Hızlı Türkiye
Polat S. Alpman

Türkiye’nin hızlanması gerek. 

Bir şeylerden ya da birilerinden geri kalmış bir ülke olarak var olmaya daha fazla tahammül edemeyeceğinden mi, yoksa kendisindeki potansiyeli kinetiğe dönüştürmek zorunda kalmasından mı, bilinmez. Yine de geri kalmış bir ülkenin geriliğini gidermesi, epey yüklü bir kelime olan ilerlemekten çok, ilerdekileri yakalaması için kendine bulduğu tek yol. Çare yok, hızlanmak gerek. Çünkü yavaşlıktan bir şikayet var, yavaşlığı bir kusur, bir eksiklik, giderilmesi gereken bir arıza olarak görenler var. Bunun için hızlanmak gerek, ilerlemek için değil, bir şeylere, bir yerlere yetişmek için hızlanmak.

Hız kelimesi somut anlamı kadar bereketli metaforlara kapı aralayan bir kelime. Birçok sosyal bilimci için bu kelimenin ilk karşılığı modernizm olsa da fizik ya da hikmet-i tabiiye açısından hareket halindeki cismin yer değiştirmesinin zamana oranı olarak tanımlanır. Bir de sürat var. Sürat alınan yol ile ilgili, cismin birim zamanda aldığı yol. Hız negatif ve pozitif değer alabilirken sürat sadece pozitif değer alır. Hız bir vektör olduğu için yönü ve şiddeti var, oysa sürat vektör olmadığı için herhangi bir yön bilgisi içermez. Vektör ise belli bir başlangıç noktası, kuvveti ve yönü olan niceliksel bir doğru olarak tanımlanır.

***

Hız ilim-irfan meselesi için de önemli. Hızlı öğrenme kurslarından hızlı okuma kurslarına, üç günde Çince eğitiminden üç saatte hafıza geliştirmeye kadar uzanan silsile içinde kendine yer bulabilmiş olması hıza olan sarsılmaz inançtan kaynaklanıyor. Anlamaktan ya da üzerine düşünülmeye değer şeylerden söz etmek yerine, hızlıca edinilmesi gereken beceriler için gereken şey hız.

Çalışma ilişkilerinde de durum pek farklı değil. Soma’daki maden faciasından sonra gündeme gelen ‘hadi hadicilik’ bunun ilk akla gelen örneklerinden biri. Yakın zamanda yayınlanan ve Afrikalıların İstanbul deneyimlerinden söz eden “Çabuk Çabuk” [1] kitabında anlatılan ve Afrika’nın birçok farklı ülkesinden Türkiye’ye gelen göçmenlerin öğrendikleri ilk kelimelerden birinin ‘çabuk’ olması gibi. Hızlı olmaları şart, çünkü işlerin yetişmesi lazım, bunun için çabuk çabuk!

Hız kelimesinin yanına yakışan bir başka şey tren, hızlı tren. Gelip geçerken izlenemeyecek kadar hızlı olan trenlere yönelik ilgiyi açıklamak zor değil. Bir teknik, teknolojik yenilik olduğu için değil, yakalanan bir aşamanın tezahürü olduğu için değerli. Bir araç değil, bir değer, anlam, bütünlük bileşeni. Yolcularının çoğunun tren kadar değerinin olmamasının nedeni biraz da bu. Tren ya da ulaşım değil, hız önemli, yönünün artı ya da eksi olması kimsenin umurunda değil, hızı önemli, bu nedenle de yolda yaşamlarını yitirenler sıkıcı istatistiki veriler olmaktan başka bir anlam içermiyor. Kontrole, güvenliğe, denetime ve hatta raylara bile ihtiyaç duymayacak bir hız tutkusu.

Bir de “aşırı hız yine can aldı” şeklinde geçen klişe haber dili var. Kontrol edilemeyecek seviyeye erişen hızın ölüme sebebiyet verdiğini anlatan bu dil, hız ile can arasındaki ilişkiyi göstermek için aracı ve sürücüyü devreden çıkaran ve sorumluluğu hızın kendisine bağlayan bir anlatım. Hız can alır, öldürür ve geride kalanlar geride kalır.

***

Böyle yoğun mahiyete sahip olan bir kelimenin siyasete tercüme edilmemesi eksiklik olurdu, özellikle kendi hızından memnun olmayanlar için.

“Otobüsü kaçırmış bir milletin” varacağı bir yer varsa, oraya yetişmesi için yürümekten ya da koşmaktan başka çareler araması gerektiği hususunda toplumun çoğunluğu ikna olmuş durumda. Hızlanmak gerek, bedeli ne olursa olsun. Bedel… hep yaşama kast ediyormuş gibi duran bir kelime. Bu ürkütücü ruh halinin kimseleri -buna kendi de dahil- anlamaya gayret göstermeyen, hatta dinlemeye bile tahammül edemeyen nedensiz bir haklılık duygusuyla örülmesi tesadüf değil. Hızlanmak gerek, her şeyi çabucak halletmek gerek, çabucak. Bu duygu tarihe ve toplumlara yabancı değil ve bu duygunun siyasal egemenliği ele geçirdiği başka dönemler de vardı, bu da onlardan biri.

Türkiye’nin hızlanması gerektiği, istenen hıza ulaşmak için sistemi ve yönü değiştirmek gerektiği, kurumların hantallığının Türkiye’yi yavaşlattığı, bu nedenle sistemi değiştirmek gerektiği anlatılırken de hız merkezdeydi. Yeni sistem adil ve doğru kararlar ve uygulamalar için garanti vermese de hızlı olacağı kesindi. Hızla mesafe almak, hızın yönüyle ilgili bir tartışma yapmaya gerek duyulmaksızın, hızlı olmaktan haz alarak iş yapmak.

Hızlı karar almanın kendisine bir değer biçmek ve şipşak karar almamayı hantallıkla açıklamak, ikisi dışında bir seçenek üretememek ilerlemekle değil, kaçırılmış olanı yakalamak, ona yetişmek ile ilgili o meş’um illetin tasallutu. Yeni sistemi anlatırken seçmenlere sunulan şey de bu hızlanma arzusunun bir tezahürü değil miydi?

“Daha hızlı karar alacağız, tüm hizmetlerde sonuç odaklı olacağız. Tüm süreçlerde verim odaklı çalışacağız. Yeniliklere hızla adapte olacağız. … Adeta ‘bir anonim şirket gibi devleti yönetme kabiliyeti’ demişimdir. Bundan niye çekiniyoruz? Devleti yönetelim ki hızla mesafe alalım. … Bu çalışmada [Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi kastediliyor] hem kendi tarihimizdeki hem de dünyadaki yönetim modellerini inceledik. Ecdadımız bu tip yönetim pratiklerini uygulayarak, yüzyıllar boyunca milletimize hizmet etmiştir. Yeni yönetim modelinde yalın, makamların azaldığı, yeniliklere hızlı adapte olan … yürütmenin çok daha hızlı, pratik ve sonuç odaklı hareket” [2] ettiği bir sistemle yetişilmesi gerekenlere yetişilecekti.

Ecdadımızın yeniliklere adapte olma hızı tartışmaya epey açık olsa da pek bir yere yetişemediği sabit. Gelinen noktada elde epey hızlı bir şeyler var ve bununla bir yerlere vardığımız muhakkak. Hızlı Türkiye, yönü, istikameti, şiddeti konusunda eski Türkiye deneyimlerinden çok farklı olmayı başardı. Geçmişin hantallığının yerine hızlı Türkiye başarılı bir biçimde ikame edildiği için acıların, yasların ve hayal kırıklarının üstünden de hızla geçiliyor. Hiçbir yara sarılmadığı gibi onarılan hiçbir şey yok, buna gerek de yok. Giden gittiği ile kalıyor, olan, tıpkı geçmişte olduğu gibi, geride kalanlara oluyor.



[1] İstanbul’daki Afrikalıların gündelik yaşamlarından yoğun fotoğraflar eşliğinde kısa kesit sunan kitap için bkz. Doğuş Şimşek, Yusuf Sayman (2018) Çabuk Çabuk: İstanbul’daki Afrikalılar, İstanbul: Pencere.

[2] Haberin ayrıntısı için bkz. “Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni sistemi ilk kez anlattı!”, link: https://goo.gl/u4fX1t