"Dur ey zaman!"
Aksu Bora

Mayalar, zamanı en çok dert eden kadim uygarlıktı belki de. Nehir taşkınlarını öngörebilmek üzere ayın hareketlerini ölçen Mısırlılardan farklı olarak, zamanı kendi soyutluğu içinde kavramaya çalışmışlardı. Takvimleri inanılmazdır; içiçe geçmiş üç döngüsel zaman ölçüsünden oluşur: 260 günlük en kısa döngü (insan hamileliği süresine yakındır), 365 günlük orta döngü ve 52 yıllık uzun döngü. Her uzun döngünün sonunda, tanrıların dünya hakkında bir karara varmaları beklenir - tamam mı, devam mı.

Modernlerin zamanla ilgili endişelerine ilaç olacak bir kavrayış aslında, değil mi? Geçip gitmiyor, dönüp geliyor.

Zamanın dönüşsüzce ilerleyen bir şey olduğu fikriyse, endişe verici. Şimdi yakaladın yakaladın, yoksa bitti, kaybettin. Aşina olanın rahatlığından bilinmeyene doğru ilerlemenin yarattığı kaygıyı anlatır dururlar. Dünyaya fırlatılmış olmaktan yakınırlar; yahut Mary Shelley’nin canavarının ağzından, “sevmeyeceksen, neden yarattın beni?” diye sorarlar. Bir evsizlik, yersiz yurtsuzluk hissi.

Muhafazakârlık, bu yersiz yurtsuzluk haline bir reaksiyon olarak ortaya çıkar. Geçip gideni tutma, kaçırmama, saklama kaygısı. Bildik düzenin değişmesini engelleme endişesi. Bir yandan her şeyin değişmekte olduğunu görmek, bir yandan bu değişimi kontrol edebileceğini ummak.

Evsizliğin kaybını telafi edebilecek şey, özgürlüktür. Değişimi kucaklayanlar, bilinmeyenin, ihtimallerin, imkânların dünyasının yarattığı o iç ürpertisini bir özgürlük imkânı olarak yaşarlar. Bugünün yıkıntılarının yanından geçip gidebilme, onları geride bırakabilme umudu. Hortlaklar masallarda olur çünkü!

Yirminci yüzyıl boyunca zamanla uğraşıp durmaları boşuna değil, kaygının ve umudun o tuhaf nesnesiyle.

Geçip gitmiş ve bir daha geri dönmeyecek olanı özlemekle henüz gelmemiş olanı özlemek. İki zıt özlem. Ve birbirlerine nasıl da benzerler bir yandan. Zamanın ilerleyen bir şey olduğunda hemfikirdirler ama duygudaş değildirler.

John Clang isimli bir fotoğrafçı, zamanla uğraşmanın bambaşka bir kipini gösteriyor bize (link).“Zaman” başlığıyla yaptığı işler, belirli bir mekândaki hareketi yakalayıp üst üste bindirerek zamanı ele geçirme-parçaları bütünleme çabası olarak okunabilir. Tıpkı Interstellar filmindeki gibi, zamanı mekânın bir fonksiyonu olarak algılamak. Tıpkı Mayaların iç içe geçen ve durmadan dönen zamanı gibi, zaten hep burada olan ve burada kalan bir zaman.

Doğrusu bu fikir bana ilerleyip duran bir zamandan daha fazla heyecan veriyor. İlerideki bir bilinmezin değil, şimdi ve buradaki imkânların ürpertisi.