Tanrı'nın B Planı

Tanrı zar atmaz deniyor, peki ama ya bir B planı varsa? Yaşadıklarımız, görüp işittiklerimiz tek seçenek mi? Cevap ne olursa olsun, sıradışı düşünmeyi gerektiriyor. Bazen hamamda sabunlanırken, bazen elma ağacının altında uyuklarken akıl edebiliyoruz.

Serbest düşünme denilebilecek süreçler pek çok olanak barındırır. Algı, sezgi, zeka, duygu, his, bilgi el ele tutuşup dans ederse, ortaya çıkan fikirler insanın başını döndürür. İşte bu baş döndürücü süreçlerin birincisi rüyalar. Kendimizi daha iyi tanımak, hatta bir anlamda keşfetmek için üzerinde durup düşünmemiz gereken farklı bir dünya. Tanrı'nın B Planı'nın yazarı Nuray Tekin bu dünyaya dalmış ve rüyalarını yazmış.

Insanı insana tanıtan Freud'un da en önemli eseri 'Rüyaların Yorumu'. Psikanalizin babası sayılan ünlü bilim adamı, teorisini rüyalar üzerine inşa etmişti. Rüya çalışması süreçleri -yoğunlaştırma, yer değiştirme, ikincil düzeltme, sembolleştirme, temsil edilebilirlik- muhayyilemizin yaratıcı eylemleri olarak tanımlanır ve kullandığımız sözcüklerle sandığımız şeyden daha fazlasını söyleriz. Bilinçdışına dair ipuçları verir.

Psikanaliz için bilinçdışının bilimi derler. Bilinçdışı dilsizdir. Birtakım duygular, hisler, sezgiler, hayal meyal görüntüler yani. Mantıkla açıklanıp zamanla sınırlanamaz. Saftır. Yaratıcı bir kaynaktır da. Bilinçli farkındalığın dışında ortaya çıkan zihinsel olaylar, yani en altta kalan bilinç dışına ait olan her şey özel bir çabayla su yüzüne, açığa çıkarılabilir. Uzmanlar bu noktada bir ara düzeyden bahseder. Bilinç öncesi adı verilen bir geçiş yatağı; hem bilinç dışına hem de bilince açık bu koridorda dilin işlevi büyük. Hissedilen her şey kelimelere dökülür, düşünce süreçlerinin, duygu durumlarının netleşmesi, ad verilip bilince çıkması için bir anlamda çeviri yapılır. Önyargılar, bastırma mekanizmaları, sansür devreye girer ve bilinçdışını derleyip toplayarak kişisel, toplumsal açıdan kabul edilebilir düzeye getirir. Panik, utanç gibi sıkıntılı durumların yaratılması engellenir.

Bilinçdışının bilinçaltı değil, bizi biz yapan salt içerikten ibaret ve haz peşinde olduğu da söylenir. Hani şu ünlü içimizdeki haşarı çocuk. Laf dinlemeyen, denetlenemeyen arzular.

Rüyalar ise yine ünlü bir tabirle bilinçdışına giden kral yoludur. Gerçeğin merkezine yapılan bir tür seyahat. Alacakaranlık kuşağı. Yarı ölüm hali.

Genellikle yastığa başımızı koyunca, gün boyunca yaşadıklarımız gözümüzün önüne gelir. Hele de sorunlar çıktıysa, doluya koyarız almaz, boşa koyarız dolmaz. Modern insanın önemli sorunlarından biri de uyku. Bitki çayları, ılık sütler, içki veya haplar içilir, özel yataklar, yastıklar alınır, uyumak için çaba harcanır. Uykusuzluk, uyumakta zorlanma bence insanın kendinden kaçması gibi bir şey. Tabii ki bilinçsiz bir kaçış. Belki dayatılan hayata bedenin itiraz etme yöntemi, belki de bir iç isyan. Çünkü uyuyunca bilinçdışımız harekete geçer ve maddi gerçekliğin sınırları aşılarak talepler, arzular hız kazanır. Bazen korkuyla, ter içinde, bazen mutlulukla gülümseyerek kimi zaman nefes nefese uyanırız. Bilinçdışı rüyada kendini göstermiştir.

Herkes rüya görür, ama kimi hatırlamaz, ya da hatırlamak istemez veya önemsemediği için anında unutur. Eskiden rüya tabir kitapları vardı, şimdi internet siteleri aynı işi görüyor. Ne ne demektir, anlatıyorlar.

Saffet Murat Tura, Şeyh ve Arzu kitabına on yedinci yüzyılda Üsküp'te yaşayan Asiye Hatun'un Rüya Mektupları'ndan bahsederek başlar. Güçlü görülen, güç atfedilen bir insandan -şeyhten- güç almak, onaylanmak için görülen rüyalar söz konusudur. Freud'dan beri rüyalar bilimsel incelemeye tabi tutulur, kişilik analizleri yapılır, ama Saffet Murat Tura daha öteye geçer ve gündelik hayatın karmaşasına teslim olan insanı duraklatıp evrenle ilgili düşünmeye çağırır.

Nuray Tekin'in Düş Kayıtları, Tanrı'nın B Planı kitabını okuyunca Saffet Murat Tura'nın kitabına geri döndüm. Gerçek nedir, yoksa rüyada mıyız sorularıyla dolaştım. Ve yıllar önce, onaylanma ihtiyacıyla yanıp tutuşan kadınlardan bugünün onaylanma dürtüsünü tartışan, dayatılan kuralları alt üst eden kadınlarını düşünerek, oturdum bu yazıyı kaleme aldım. Temel sorum: Bizi biz yapan ne? Amacım: Nuray Tekin'i sizinle tanıştırmak.

Varlığın ne olduğunu anlamaya çalışan, rutin akışa teslim olmayan, aynı zamanda sıkıntılarını aşamayan, karar veremeyen, bunalan her insan rüyalarla ilgileniyor galiba. Kimi tefekküre dalıyor, istiareye yatıyor, kimi yoga veya meditasyon yapıyor, kimi de yazıyor.

Gündelik hayatın içinde, erkekler nedense pek ilgilenmez rüyalarla, hatta bu konuda küçümseyen bir ifadeyle konuşurlar. Bir anlamda kadınsı bir iştir rüya anlatmak, yorumlamaya çalışmak.

Nuray Tekin, rüyalarının peşinde koşan bir kadın. Üç hikaye kitabı var. (Tek Kişilik Ölüm. İletişim yayınları.1991 – Korkunun Yüzleri. İletişim yayınları. 1996 – Son El. Arkadaş yayınevi. 2002.) Kısa gotik öyküler yazıyor. Fantastik tasfirlerle, varoluş korkularını merkeze alan, ölüm ve yalnızlık girdabında sıkışan, bunalan insanları, melankoliye düşmeden farklı bir dinamikle anlatmıştı. Bu kez düşlerini yazmış, ama kitap salt düşlerden ibaret değil. Rüyaların kuralsız dünyasında bulabileceğimiz yaratıcılık da konuya dahil.

Yazar otuz yıllık zaman dilimi içinde kaleme aldığı düşlerinin sınırlarını aşmış, yaratıcılığın kaynağına inmiş, sorularına cevap aramış. Bizi 'yapan' asıl şey nedir, insanın gerçeği nerede yatıyor, diyerek yazmış. Edebiyat, bilim, sanat içiçe.

Yazarın ifadesiyle, kitap “bilincin normal çalışması dışında, henüz tam açıklanamayan çalışma biçimlerinin ürünlerini (düşler, bilinç akışı; sanki bu ikisinin karışımı gibi görünen gerçeküstücülerin izlediği yol; otomatik yazı ya da doğaçlama metinler vb.) bir araya getirme çabasının bir parçası.” Bilincin olağandışı hallerine dikkatimizi çekiyor, baska birçok olanağın yanı sıra, insanın kendini oluşturma sürecinde ideolojik yanılsamaların fark edilmesi, dolayısıyla da yok edilmesi üzerindeki ağırlıklı etkisini anlatıyor. Hayatı sorgulayan, farklı bakış açılarını önemseyen, yazıyla uğraşan herkesin ilgisini çekebilir. Üstelik kışkırtıcı bir yanı var. İnsan ister istemez kendi rüyalarını düşünüyor.

Kitap üç bölüm. Önce, kitabın yazılmasına neden olan temel düşünce ve duygular anlatılıyor; hem de farklı bir üslupla, özenli bir türkçeyle. Yazarın teorik olduğu kadar, sanatsal ve ideolojik yaklaşımını öğreniyoruz. Fikirler de, yazı da, halka halka ilerliyor.

İkinci bölüm; düşler. Bir mahalle baskınını anlatan rüyayla başlıyor. Yıl 1984; “Mahallenin sarılışı... Sevgilim N. ile baskın olacağını anlayıp, oluşturulacak çemberin dışına çıkmak için el ele koşuyoruz... Birkaç üstgeçitten geçiyoruz. Biri vuruluyor.” Sonra Tepebaşı'na benzer bir yerde evlerin yıkılması... Daha sonra çöl ve ardından havuzlu bir bahçede geçen rüya. Türlü çeşitli mekanlar, insanlar, zamanın olmadığı, mantığa sığdırılamayacak görüntülerle, olaylar, yani düş kayıtları...

Türkiye'de büyük şehirde yaşayan, hayatı sorgulayan bir kadının rüyaları. Hem ortak, hem değil, bir açıdan özel, farklı olan seziliyor, diğer açıdan içine doğulan kültürel, toplumsal yapı anlaşılıyor, açığa çıkıyor. Ve sorular, sorular...

Kitabın son bölümü düşlerden kaynaklanan, düşlerin bilişsel, düşünsel, kurgusal yanlarıyla edebi ve yaratıcı açılımlarına gönderme yapan metinlerden oluşmuş. Tavsiye ederim.

Edebiyat, dille uğraşmak özel bir sevgi ister. Kelimelerle yatıp kalkarsınız. Hani bazen “kafamda şimşek çaktı,” ya da “içime doğdu” deriz ya, altıncı histen, sezgilerden bahsederiz. İlham perileri gelir, gider... Ve çoğunluğun, yakın çevrenin değerleri yırtılıp atıldığı an farklı olan yakalanır. Kendi gerçeğimiz ortaya çıkar.

Gündelik hayatın hızına kapılıp şu koskoca evrende ne yaptığımızı, nereden gelip nereye gittiğimizi, ne olduğumuzu sormaz, düşünmezsek, yaşamı çok kısır, çok dar bir yere hapsetmiş oluruz. Karanlık içimize oturur. Sonuç depresyon, içki, haplar... Oysa herkesin durup soluklanmaya ihtiyacı var. Her zaman cevap bulmak için değil, sadece soru sormak için... Sorular da en yalın haliyle rüyalarda kendini gösterir. Rüyalarda mazeret olmaz, yalan söyleyemeyiz.

Rüyaların psikolojik, biyolojik içeriği, işleyişi, hedef ve amacı tümüyle anlaşılmış değil. Rüyalara “duyusuz algı”nın bir türü veya nesnesiz algı olarak da bakılabilir. Çeşitli inanışlara ve tahminlere neden olan, kimi insanların karar verme süreçlerinin vazgeçilmezi rüyalar, her zaman ilginç ve yoruma açık, tartışmalı bir alan. Psikoloji ekollerinin, parapsikologların ve deneysel spiritüalistlerin rüyaları farklı biçimlerde açıklama çabaları olmuş; ama ortak yargı insanın en doğruyu kendisinin bileceği. Rüyaların içeriğinin, işleyişinin açıklanması bilimsel açıdan varsayımlar düzeyinden öteye geçmez. Kısacası, rüyalar büyüsünü, esrarını hep korur belki de kollar, bize kapıyı hemen açmaz. Bir anlamda, gerçeğin karanlık dehlizleridir. Nuray Tekin, Tanrı'nın B Planı kitabıyla, fırlatıldığımız/düştüğümüz/doğduğumuz bu dünyada, kendimizdeki ötekini arayıp bulmamıza, düşünmemize yardım ediyor.

Düş kayıtları

Tanrı'nın B Planı

Nuray Tekin

Arunas Yayıncılık. 154 sayfa.

Kaynakça:

Psikanalizin Serüveni ve Çağrısı. Erdoğan Özmen. İletişim yayınları. 2003

Şeyh ve Arzu. Saffet Murat Tura. Metis yayınları. 2002

Yaratma Cesareti. Rollo May. Metis yayınları. 1987