Sakin
Tanıl Bora

Kemal Can, son yazısında, ötesini berisini düşünmeden, her cümlede eli daha yükselterek, toptancı hükümlere doğru koşma istidadına karşı ikazda bulunuyordu. Linççi ‘duyarlılığı’ çoğaltan bu istidadın, bir ötekiler, bir başkaları değil, “biz”ler arasında kök salmasından yakınarak…. Sevilay Çelenk’ten nakille, kendimizi sakinleştirme lüzumuna dikkat çekerek (bkz.).[1] 

***

Keep calm and carry on”: Sakin ol, işine bak. Belki daha doğrusu: Sakin ol, işine devam et. Daha yalını: Sakin ol, devam! 1939’da Britanya hükümeti tarafından savaş karşısında “millî mukavemeti” ve morali güçlendirmek için kullanılmış bir slogan, bu. Gayet ‘İngiliz’ bir hamaset: yalın, tok ve güvenli. Sebatkâr.

2000 yılında, bu sloganla hazırlanmış, tasarımı da gayet sade olan poster yeniden keşfedildi. Kısa zamanda muazzam bir nostalji şöhreti kazandı, çeşit çeşit eşantiyonu çıktı, günlük dile yerleşti. 2008 ekonomik krizinden sonra iyice infilâk ederek şöhretinin zirvesine çıktı. (link)

Bu şöhret, bir yanıyla, kötü şöhrettir. “Keep calm and carry on”, iktidarların kriz idaresini simgeleyen bir sinizmin ifadesi, o yanıyla. Nitekim, onu alaya alan birçok tamamlayıcı slogan doğdu: Sakin ol ve dua et, sakin ol ve çikolata ye… keep calm and fuck off’a kadar yolu var.

Ve tabii kontra’sını da doğurdu: Don’t keep calm, sakin olma! Bunun da “…40’ını geçtin artık” gibisinden mavraları bol olmakla beraber, iktidar ve statüko sinizmine karşı eyleme geçmeye çağıran versiyonları da vardır. Sudan’daki açlık felâketine karşı kampanyanın sloganının “Sakin olma, harekete geç” olması gibi… Wall Street’ten başlayan protesto ve işgallerinde “Keep calm and occupy” sloganının kullanılması gibi: Sakin ol ve işgal et.

***

Sakin kelimesinin bazı etimolojik akrabaları da, onu gözden düşürebilir. Miskin’le akrabadır – gerçi tasavvufta muteber bir hal, ama zamanımızda ‘savunması’ zor... Teskin’le akrabadır – gerçi, sakin olup düşününce, insanın ona da ihtiyaç duyduğunu kim inkâr eder? Ama kastettiğim, eylemsizlik, teslimiyet ifade eden çağrışımları var sakin’in, onu itibarsızlaştıran.

Sakin olma telkinine, haklı öfkeleri bastırıyor, uyuşturuyor diye, konformist bir tavrı arkalıyor diye kızanlar çoktur.

Bir zamandır “sakin” sıfatının, “sakin ol”un kısaltması olarak bizzat filleşmesi de, onun konformist kullanımının bir alâmeti sayılabilir. Fiilleşmiş “sakin”de, her hareketi, her teşebbüsü boşunalaştıran, onu alaya alan bir eda var zira. Adeta, dublaj Türkçesinin “Hey dostum, sakin ol, ha!”sını taklit eden bir alaycılık. 

Sükûnet çağrılarının bu sicili, evet, ifrit edebilir insanı… Bu yüzden, sakin olmamak, öfke teşhiri, bizzat haklılık ikamesi gibi görünebilir. Görünebiliyor.

***

Yani, biz yine sakin olalım… Sakin olmanın sahih anlamını yitirmeyelim: Sinirlerini ve heyecanlarını denetleyebilerek, soğukkanlı, üzerinde düşünerek, ‘gaza gelmeden’ eylemek…

Pınar Öğünç, Gezi protestolarında, “Sakin!”in ne kadar fazla kullanıldığına dikkat çekmişti. Öncesinde, “birilerinin ‘Sakin...’ demesinin gerçekten insanları sakinleştirdiğini bilmiyorduk,” diyordu (link).

Demek, eylemekle sakin olmak, birbirini dışlamaz, aksine birbirine iyi gelir.

Arap Baharı devrinde, Mısır’da Tahrir meydanındaki protestoların en güçlü sloganlardan biri: “Silmiyya” idi. Keza Yemen’de de… Arapça salim’den geliyor, “sağ salim”deki salim: sağlıklı, emin, güvenli, hasarsız. Aynı zamanda kesin, aşikâr, mükemmel. Silm kökünden geliyor, İslâm kelimesinin de kökü. Pratik kullanımında, hem barışçılığa, hem sakin olmaya açılan bir salim, bu.

Judith Butler da, son yılların beynelmilel protestolarını analiz ederken, bu sloganın sadece muhalefetin barışçılığı belirtmekten ibaret olmadığı kanısındadır. Silmiyya, iktidarın askerî-polisiye şiddetine kapılmayıp, buna büyük hedefin, yani demokratik dönüşüm talebinin bilinciyle ve ruhuyla karşı koymayı ifade ediyordur. Şiddet sarmalı içinde sabrı ve sükûneti yitirmemeyi ifade ediyordur. Butler, sloganın, görünüşte eylemden (reaksiyoner şiddetten) alıkoymak, ama aslında farklı bir eyleme sevk etmek üzere kullanılmasından etkilendiğini söyler: herkesin birbirini gözetip kolladığı eşit bir cemaat oluşturmaya dönük kurucu eylem.[2] 

***

Sakin’in bir anlamı daha var. Mesken’den, meskûn’dan bileceğiz. Bir yerde ikamet edip yaşayanları anlatır: oranın sakinleridir, onlar. Osmanlı tarihçiliğinde ve devlet evrakında sekene, dedikleri: Ahali, nüfus. Bir yerin halkı… Millet, cemaat vb. Ethos’uyla kostaklanmayan, yüksüz ve alabildiğine kırılgan bir terim, bir insan topluluğu için. 

Sakin olma’yı, bir de buradan düşünün. Buranın, bu memleketin, bu şehrin, bu havalinin sakinleriyiz. Evet, pek yalın, kimlik kıyafetlerinden ari cıbıl haliyle, pek kırılgan. Ama inadına gerçek. Kanlı canlı. Yeterince ağır - ‘yerinde’ ağır: Buralıyız, buradayız, burada kalacağız! 

Bir yerin-yurdun insanlarının özneleşmesinin, bir Ethos’a bürünmesinin, bir kimlik kuşanmasının en sahih demokratik koşulu bu olmamalı mı: onların, en yalın ve kırılgan halleriyle, sakinler olarak varlığını ve hukukunu gözetmek. Bu yalın ve kırılgan halin gerçekliğini, gürültüye getirtmemek…

***

Barış Bıçakçı’nın kendi gibi Ankara sakini olan romanı Bizim Büyük Çaresizliğimiz’in filminin müziklerini de yapan Ankara doğumlu rock grubu Sakin’in (1999-2011), “Eksik Şarkı”sıyla (link) bitirelim – aşkın sakin gücüyle: “Sonra bir kalp buldum/ Benimkini ona koydum/ Yorulmadım düşünce tutmaktan/ Ama sarılmadım canıma estikçe…



[1] Ahmet İnsel de güncel politik bağlamda yazmıştı benzer şeyleri: bkz.. Sezen Aksu, ta 1992’de yazdığı şarkıda dediydi: “Sakin ol/ Sinirlerine hakim ol.”

[2] Judith Butler: Anmerkungen zu einer performativen Theorie der Versammlung. Suhrkamp, Berlin 2016, s. 121-2. [İngilizce orijinali: Notes Toward a Performative Theory of Assembly, 2015]