Psikanaliz, Psikiyatri, Felsefe (3)
Erdoğan Özmen

Bilinçdışı hakkındaki bilgi hasta için, psikanaliz konusunda deneyimsiz kişilerin tahayyül ettiği kadar önemli olsaydı, ders dinlemek ya da kitap okumak onu iyileştirmek için yeterli olurdu. Lakin kıtlık zamanlarında dağıtılan yemek-listelerinin açlık üzerinde yarattığı etki neyse, bu tür önlemlerin sinirsel hastalığın belirtileri üzerinde yarattığı etki de o kadardır. Bu analoji, doğrudan uygulamanın daha da ötesine geçer; zira hastayı kendi bilinçdışı hakkında düzenli olarak bilgilendirmek, ondaki çatışmanın yoğunlaşmasına ve sorunlarının şiddetlenmesine neden olur.[1]

İfadeyi biraz zorlayarak şöyle de söyleyebiliriz demek ki: Freud’un gerçekleştirdiği devrim düşüncenin nesnesinden, yeni bir düşünce nesnesi tarif edilmesinden daha çok bizzat düşüncenin kendisine ilişkindir. Bilinçdışı kıtasının bilimsel bilgiye açılması, bilinçdışının psikanalizin inceleme nesnesi olarak yeniden inşa edilmesi ölçüsünde, belki ondan daha çok bizzat düşüncenin zemin ve koordinatlarının yeniden çizilmesi ve oluşturulmasıdır. Psikanaliz, demek ki şeylerin gerçek durumuna ilişkin eksiksiz bir içgörü ve aydınlanma sağlamanın ve buna yönelik arayışın çok öncesinde bizzat o içgörünün sorunsallaştırılması ve yeniden tarif edilmesinin peşindedir. Bilinçdışının en radikal anlamıyla düşünülmesidir bu. Bir tür bilgisizlik, karanlık ve bilinmeyen bir kıtaya ilişkin bilgi eksikliği meselesi değildir bilinçdışı. Aksine “Bilinçdışı, bilgimizden önce hareket eder ve eylemleriyle görünür hale gelir…bizim gizli düşüncelerimiz değildir; bilakis, yapıp ettiklerimizle ifade edilir.”[2] Bu anlamda, psikanaliz, bizzat bilginin kendi temeline, kesin/kati/eksiksiz/mutlak bilgi özlemine/beklentisine yönelik eleştiriden doğmuş, kendini o eleştiride temellendirmiştir. Kendini bir şüphe olarak, kendinde bir temel içermeyen bir şüphe olarak temellendirmektir bu. Terimin gerçek anlamıyla felsefe yapmaktır.

“Gerçekten de zeminle temas etmeden kavramsal bir salıncakta askıda olmak ve yargılamamayı, karar vermemeyi, eylememeyi tercih etmek. Henüz değil, hemen değil. Size içsel olarak mesafeyi korumayı buyuran bu dayanılmaz duruşta olabildiğince uzun süre kalmak. Önceden imal edilmiş, önceden sindirilmiş hiçbir kavrama güvenmemek. Vaziyetlerde, cevaplarda, kesinliklerde donmuş düşünceden olabildiğince uzak durmak, ama yine de düşünmek.”[3]

Uzun bir sessizlik anı yine işte. Sessizliğin ete kemiğe büründüğü, neredeyse elle tutulur bir yoğunluk edindiği anlardan biri. İkimizi de saran, ama yine de ayrı bir varlığı varmışcasına dışımızda uzanan. Düşüncenin, ama aynı zamanda duygunun geliştiği, derinleştiği, koyulaştığı bir inzivaya çekilmek gibi, sanki.. ikimiz için de. Yumuşacık bir dalgaya bırakmak gibi kendini. Bir yaz öğleden sonrası avlusunda, serinlikte, öylece dalmak gibi, uzaklara, hülyalara. Bir şeyin -sessizliğin- hem engel hem de itici bir güç olmasının eşsiz örneği. Telaşa, aceleye gerek yok. İlla bir şey yapmaya da.  Zamanın böylesine genişlemesi çok güzel, bu kıpırtısızlık. İnsanın kendi yerinden emin oluşu, bu sağlamca yerleşiklik duygusu. Sakince bekliyorum. Sonra, aklından neler geçtiğini soruyorum. Gözle görülür bir sevinç eşliğinde “bu çok heyecan verici” diyor. Şunları düşünüyorum: Konuşmanın/sözün daha baştan başarısızlığa mahkum olduğunu, hedefine asla ulaşamayacağını bildiğimiz bir anın sahnelenişi bu. Belki de onun için hep çok fazla olan, istila eden, boğucu, belki de arzulu bir özne olarak ortaya çıkmasını/gelişmesini ketleyen içsel ebeveyn temsili/nesnesinin aşina olduğu müdahalelerinin yokluğunda olacakların bir tür provası. Demek ümitli bir bekleyiş yaratıyor. Belki de daha derin düzeyde bir şey gerçekleşiyor. Hiçbir zaman söze gelmemiş, dil-öncesi döneme ait bazı anıları canlandıran, onlarla temas eden, etkilerini asla dile getiremeyeceğimiz bir şey. Söz konusu o kısa devre sayesinde, sadece davranışlarda ve ilişkilerde ortaya çıkan ve şansımız yaver giderse ancak geri-dönüşlü biçimde bazı yorumlayıcı jestlerle eşlik edebileceğimiz bir şey.

Şöyle söyleyebiliriz demek ki: En genel anlamıyla psikanaliz/psikanalitik terapi kliniği aynı zamanda bir felsefe pratiğidir. Felsefenin kendine sakladığı, kendi mülkü gördüğü alana doğru genişleyen, varoluşa ve kökenlere dair sorunlara ilişkindir.  


[1] Freud, SE XI, s. 225.

[2] Todd McGowan, Irkçı Fantazi, Çev. Erkal Ünal, Axis Yayınları, 2023, s. 24.

[3] Anne Dufourmantelle, Riske Övgü, Çev. Murat Erşen, Kolektif Kitap, 2019, s. 32.