İnsansız, Davetsiz ve Sahipsiz Bir 30 Ağustos

Bugün karşımızda olan rejim, yeni bir Türkiye’nin kurucu iktidarı olmaya çalışan AKP rejimi. Kurucu iktidar olmasının yolu ise, Kemalist (birinci) belleği bertaraf edip, yerine geçerek kendisini (AKP rejimi) ikinci resmî belleğe dönüştüreceği bir ulusal köken anlatısı ve anlam borcu yaratmak. Bunun bir yolu da toplumsal bellek çalışmalarının temelini oluşturan bir alan olarak anma törenleri. Performatif bir süreç halinde işleyen, bu yüzden de tümüyle katılımcının iradesine yaslanır gibi görünen anma törenleri aslında devlet aklının işletildiği bir sahne olarak karşımıza çıkar. Bu törenlere iştirak etmek, kurucu iktidarın belirlediği ulusun köken anlatısı ve varoluşunun anlamı etrafında içselleştirilmiş bir birliğin oluşturulmasına aracılık eder. Bu yüzdendir ki törenler, hem Kemalizm ile AKP arasında süregelen bellek mücadelesinin cereyan ettiği yerlerdir, hem de mevcut rejimin hegemonya kurma sorununa hizmet eden ilişkilerin (rıza, itaat, sadakat, sesli ya da sessiz onay, sevgi bağları) pekiştirildiği vesilelerdir. Bu yazının da konusu, birkaç gün arayla kutlanan 26 Ağustos Malazgirt Zaferi ile 30 Ağustos Zafer Bayramı törenlerini karşılaştırarak, AKP’nin kurucu iktidarı olduğunu iddia ettiği Yeni Türkiye’nin ruhunu anlamaya çalışmaktır.

İktidarın Yeni Osmanlıcılık anlatısına uygun olarak, 26 Ağustos Malazgirt Zaferi yoğun katılımlı ve çeşitlendirilmiş kutlamalarla öne çıkarılırken; 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları salgın gerekçesiyle son anlara kadar muallakta bırakılmış ve sönük bir şekilde kutlanmıştır. Bu vesile ile AKP’nin geçmişte değişik gerekçelerle iptal ettiği resmî bayramlar hatırlanmış, AKP savunucuları bu iptallerde bir kasıt aranmasının yanlış olduğunu dile getirmiş, Kemalist kesim ise ortada bir art niyet olduğunu iddia etmiştir.

Peki, bu iptaller neydi ve iptal kararını alan iktidar ikircikli bir tutum mu takınıyordu? Birkaç örnek üzerinden anlamaya çalışalım. Cumhuriyet Bayramı’nın kutlanacağı 29 Ekim 2011’de Van depremi ve Hakkâri’de 24 erin şehit olması dolayısıyla ulusal yas ilan edilmiş, bu gerekçeyle Anıtkabir ziyareti dışındaki tören uygulamaları iptal edilmişti. Fakat yası ilan eden devlet erkânı aynı akşam, Bakan Zafer Çağlayan’ın oğlunun düğününe katılmıştı. Benzer biçimde Mayıs 2013’te yaşanan Reyhanlı saldırısı sonucu 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı kutlamaları iptal edilirken, devlet erkânı bu kez de Burhan Kuzu’nun oğlunun düğününde buluşmuştu. 2011 yılında 19 Mayıs törenlerine soğuk algınlığı gerekçesiyle katılmayan Erdoğan, aynı gün Siirt’e giderek bir miting gerçekleştirirken, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında ise 30 Ağustos Zafer Bayramı, “toplum travmatize” gerekçesiyle iptal edilmişti. Bu tarihten dört gün önce kutlanan Malazgirt Zaferi’nin yıldönümünde ise “Yavuz Sultan Selim Köprüsü” bizzat Erdoğan’ın katıldığı büyük bir törenle hizmete sokulmuştu.

AKP’nin Kemalizm ve hegemonyasının kurulma aracı olan resmî bayramların performatif kutlamalarına yönelik iptalleri ne sadece “iptal” ne de “tutum” sorunudur. AKP yönetimi, rejimin eğitimden, yani bellek oluşturma süreç ve faaliyetinden sorumlu olan kurumu olan MEB eliyle eski rejimin resmî bayram kutlama törenlerini giderek ciddi bir sistematiğe bağlı kalarak, hem bir siyasaya (policy) hem de siyaset muhtevasına dönüştürmüştür.  Kemalist belleğin mihenk taşlarından olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, MEB’in 2017 yılında okullara gönderdiği belirli gün ve etkinlikler çizelgesinden çıkarılırken, AKP tarafından Yeni Osmanlıcı tarih anlatısının dönemeçleri olduğu söylenen 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü ve 29 Mayıs İstanbul’un Fethi’nin Yıldönümü çizelgeye eklenmiştir.

Bu sistematiğin oluşturulmasına yönelik örneklerin giderek ciddiyet kazandığını ve çoğaldığını görüyoruz. Üstelik kutlamaların etkileyiciliğini daha üst düzeye çıkarma amacıyla, AKP’nin hayli ironik bir senteze başvurduğunu da belirtmek gerek: Pandeminin sürmesine karşın, 26 Ağustos günü, Malazgirt Zaferi’nin 949. Yıldönümü, Bitlis Ahlat’ta Bilal Erdoğan’ın kurucusu olduğu Okçular Vakfı tarafından düzenlenen etkinlikler ve belediyelerin, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının, sekiz bakanlığın desteği ve bizzat Erdoğan’ın katılımıyla, kutlandı. “Ecdadın” mezarlarını ziyaretle, yani geleneksel performansla başlayan etkinlikler, daha sonra, AKP rejimi tarafından büyük ölçüde geriletilen, ancak Kemalist varoluşun, belleğin, değerlerin ve kurumların en birincil bekçisi olan ve daha çok Cumhuriyetçi/Kemalist söylemin resmî bayramlarında görmeye alışık olduğumuz Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın akrobasi timi Türk Yıldızları tarafından gerçekleştirilen gösterilerle devam etti. Kutlama, halkın katılımını sağlayan ecdat sporu ok atma yarışının yanı sıra masa tenisi, golf, badminton gibi modern sportif faaliyetlere de yer verildi. “1071 Sultan Alpaslan Otağı”nın kurulduğu Çarho mevkiinde, zaferin başkomutanını anmak için 121 dönüm alana traktörle 442’ye 275 metre çapında büyük bir Sultan Alparslan silueti çizildi. Erdoğan, Berat Albayrak gibi önde gelen AKP siyasetçileri de yayımladıkları mesajlarla zaferin komutanı Alpaslan’a, ismini anarak, minnet borçlarını dile getirdiler.

İktidarın, bir başka rejimin alt kültürünü/belleğini çökerterek onun yerine kendi altyapısını yerleştirme amacı doğrultusunda, kutlamalar bağlamında başvurduğu yöntemlerin tutarlılığı, ikna gücü ve sonuç getirme şansları konusunda ne söylenebilir? İlk işaret edilmesi gereken husus, pandemi konusunun hemen hemen her vatandaşın açıkça kavrayacağı bir biçimde siyasallaştırılması ve istismar edilmesidir. 81 ilin valiliklerine bir genelge gönderilerek, 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarına pandemi gerekçesiyle yasaklama/kısıtlama getirilmesine karşın, muhalefetin elindeki bazı yerel yönetimler, pandemi koşullarında da olsa, kutlamaların gerçekleştirileceğini duyurdu. İktidarın 30 Ağustos’u kutlamaya yönelik “isteksizliği”ne dikkat çeken eleştiriler karşısında saray yönetimi, siyasal taktiğini devreye sokarak, “vesayet odaklarını kışkırtmak isteyenlerin” suni rejim tartışması yaratmak istediği cevabını üretti. Akabinde ise yönetim, kutlamaları aylar öncesinden planladıklarını ve planlandıkları şekilde gerçekleştireceklerini 30 Ağustos’a bir gün kala duyurdu. Kutlamalar, muhalefet liderlerinin de katıldığı devlet erkânının Anıtkabir ziyaretinin ardından, başkomutan sıfatıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 30 Ağustos tebriklerini Külliye’de kabul etmesiyle devam etti. Zira rejimi “militarist” özelliklerinden arındırma iddiasıyla, 2012 yılında yapılan bir değişiklikle 30 Ağustos kutlamalarının ev sahibi başkomutan sıfatıyla cumhurbaşkanı olmuştu.

AKP, yine 2012 yılında çıkardığı tören yönetmeliği ile bir dizi değişikliği daha uygulamaya koydu. Bu değişikliklerin asil amacı, ancien regimein anlam ve varoluş gücünü belleklerden silmek olsa da, iç ve dış çeşitli siyasal dengeler ile Kemalist ruh ve değerlere sahip hatırı sayılır bir nüfusun hâlâ var olması, bütün otoriter kestirmeciliğine rağmen, Erdoğan rejiminin Kemalizm’i dobra dobra reddiyesini engelliyor. Dolayısıyla, başvurulan yöntemlerin çoğu, samimiyet içermeyen tevilci ve biraz irdelemeci, herhangi bir vatandaşı ikna etme gücüne sahip olmayan muhtevalardan oluşuyor: 23 Nisan ve 19 Mayıslarda seçilen öğrencilerin görevli olduğu stadyum kutlamaları, öğrencilerin hem derslerinden geri kaldıkları hem de soğuk hava koşullarında hasta olacakları gerekçesiyle kaldırıldı. Ayrıca katılımcı ile düzenleyicinin bir bütün haline getirilmesini amaçlayan tören ruhunun aksine, törenlerde Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Opera ve Balesi’nde, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda, Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çok Sesli Korosu’nda ve Mehteran Bandosu’nda yer alan profesyonel sanatçıların görev almasına karar verildi. Uzmanlaştırılmış kadrolarla, ehil ellere teslim edildiği düşünülen bu yeni tören pratiği, Kemalizm’in törenler üzerinden oluşturmayı amaçladığı duygudaşlık, ortaklık ve birlik anlayışına ket vurur. Çünkü bu yeni düzenleme ile Kemalist rejimin içselleştirilmesi ve gelecek nesillere aktarılmasında gençler, çocuklar gibi rejimin taşıyıcısı olarak görülen toplumsal kesimlerin tören işleyişine, dolayısıyla törene yüklenen anlama aktif katılımı engellenmiş olur.

Nitekim kendi kültürel altyapısını başka bir resmî söyleminkini kovarak oluşturmayı temel siyaseti yapan AKP iktidarının, bu amacı sağlama konusunda gösterdiği “sosyolojik anlamdaki teknik” başarısızlığı, törenlerin estetikten arındırılmış, etkileme gücü olmayan, ilkel sayılabilecek sentezlere başvurarak kendi kendini sabote etmesine de neden olmuştur. Biz de bunun bir örneğini bu yıl Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde düzenlenen 30 Ağustos “Zafer Konseri”nde deneyimlemiş olduk. Erdoğan, âdet olduğu üzere gündüz Kara Harp Okulu mezuniyet törenine katılsa da, ikametgâhının da içinde bulunduğu Külliye’de gerçekleştirilen konsere ev sahibi olarak ne kendisi ne de devlet erkânından kimse katıldı, sahneye yine “melez” bir müzik tarzının ve görünümlerinin hakim olduğu görüldü. Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Bando Komutanlığı ile Milli Savunma Bakanlığı Mehteran Birliği ve Armoni Mızıkası Komutanlığı sanatçıları ayrı bölmelere yerleştirilerek çeşitli marş ve türküleri kimi zaman ayrı ayrı, kimi zaman hep beraber icra etti. Bandoların arasında sancak taşıyan üniformalıların yanı sıra, eski Türk devletlerini/Osmanlı’yı hatırlatmak için yerleştirildiği izlenimi yaratan kostümlü figüranların görüntüsü de sıklıkla ekrana yansıdı. Aralarında cumhurbaşkanlığı forsu, ay yıldız motifi ve Mustafa Kemal’in Kocatepe’deki silueti gibi Milli Mücadele’yi ve 30 Ağustos Zaferi’ni temsil eden figürler ışık şovlarıyla gökyüzüne yansıtıldı. Böylece muhalefetin, hemen hemen her fırsatta Fatih’e, Yavuz Sultan Selim’e, Alpaslan’a duyduğu anlam borcunu dile getiren Erdoğan’ın Atatürk’ün adını anıp anmayacağına dikkat kesildiği bir resmî bayram daha Atatürksüz tamamlanacakken, indirgemeci ve melez bir formda bir siluet olarak da olsa Atatürk de anılmış oldu.

30 Ağustos’un başkomutanı M. Kemal’i anmayı erteleyen AKP iktidarının, fırsatçı bir yöntem seçerek, konserin sonunda M. Kemal’in “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, İleri” emrine yer vererek, gerilimli Doğu Akdeniz politikasını M. Kemal’in Kocatepe’deki siluetinin ışığında meşrulaştırdığını not etmek gerekir. Ertesi gün konsere yönelik yapılan haberlerde ise kendisini Kemalizm’in konumuna ikame etmeye çalışan iktidarın Kemalizm’le sınanmasının tuhaf bir cilvesi olarak daha çok M. Kemal’in gökyüzüne yansıtılmış silueti kullanıldı.

Geldiğimiz noktada AKP, 23 Nisan’ı, 19 Mayıs’ı, 30 Ağustos’u salgın gerekçesiyle insansızlaştırarak geçiştirirken; 30 Ağustos’a getirilen kısıtlamalar üzerine açıklama yapan AKP’nin genel başkan yardımcısı Mahir Ünal’ın, mesele 15 Temmuz’a gelince,  kutlanmamasının toplumsal sonuçları olacağı sözlerini hatırlayalım: İktidar, 26 Ağustos Malazgirt Zaferi’nin kutlanması için tüm imkânları seferber ederken, 30 Ağustos Konseri’ni melez yapılı bandolar ve üç yüz insansız hava aracı eşliğinde kutlamakla yetindi. Bir anlamda töreni davetsiz, insansız ve sahipsiz kutlayarak, Kemalist anlatıyı ruhsuz bırakmaya çalıştı. Ne var ki, Alpaslan siluetini alana kazır, Doğu Akdeniz’deki sondaj gemisine Fatih’in adını verirken, kurucu iktidar olarak Kemalizm’i kendi politikalarını meşrulaştırıcı bir araç olarak kullanmasının büyük bir ironi olduğunun farkına varmadı. Belki de sıkça başvurduğu fırsatçılık stratejisi yüzünden bu ironiyi görmezden geldi. Tabii çelişkileri, tutarsızlıkları, istismar ve başarısızlıkları ile “Yeni” bir Türkiye’yi kurma konusunda sosyolojik anlamda teknik bir beceriye ve özgün bir ruha sahip olmayan iktidarın en büyük avantajının bu ve benzeri pek çok ironik sorunu “layığıyla” gündeme getir(e)meyen bir muhalefet olduğunu da belirtmek gerekir.