AICA Türkiye Şubesi Başkanı Osman Erden ile Söyleşi: “Karamsar Olmanın Değil Gülümsemenin Zamanıdır”

13 Temmuz 2013 günü Taksim'deki protestolar sırasında darp edilerek göz altına alınan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi bölümü öğretim üyesi ve Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği / International Association of Art Critics (AICA) Türkiye Şubesi başkanı Yrd. Doç. Dr. Osman Erden ile gözaltı süreci ve Gezi direnişlerinin sanat alanındaki muhtemel yansımaları üzerine kısaca söyleştik.

Öncelikle geçmiş olsun. 13 Temmuz gecesi internette yayılan görüntülerde içimizi burkan bir durum söz konusuydu. Kayıp edilmemek ya da en azından "içerdeki" muhtemel kötü muameleyi bir nebze olsun azaltmak için adını haykıran bir öğretim üyesi, gömleğinde ve yüzünde kan var. Gözaltına alınmanın nasıl oldu, paylaşmak ister misiniz?

Teşekkür ederim. 13 Temmuz Cumartesi günkü Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği'nin (TMMOB) ani bir kanun ile yetkilerinin kısıtlanmasına karşı basın bildirisinin okunması için toplanılacaktı. Ben de destek olmak için İstiklal Caddesi'ne gittim. Caddeye vardığımda polis müdahalesi olmuş, akrep olarak isimlendirilen polis araçları plastik mermi sıkıyorlardı. Mermilerden biri bana da isabet etti. Bir kafede dinlendikten sonra yeniden İstiklal Caddesi'ne çıktım ve bir süre sonra gözaltına alındım. Gözaltına alınırken çeşitli darplar aldım.

Peki, karakolda durum nasıldı, salıverilmeniz nasıl gerçekleşti?

Gözaltına alındıktan sonra herhangi kötü bir muamele görmedim. Sağlık muayenesinin ardından Kasımpaşa Karakolu’na götürüldüm. Karakolda MSGSÜ Rektörü Yalçın Karayağız ve Sosyoloji Bölüm Başkanı Ali Akay beni bekliyordu. Keza hem İstanbul Barosu’nun görevlendirdiği hem de benim arkadaşlarımdan oluşan çok sayıda avukat da oradaydı. Nöbetçi savcıya ulaşamayan komiser sanırım bana destek vermeye gelenlerin de etkisiyle inisiyatifini kullanarak beni gece üç civarında serbest bıraktı. Komiserin sanat koleksiyoneri olması, önündeki masada müzayede katalogları olması gecenin en enteresan ayrıntısıydı bence.

/

Genellikle Gezi sürecini yakından takip eden, halihazırda eylemleri destekleyenlerin aklına gelmeyen bir soru, eminim sizin için endişelenen onca öğrencinizin en azından ailelerinden bir kısmının aklına gelmiştir: "Ne işi varmış orada?" Sahiden bir akademik personel neden bu protesto eylemlerine katılır? Bir sanat tarihçisinin Gezi eylemlerinde "işi nedir?"

Aslına bakarsanız bir akademik personel veya bir sanat tarihçisinden ziyade İstanbul’da yaşayan bir kentli olarak bu eylemlere katılıyorum. Yine de şunu vurgulamakta zannedersem fayda var: Son yıllarda özerk olması gereken üniversitelere iktidar tarafından yapılan müdahaleler, üniversite iradesini hiçe sayan atamalar, bilimsel araştırmaları, ifade özgürlüğünü kısıtlayan baskılar söz konusu. Sanat bölümlerine ırkçı "akademisyen"lerin atandığı bir dönemdeyiz. İktidarın genel politikalarının yanı sıra kendi alanlarındaki gelişmelerden kaygı duyan akademisyenler sokağa çıkarak tepki gösterme ihtiyacı duyuyorlar.

Eylemlerin ilk gününde ressam Mehmet Güleryüz'ün DİSK önlüğü ile bir direğe yaslanmış, üstü TOMA'dan sıkılan su ile ıslanmış, gaz bombasının etkisi ile zar zor nefes alırken çekilmiş bir fotoğrafı yansımıştı; sahiden de süreç boyunca bir çok sanatçının etkin katılımı vardı eylemlere... Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Sanatçıların, İçişleri Bakanı tarafından potansiyel terörist olarak nitelendirildiği, galerilerin basıldığı, sanatçıların bıçaklandığı, Başbakan beğenmedi diye heykellerin yıkıldığı, kamuya ait sanat kurumlarının ortadan kaldırılmaya çalışıldığı bir dönemdeyiz. Sanatçıların bugüne kadar çok da ifade etmedikleri ama Gezi eylemleri aracılığıyla buna fırsat buldukları tepkileri söz konusu. Diğer yandan Kutluğ Ataman gibi Gezi eylemleri sürecinde iktidara destek veren sanatçılar da yok değil.

Bu noktada, hazır sizinle söyleşme fırsatı bulmuşken Gezi sürecinin sanat alanındaki potansiyel yansımalarına değinmek isterim. Bu denli büyük toplumsal bir olayın sanat alanında yansıması olmasını beklemek normal sanırım...

Elbette bir yansıması olacaktır. Tarihte hep olduğu gibi. Fakat Gezi sürecinde bir farklılık söz konusu. Sanat tarihinde örneğin Fransız Devrimi'nden önce devrimi muştulayan sanatçılara rastlıyoruz. Gezi ise kendiliğinden bir şekilde gelişti ve sanatçıları da şaşkınlığa uğrattı. Toplumsal bir olayın sanatın önüne geçmesi durumu var. Son yıllarda iyice kurumsallaşan, şirketlerin ayırdığı fonlar tarafından şekillendirilen, piyasanın gündemi belirlediği bir sanat ortamı var. Sanat, kültür sayfalarının değil ekonomi sayfaları veya sosyete sayfalarının konusu oldu. Gezi sürecinin bu gidişata müdahale edeceğini düşünüyorum. 2000'li yılların başlarında ortaya çıkan lakin birkaçı dışında uzun ömürlü olmayan sanatçı inisiyatiflerinin yeniden belireceğini ön görmek yanlış olmayacaktır.

Peki nasıl bir yansımadan bahsediyoruz? Politik bir sanatın kendi tahakkümünü biçimsel olarak dayatmasını mı, yoksa politik referansları olan ama kendi biçimini ve biçemini koruyan bir sanat mı?

Politik bir sanatın kendi tahakkümünü biçimsel olarak dayatması söz konusu olmayacaktır. Uzun bir süredir böyle bir dayatma zaten Türkiye sanat ortamında söz konusu değildi. Gezi sürecinin en önemli özelliği tekilliklerin kendinden ödün vermeden bir araya gelmesi. Bu süreç sanata da yansıyacaksa bu özelliği ile yansıyacaktır. Önümüzde kamusal alan temalı İstanbul Bienali var. Bu çerçevede küratör Fulya Erdemci'ye önemli sorumluluk düşüyor. Sanatın Gezi sürecini nasıl algıladığının ilk emarelerinden biri Bienal olacak. İstanbul Bienali miadını doldurdu mu yoksa evrilerek devam edecek mi sorusunu ortaya koydu Gezi süreci.

Peki bu durumda Türkiye’de çok yaygın olmayan ifade biçimlerinin kitlesel bir alımlanma olasılığı doğdu mu sizce? Sözgelimi #duraninsan eylemleri ile performans sanatı kitlesel bir form aldı bir süre için, ama buna benzer üretimlerin/yaratımların sürekliliği sağlanabilecek mi?

Joseph Beuys'un genişletilmiş sanat kavramı çerçevesinde düşünebiliriz bu sorunun cevabını. Gezi sürecinde herkes sanatçıydı çünkü yepyeni, yaratıcı bir muhalefet biçiminin üretilmesine herkes katkı sağladı. Yepyeni ilişkiler şekillendirildi, farklı bir ortak yaşam formu oluşturuldu. Duran insan eylemi bu süreç içinde elbette önemli ama ufak bir ayrıntı. Kendini sürekli olarak yeniden üreten, geleneksel baskı yöntemlerine karşı yaratıcılığı ile karşı koyan bir "form"dan bahsediyoruz. Bunun sürekliliği söz konusu olacaktır.

Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Tekrar geçmiş olsun. Eklemek isteğiniz bir şey varsa onunla bitirelim.

Ben teşekkür ederim. Şunu ifade etmek isterim ki, bambaşka bir muhalefet biçimine karşı ne yapacağını bilemeyen, afallamış, şuurunu kaybetmiş bir iktidar karşımızda. Bu yüzden gittikçe daha yoğun şiddete başvuruyor. Kayıplara karşın her zaman umutlu olmalıyız. Karamsar olmanın değil gülümsemenin zamanıdır.