Demokrasi Demokrasi Dedikleri...

Çağımızın tek meşru siyaset yapma biçimi demokrasi, her ne kadar yıllardır dillere pelesenk olmuşsa da ülkemizde yeni anlam kazanır oldu. Esasen demokrasiyi yeniden ele almak siyaset bilimi literatünün önde gelen tartışma konularından. Her zaman bir sıfata ihtiyaç duyan demokrasiyi, nasıl yorumlayacağımız onu anlamamızda önemli bir adım olacaktır.

En temel tanımı “halkın halk tarafından halk için yönetilmesi” olan demokrasi, 20. yüzyılın en tartışmalı konularından biri olmuştur, önümüzdeki yüzyıl içinde bu miras devam edecek gibi görünüyor. Ancak hızla değişen koşullar, tanımların üzerinde uzlaşılabilmesini de güçleştirmekte. Bu durumun en güncel örneği, “terör tanımı” üzerinde görülüyor. Yıllarca terörize bir altyapı üzerinden kurulan devletler, şimdi onun kendilerini esir aldıklarını gördükçe, kavramı neresinden tutacaklarını bilemez hale geldiler. Aynı durum, anti-demokratik geleneği destekleyip, şimdi demokrasiden medet umanlar için de geçerli.

“İyi yönetim”-“iyi devlet” arayışı üzerinden kurulan demokrasi düşüncesi, siyaset felsefesinin en eski kavramlarından biri olarak, Antik Yunan’dan günümüze gelene değin bir yandan “halk”ın kimlerden oluştuğu ve “halk tarafından yönetim”in nasıl olacağı, bir yandan da “halk için iyi” olanın ne olduğu tartışmalarıyla farklı algılanmalara konu olmuştur. Bu nedenle demokrasinin tek başına net bir anlam ifade etmediğini ve onun belirli sıfatlarla şekillendirilerek kullanıldığını görmekteyiz. (En son AKP’nin litaratüre kazandırdığı (!) muhafazakar demokrasi de böyle bir çabanın ürünü aslında)

Yakın zamanlarda, sosyalizmin Rusya deneyiminin çözülmesi ve “demir perde” ülkelerinin yavaş yavaş “Batı” tipi demokrasilere entegre olması ile “liberal” demokrasi, siyasal alanda zaferini ilan etmiş görünmekteydi. Aydınlanma düşüncesinin kurguladığı, (seçme ve kendisi için iyi olanı belirleme yetisine sahip olan, kısaca rasyonel) birey ve minimal devlet üzerine kurulu liberalizmin demokrasi ile evliliği, demokrasi düşüncesinden ne anlaşılması gerektiğini de belirlemeye başlamıştı. Liberal demokrasi güdük bir evlilik olarak her zaman iki taraftan birinin galebe çalması olarak kaldı. Bir çok liberal, birey özgürlükleri için demokratik değerlerin geri plana atılabileceğine inandı. Bu durum, “özel” olanın “kamusal” olana üstünlüğünü de kabul etmek demekti. Demokrasi, “daha çok eşitlik”; liberalizm ise “daha çok özgürlük” vaadi ile liberal demokrasi tartısında bir türlü ayar tutturamadı.

Hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı ve serbest seçimler ile taçlandırılan liberal demokrasi, serbest piyasa ekonomisinin de uygulanabilmesinin bir aracı olarak “tek yol” olarak görüldü. Kısmen bu durum halen böyle. Ancak, piyasaların insana dair her şeyi belirlemeye ve yönlendirmeye başlamasının verdiği rahatsızlık (ki liberal demokrasi içinde, demokrasiyi tıpkı piyasadaki bireyin yaptığı seçimler gibi, sadece bir seçim tekniği olarak kabul eden görüşler de var) giderek yükseliyor.

DEMOKRASİYİ YENİDEN DÜŞÜNMENİN GEREĞİ

Siyaset bilimi literatüründe demokrasiyi piyasanın etkisinden kurtarmak, demokrasiyi yeniden ele alarak, onu demokratikleştirmek gereği daha yüksek sesle ifade edilir oldu. Demokrasiyi yeniden düşünmenin gereği bu açıdan, özgürlük-eşitlik savaşımının da yeniden ele alınması anlamına gelmektedir.

Demokrasiyi “nasıl daha demokratik hale getirebiliriz” sorusunun cevabı, “halkı -bir seçmen olmanın ötesinde- nasıl yeniden siyasetin bir unsuru haline getirebiliriz” sorusunun da cevabıdır aslında.

Liberal demokrasinin tek yol olarak görülmesi, liberalizmi hor görenlenlerin demokrasiyi de küçük görmesine neden olmakta. Ancak, reel sosyalizmin çözülmesi ile birlikte, parti diktatörlüğü ile piyasa diktatörlüğü arasında bir seçim yapmak istemeyenler ve özgürlükçü bir yol arayanlar için, demokrasi, insana yaptığı vurgu ile en meşru siyaset yapma yolu olarak nitelenebilir. Bireyin tercihlerini halen önemli olduğunu düşünürken bu tercihleri özel alanla sınırlamadan, ortak olanı değişip dönüştürebilmek için demokrasi, elimizdeki temel haritadır. Ancak demokrasinin nasıl bir demokrasi olacağı ve o yolu nasıl kullanacağımız önemli bir belirlemedir.

MADALYONUN İKİ YÜZÜ: DEMOKRASİ-SOSYALİZM

Esasen demokrasi, sürekli yüceltilerek, günlük dilin içinde yozlaşmaya yüz tutmuş ve ondan metafizik bir güç gibi kesin çözümler beklenir hale gelmiştir. Halbuki, demokrasi insana dair olarak, çözümün yine insanda ve siyasette olduğunu hatırlatmaktan başka bir şey yapamaz. Eğer siz demokrasiye vurgu yapıyorsanız, çözümün müzakerede, iletişimde, konuşmada, siyasette, insanlararası bağda dolayısıyla kapalı kapılar ardında, politbüro ya da apoletlilerin toplantılarında değil de kamusal olanda aradığınızın göstergesidir.

Sol siyasetin ise Türkiye’de demokrasi düşüncesi ile arasını hiç iyi tutamadı. Demokrasi bir tür “revizyonist sapma” olarak sürekli hor görüldü. Sol düşünce içinde, demokrasiye yaptığı vurgu ile Mehmet Ali Aybar ayrı bir yere sahiptir. O, sosyalizm ile demokrasiyi, bir madalyonun iki yüzü olarak gördü ve birlikte el aldı. Aybar’a göre demokrasinin tam olarak yerleşmesi, sonucunda sosyalizmin önünü açacaktı; çünkü çozüm sadece yönetim ve üretim sahiplerinin el değiştirmesi değil topyekün bir dönüşümle sağlanabilirdi. Demokrasi, insana dair yönü ile bunun gerçekleştirilebileceği bir yoldu. Esasen Fatsa’daki yerel yönetim deneyi, Aybar’ın söylediklerini haklı yanını da ortaya koymuştur. Yakın zamanda Porto Alegre’deki katılımcı bütçe uygulaması da yine bu görüşün bir başka versiyonu olarak selamlanabilir.

RADİKAL DEMOKRASİ TEORİSİ…

Katılımcılık yoluyla demokraside radikal bir dönüşümün sağlanması, “demokrasiyi demokratikleştirmek” düşüncesinin dayandığı temel ilke olarak gösterilebilir. Bu bağlamda teorileştirilen Radikal Demokrasi, Marksist eleştirilerin demokrasi perspektifiyle yeniden ele alınmasını ve yeni sosyal hareketlerin eleştirilerin duyulmasını öneriyor. Kadim solcuların tıpkı bir zamanlar demokrasiye davrandıkları gibi, şimdilerde huylandıkları bir sözcük olan post-marksist eleştirilere arkasını dönmeden, konumlarını yeniden sorgulamalarını hatırlatıyor. Radikal demokrasi, çoğulcu yapıya vurgu yapsa da tarafların amacın rasyonel bir konsesus sağlamak değil aksine pürüzlü zemini terketmeden çözümler üretebilmesi gerekliliğini savunuyor. Bu kavramlar, tıkanmış durumdaki solun yeni bir yol bulması için üzerinde düşünmesi gereken kavramlardır.

Bu bağlamda, Başbakan Erdoğan’ın “yurttaş girişimi” sonrası diline pelesenk ettiği “demokrasi”, bir aşama ve yukarıda işaret ettiğim öncüller açısından önemli bir adım. Ancak, demokrasiyi, bireyin yeniden kazanılması, onun yabancılıklarının aşılması olarak, bireyin sistem için değil, sistemin birey için olduğu bir düzenek olarak görmeden, ona yüce değerler atftmek yersiz olacaktır.

Türkiye satıhlarında her ne kadar yeni bir yön olarak görülse de demokrasi, yüzyılların birikimi ile eski bir bilge olarak yararlanılmayı bekliyor.