelik olmasındadır. Ödipal çocuk bir parçalanma fantazisinin öznesidir. Onun gerçekliğini yapılandıran budur. Sanki beden bütünlüğü imgesi etrafında meydana gelen ve imgesel bir yapı olarak başlangıçtaki parçalanmış bedeni (corps morcele) telafi/ikame eden çocuksu ego, onun tutarlılığı ve temelleri/sağlamlığı sorunlaştırılmaktadır. İnsanın zamanı çizgisel değildir çünkü. Önceki parçalanmış beden deneyimi, o travmatik moment geriye dönük olarak, demek bir tür hakimiyet ve anlam beklentisiyle yeniden ele alınacak, işlenecektir. Ruhlarımızın asla durulmayan ve yatışmayan eylemlilik kipidir bu, hep tekrar eden: kat edilen her yeni etapla birlikte, varılan her yeni evrede geçmiş de yeniden yazıma tabi tutulur, güncellenir. Her ileri harekete bir geri-dönüşlülük jesti eşlik eder. Sarmal bir zamandır ruhlarımıza hükmeden. Oradaki her olgunlaşma anına, her yeni oluşa, her ilerlemeye daha evvelki, daha “ilkel” zamanların gölgesi düşer durur. Saflık, katışıksızlık söz konusu değildir ruhlarımızda; var olan her şey iç içe, bir arada, eş zamanlıdır. Bu yüzdendir ki, bilinçdışında olumsuzlamaya ve zaman kavramına yer yoktur.

[1] Zizek, Organs without Bodies, Routledge, 2004, s. 80-81.

[2] Zizek, In Defense of Lost Causes, Verso, 2008, s. 80.