Ece Ayhan Düzyazısında Avam ve Havas
Barış Özkul

Şiir yazmak dışında siyasî polemikleri de sevmesi Ece Ayhan’ı II. Yeni şairleri arasında özel kılıyor. Ancak bu polemikler çok zaman teorik-düşünsel bir tartışma zeminine oturmuyor: Ece Ayhan’ın elinde şecere ölçmeye yarayan bir cetvel var: bir Cumhuriyet bürokratının oğlu veya kızıysanız ondan geçer not almanız çok zor. Örneğin ilkin İsmail Dümbüllü sonra Şevki Şakrak adını taktığı Can Yücel; Hasan Ali Yücel’in oğlu olma "kabahati"nden ötürü Ece Ayhan’ın gözünde doğuştan lanetlidir. Mustafa Kemal’in “Sıfır nedir?” sorusuna “Sıfır sizin karşınızda bendenizim efendim” diye cevap verdiği için Hasan Ali Yücel’in Dragos’ta, Ankara’da evler, dükkânlar, arazilerle mükâfatlandırıldığı sonucunu çıkartan Ece Ayhan bunu Hasan Ali’nin oğlu Can Yücel’le ilgili bir değerlendirme ölçütüne dönüştürür: “Kalan ikizleri de -toplam üç çocuk- 40 yıl boyunca sürekli içtikleri, değiştirerek paralı sayısız sevgililer tuttukları halde mirası, daha doğrusu o artı-değeri ye ye bitirememişlerdir.” Bu şartlarda Can Yücel’in Ece Ayhan’dan takdirname alabilmesi için reddi-mirasta bulunması gerekmektedir.

Soykütüğü ve sosyal statü sınavını geçemeyen yazarlar Ece Ayhan’ın kötüler panteonunda yerlerini alırlar; esasen sınıfsal bir tepkiye dayanmakla birlikte birisinin düşünceleri ya da şiiri hakkında nesnel bilgiler vermekten uzak bir önyargı deneyidir bu: Bilmemkimin oğlu ya da kızı olduğu için, şu veya bu sosyal muhitte yetiştiği için birisini iyi ya da kötü ilan etme determinizmi Ece Ayhan’da bir avamilik savunusuna bağlanır. Avamilik savunusunu yalnız siyasette değil edebiyatta da kerteriz alan Ayhan sözgelimi Kasımpaşalı olduğu için Füruzan’a sempati duyar ve ona ısrarla Kasımpaşa’nın gerçekliğini yazmasını salık verir. Buna karşılık, dedesi Paşa olan Nazım Hikmet’in şiirini beğenmez. Erken Cumhuriyet’te komünist olma riskini alarak 12,5 yıl hapis yatan Nazım Hikmet’in düşüncesi ve şiiri Ece Ayhan’a göre son çözümlemede Kemalist söylem içinde kalmaktadır: “Nazım Hikmet şiirinin bilinenlere ve tekrar edilen görüşlere karşın, gerçekte sepet gibi gevşek örülmüş Cumhuriyet’le, temelde herhangi bir sorunu olmamıştır.” (Bir Şiirin Bakır Çağı, s. 61) Ancak “İstanbul’un ünlü ve büyük aileleri; saray artıkları, Ramazan aylarında kantolarla oyalanan geniş meşrepli ve geniş mezhepli zadelerin… konaklarda, yalılarda oturan mal mülk sahibi… ve uzak akrabaların” olduğu gibi kalmasını istedikleri bir “şiir imgesi ve şiir tarihi” içinde kıymetlidir Nazım Hikmet. Buna karşılık kira evinde şiir yazan Sezai Karakoç kıymetli bir şairdir. Eser, kişilik ve sosyal statü arasındaki ayrımları Ece Ayhan ciddiye almaz.

Onun açtığı çığırda ilerleyen eski komünist yeni AKP’li bir merhum şairin ömrünün son yıllarında Kasımpaşalı bir başka “Türk büyüğü”ne iman etmiş olmasına şaşmamak gerek.

***

Çok keskin, aynı zamanda kötücül bir zekâsı olan Ece Ayhan bir sivillik savunusu zannettiği bu avamilik savunusuna düşünce alanında dayanaklar arar ve İdris Küçükömer, Şerif Mardin, Mustafa Akdağ’dan okuduklarından Türkiye toplumuyla ilgili çeşitli sonuçlar çıkartır. Başköşeye “uçbeyi” diye anılan İdris Küçükömer oturtulmuştur: “Orhan Veli nasıl Cumhuriyet’te ‘şiirin yatağını değiştirmiş’se, İdris Küçükömer de 1960’tan (daha doğrusu Düzenin Yabancılaşması 1969’da dolaşıma girdikten) sonra Cumhuriyet’te tarihin ve düşüncenin temellerini altüst etmiştir.” (a.g.y., s. 72) İdris Küçükömer’in “sağ soldur, sol da sağ” formülünü kendi soykütüğü takıntısını (“avam-havas” ikiliğini) haklılaştıran bir hareket noktası olarak alan Ece Ayhan, Küçükömer’in teorik sorunsalıyla, “sağ mı sol mu” ayrımıyla uzun boylu ilgilenmez. Demirkapı ile Büyükada arasında “zenci kalma” konumunu seçen Küçükömer, ona kötüler çemberini genişletme imkânını verir. Bir Küçükömer’i sevenler-sevmeyenler ayrımı yapar: İbrahim Tatlıses’e benzettiği Yaşar Kemal’e Küçükömer’in düşüncelerini algılayamadığı için öfkelenirken Celal Bayar’ı Düzenin Yabancılaşması’nı okuduğundan dolayı sevip sayar ve sivillik payesiyle onurlandırır. 

Türkiye’de sağın sol falan değil basbayağı sağ olduğunun anlaşıldığı 2020’de İdris Küçükömer’in tezleri hâlâ tartışılıyor. Ancak Ece Ayhan için bu tezler doğruluk değerlerinden ziyade avamilik savunusuna katkılarıyla önemliydiler. Küçükömer, Türkiye’ye dair tezlerinin yanısıra 1950’lerde inşaatlarda amelelik yaparak okuduğu için kıymetliydi; tıpkı o yıllarda parasız yatılı okuduğu ve yazları Haydarpaşa Lisesi’nde kaldığı için Cemal Süreya’nın “Sivil Şair”lerden biri olmaya hak kazanması gibi. İdris Küçükömer bir paşazade, Cemal Süreya bir zadegân olarak yazdıklarını yazmış olsaydı Ece Ayhan’ın onlara aynı kıymeti vereceği şüphelidir. Bu ayrımı bazı yazarlar için (Enis Batur gibi) zaman zaman askıya alsa da aileden devrolmuş sosyal statü ve imkânlar Ece Ayhan’da hemen her zaman bir kötülük alameti olduğu gibi sivillikten uzaklaşmak anlamına da gelir.

Ece Ayhan aynı nedenlerle Mavi Anadoluculardan da nefret eder. "Çeyrek Sakal Prens Sabahattin Eyüboğlu" diye bahsettiği Sabahattin Eyüboğlu’nu bir Batı tekkesi kurmakla eleştirirken (“Batıcı bir tekkenin pöstekisinde oturan bir postnişin”) Mavi Anadolucuların, Tercüme Bürosu ve Köy Enstitüleri gibi kurumların da dolayımıyla egemen ideolojinin göbeğinde olduklarını ileri sürer. Ece Ayhan’ın bu tespiti gerçeğe uygundur. Mavi Anadolu, Cumhuriyet’in modernleşme projesine uygun şekilde yukarıdan aşağıya ve Ege Kıyıları’ndan Sarı Anadolu istikametinde yürürlüğe konacak bir hiyerarşik toplum mühendisliği ve toplum terbiyesini savunmuştur. Atatürk’le kurdukları ilişki de en temelde bir yarım Aydınlanma’nın işaretlerini vermektedir: Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü’nde Atatürk’ü Hektor’a benzetir, Melih Cevdet Atatürk için şiir yazar, Vedat Günyol’un bir Türk hümanizmi (milli hümanizma) iddiası vardır. Ece Ayhan, Mavi Anadolu’nun kapalı bir tarikata benzeyen seçkinciliğini eleştirmekte de haklıdır (“Mavi Anadolu tarikatı”nın turistik faaliyetler düzenleyip deniz yolculuklarına çıkması onu iyice kızdırır; turistik geziler, turist rehberliği Ece Ayhan’ın gözünde yine bir sosyal statü ve dolayısıyla kötülük emaresidir.)

Ece Ayhan, Mavi Anadolu’yla ilgili haklı sayılabilecek eleştirilerini yine son derece çürük bir temelden dile getirerek sosyal statüyü düşünce alanındaki yegane ölçüte indirger ve önyargılarla dolu bir nedensellik silsilesi içinde köşklerden, konaklardan bahsetmeye koyulur:

Sonra, bu Mavi Yolcular çoğunluğunun “zadegan” sınıfından olmaları ya da umran görmüş olmaları; köşklerde, konaklarda, yalılarda aşı boyalı çiftliklerde: Büyükadalar’da, Mühürdar’larda, Moda’larda, Kalamışlar’da; limonluklarda, seralarda –hatta saksı içinde bile–, Oxford’da, Lyon’da, Belçika’da, Almanya’da, Paris’te, Sorbonne’da… korunmuş olmaları ya da yetiştirilmeleri de bir rastlantıdır! (a.g.y, s. 64)

Ece Ayhan’a göre hakikate vasıl olmanın yolu konakta değil gecekonduda, yalıda değil kirada oturmaktan ve yazacaklarını orada yazmaktan geçer. Bunun bir eşitlik yolu olduğu da söylenemez: Alt sınıfların seferberliğiyle toplumsal dönüşümü hedefleyen bir siyasi ütopyası yoktur Ece Ayhan’ın. Salt tepkisel bir sınıfsallığı avamilik savunusuyla birleştiren; derin hınçlar ve fark yaralarından hareketle hakikati sosyal statü ile eşitleyen bir kaba materyalizmdir bu.

Ece Ayhan; bu kaba materyalizm temelinde birçok kişiye verip veriştirirken keskin zekâsını son derece dar bir “avam-havas” ayrımıyla sınırlandırır.