"Lüksümüz Yok"
Tanıl Bora

Enflasyonist bir bollukla kullanılan, tağşişe uğramış deyişlerden biri: “Lüksümüz yok.”

Sadece Recep Tayyip Erdoğan’ın söylev ve demeçlerinden, yeteri kadar örnek çıkıyor. Her konuda… Dış politikada: “Ne Doğu’ya ne de Batı'ya sırtımızı dönme lüksümüz olabilir. ... Hiçbir ülkenin, günümüz dünyasında güvenlik meselelerine coğrafi uzaklık-yakınlık merceğinden bakma lüksü yoktur.” (21 Kasım 2020) Veya: “ABD’nin teröre desteğini görmeme lüksümüz yok (21 Eylül 2019). Veya: “Artık bu suskun ve çekingen politikayı sürdürme lüksümüz yok” (22 Aralık 2019). Daha eskiden: Esed’in Suriye’nin başında karşısında kalmasını kabul etmek gibi bir lüksümüz yok” (26 Eylül 2018). İç siyasette: “Halkın verdiği mesajı görmezden duymazdan gelme lüksümüz yok” (2019 yerel seçim yenilgisinden sonra). Veya, daha eskiden: “Asla ülkemizde, toplumun talepleri dışında hareket etme gibi bir lüksümüz yok.” (4 Mayıs 2004). Parti siyasetiyle ilgili: “Bizim kimseyi dışlama, dışarıda bırakmak gibi bir lüksümüz yoktur” (2 Ekim 2020). Depremle ilgili: “Gecikmeye lüksümüz yok, gecikemeyiz, geciktiremeyiz” (26 Ocak 2020). Covid-19 virüsü salgınıyla ilgili: “Virüsle mücadelede hata yapma lüksümüz yok” (31 Mayıs 2020); “Bizim bunları ülkemizde ağırlamak gibi bir lüksümüz olamaz” (Osman Kavala için çağrı yapan 10 büyükelçiyle ilgili, 21 Ekim 2021.

Ekrem İmamoğlu da çok kullanıyor - sadece geçtiğimiz yıldan birkaç alıntı: "Önümüzdeki 25 yılı kaybetme lüksümüz yok," "Zaman kaybetme lüksümüz yok," "Bu kaygıyı hafife alma lüksümüz yok" (depremle ilgili), "İstanbul'u kaybetme lüksümüz yok"...

***

Ona has değil ama; herkes, siyasetçiler, her bir şeyin uzmanları, bizi bir şeylere “lüksümüz olmadığına” ikna etmeye çalışıyorlar. 

Mecburiyetler, zaruretler, bağlılıklar, bağımlılıklar vurgulanıyor. “Türkiye’nin laiklikten… [veya] demokrasiden vazgeçme lüksü yok,” deniyor mesela. “Esad’ın Putin’den vazgeçme lüksü yok… ABD’nin Türkiye’den vazgeçme lüksü yok… hiçbir ülkenin NATO’dan vazgeçme lüksü yok,” deniyor. “Ülkenin madencilik sektöründen… [veya] tekstilden… vazgeçme lüksü yok,” deniyor.

Alarm çalan bir deyiş bu. “Türkiye’nin dijital devrimi kaçırma lüksü yok,” ikazında bulunuluyor mesela. Teknik direktörler, futbolcular “Bu maçı kaybetme lüksümüz yok,” “Hata yapma lüksümüz kalmadı” diyorlar. Camia içi ihtilaflarda, “falan kişiyi silip atma lüksümüz olamaz” ikazında bulunuluyor, makullük ve itidal gerektiren hallerle ilgili “inatlaşma lüksümüz olabilir mi?” deniyor.

Günlük hayatta, gündelik dilde de kol geziyor, bu lükssüzlük ‘söylemi.’ Çok defa, gevşemeye, rehavete, koyvermeye karşı bir silkiniş anonsu: “Öyle bir lüksüm yok.” Bazen, mağduriyet ve mahrumiyet kahramanlığıyla birleşerek: “Depresyona girme lüksüm yok.”

Moda deyiş, neticede. Bütün moda deyişler gibi, salgın etkisiyle yayıldı. Yine de acaba bir şeylere lüksü olmadığını bu kadar fazla söylemek, birçok fiili “lüksümüz yok”la karşılamak, bir ‘belirti’ olabilir mi? Vahim ve âcil durum ‘kültürü’ içinde sıkışmanın belirtisi? Zaruret kıskaçları, mecburculuk ruhu?

***

Sözlük; giyimde, eşyada, harcamada aşırı gitme, gösteriş, şatafat: ihtiyaç dışı veya fazlası olan; aşırı, fazla… diye tanımlıyor lüksü. Batı dillerinden gelen kelimenin Latince kökenindeki luxus da benzer anlamlar taşıyor - ama ilk başta toprakta ve bitkilerde bolluk, verimlilik, yani bereket anlamına gelirmiş,

***

Lüksün işlevselliğini, Werner Sombart 1912’de Aşk, Lüks ve Kapitalizm kitabında iddia etmişti.[1] Bir müreffeh azınlığa mahsus ipekli kumaş, porselen, kaliteli inşaat gibi tüketim mallarının üretiminin, kapitalizmin doğuşunda kilit bir rol oynadığını anlatır orada.

Lüksün kapitalizme ivme vermekten daha hayırlı faydaları olduğunu savunan bir çağdaş felsefeci var: Lambert Wiesing 2015’te çıkan Lüks adlı kitabında,[2] bu kavramın künhüne varmış.

Felsefenin bu kavrama ilgisiz kalmasına yanarak başlıyor, Wiesing. Bu açığı, kendi felsefî meşrebi doğrultusunda, fenomenolojik bir bakışla kapatmaya girişiyor. Temel fikri, lüksün birtakım maddî özelliklerle tanımlanamayacağı. O lüksü, “belirli bir şeyi edinmenin, birisini estetik bir tecrübe yaşamaya sevk edebilecek olması durumu” diye tanımlıyor. Veya: “Lüks, bir şeyin, özellikle birisi için varolması halidir.”[3] Veya yine başka bir deyişle: irrasyonel, abartılı, etkisiz, pahalı ve bu bakımdan muhtemelen makullükten uzak olduğunu bilmenize rağmen peşine düştüğünüz edinim, lükstür.

Daha ileride, şu tanımı geliştiriyor: Lüks, bir şey için teknik olarak gerekenin ötesine geçtiği gibi, birisi için antropolojik bakımdan zorunlu olanın da ötesine geçen bir edinimin çabasıdır.[4]

Wiesing, ‘lüksün filozofu’ diyelim ona; lüksün anlamını, Romantiklerden Schiller’in oyuna yüklediği anlamla (“insan kelimenin en dolu anlamıyla insan olduğu zaman oyun oynar ve ancak oyun oynadığı zaman kâmil insandır”), Kant’ın güzelliğe yüklediği anlamla (“güzellik, çıkarsız olarak ve kendi dışında bir amaç taşımadan hoşa gidendir”), Heidegger’in kaygıya (“varoluşu dünyevî faniliğinden kurtaran nihai temeli”) yüklediği anlamla tartıyor. Onlarla kıyaslanabilir bir hikmet arıyor yani lüks’te.

Lüksü kolayca karıştırıldığı kavramlardan ayırt etmek gerektiğine inanıyor Wiesing: Güzel’den, zarif’ten, gösterişli’den, konforlu’dan, faydasız’dan, dekadan’dan, abartılı’dan, kitsch’ten, bol’dan, aşırı’dan başka bir şey o.[5] Özellikle toplumsal konumunu sergilemek için veya başka bir nedenle icra edilen gösterişçilikten-fiyakacılıktan kesin olarak ayırt ediyor lüksü. Nitekim lükste, gösterişçiliğin mülkiyetçi tavrından farklı bir ‘edinim’ ilişkisi kurulduğuna dikkat çekiyor.

Lüks, mülkiyetten farklı bir sahiplenme veya temellük etme deneyimi, filozofumuza göre. Bu, bir şeye, bir meseleye vakıf olmanın sahipliğidir; onun için ‘edinim’ diyorum. Satın alarak, çalarak, miras edinerek, hediye yoluyla değil ancak kendi yaparak, eyleyerek edinilebilecek bir şey, lüks.[6]

Wiesing, günlük kullanımda kol gezen lüks tanımlarının, hep belirli bir hayat tarzı anlayışını, bir yaşama yordamı varsayımını, bir insan imgesini yansıttığını söylüyor.[7] “Lüks” damgası, bu anlayışların, o modellerin aşılmaması gereken hudutlarını işaretliyor. İşte lüks, o hududu aşmak oluyor. Hududu aşmak, insan hakkındaki, “makûl” hayat tarzı hakkındaki yerleşik kabullerin de sorgulanması oluyor, bizzat insanın bu konudaki kendi kanaatlerini sorgulaması oluyor.[8]

Velhasıl, Wiesing’e göre lüks, dar kafalılığa, sıradan olana karşı bir iddiadır. Onun gözünde “reddetmenin estetik tecrübesi”nin bir yoludur lüks, insanın özgürlüğünün idrakine varabilmesinin bir biçimidir. Tümüyle akıl/makullük ve etkinliğe-verimliliğe idmanlı bir toplumda, anlattığı anlamıyla lüks deneyiminin, o makullük ve verimlilik diktesine teslim olmamanın kapısını açabileceğini söylerken, Adorno’yla selamlaşıyor. Adorno’nun, “Lükste insanî bir şey vardır ve tersi de geçerlidir: insanî bir yaşamda her zaman lüks vardır,” deyişini, hatırlatıyor. Onun Minima Moralia’nun sonunda “amaca uygunlukların âlemi içinde insana yaraşır her şey, bir lüks veçhesi kazanır” deyişini anıyor - Çünkü “iyi hayat,” amaca uygun ve etkin olandan fazlasıdır her zaman.[9] İşte o fazlaya lüks diyoruz – lüks, işte o fazladır.

Böyle de görebiliriz, lüksü.

***

Sezen Ünlüönen bir yazısında, Aaron Bastani’nin Fully Automated Luxury Communism (Tam Otomatik Lüks Komünizmi) adlı kitabından bahsediyordu.[10] O da diyesiymiş ki, mealen: ihtiyacın ve zaruri olanın ötesine uzanmak, gerekli ile güzel arasındaki sınırı kaldırmak lüksse; komünizm lükstür - yoksa zaten komünizm değildir. Eh, Kristin Ross'un Paris Komünü'nü anlatan kitabı, Ortak Lüks adını taşımıyor mu?[11] Orada lüks, debdebe ve ihtişamı değil, beraber bir hayat kurmanın, bunun için beraber eylemenin, ortaklaşmanın muazzam kazanımını anlatıyor. Lüks olmamalı bu: Zira birlik kurmak, birleşmek, lüks değil, özgürlüğün bir koşulu. "Böyle bir lüksümüz yok" deme lüksümüz yok, yani.

Oscar Wilde'ın meşhur sözüyle: "Bana lükslerimi verin, ihtiyaçlarım olmadan da yaşarım."

***

Bu kadar fazla, bu kadar iştahla “lüksümüz yok” demek, “lüksümüz yok”un dili böylesine kaplaması, türlü türlü darlık buhranlarımızın, daralmalarımızın bir ifadesi olmasın? Bağımlılığa dönüşmüş, kendi şevkini yaratmış bir daralmanın ifadesi…?

Yeni yılın ilk yazısı, lüks peşinde bir yazı olsun!


[1] Türkçesi: Çev. Necati Aça, Pharmakon Kitap 2013. Sombart başta sosyalizme meyilli iken hızla milliyetçi-muhafazakâr bir hatta kaymıştı.

[2] Luxus, Suhrkamp, 2015.

[3] a.g.y., s. 14.

[4] a.g.y., s. 98.

[5] a.g.y., s.77.

[6] a.g.y., s. 128, 214.

[7] a.g.y., s. 95-96.

[8] a.g.y., s. 149.

[9] a.g.y., s. 182-183.

[10] https://birikimdergisi.com/haftalik/10492/kapitalizmin-numarasi-calismanin-buyus

[11] Çev. Tuncay Birkan. Metis 2016.