7 Haziran Seçimleri ve HDP
Barış Özkul

17-25 Aralık’tan sonra Türkiye, bir ara rejim dönemine girdi. Rejime rengini veren Erdoğan’ın Yeni Türkiye’si hukuksuzluğun normalleştiği, dezenformasyonun meşrulaştığı, kin ve nefret nutuklarının havada uçuştuğu bir siyasî kültürü topluma kanıksatmak için bütün imkânlarıyla seferber olmuş durumda. 7 Haziran, her ne kadar felaket tellallarının vazettiği gibi olası bir başarısızlıkta dünyanın sonu değilse de, kritik bir eşik. Erdoğan, istediği çoğunluğa erişirse, parlamentodan yüksek yargıya bütünüyle kendine tâbi kılacağı yeni rejimin kurumlarını oluşturmaya koyulacaktır.

Türkiye, uzun yıllar darbelerle, yukarıdan aşağıya işleyen dinamiklerle yönetilen ve bu nedenle otorite karşısında eleştirel-sivil bir duyarlık geliştirme yetisi körelmiş bir memleket olduğu için toplumun yarısı Tayyip Erdoğan gibi birisi karşısında demokratik refleksler sergilemek yerine onunla özdeşleşmeyi seçti - Erdoğan’ı babasına benzeten ve çok seven “aydınlarımız” olduğunu gördük. Şimdi Erdoğan, en büyük güvencesi olan bu toplumsal marazı Yeni Türkiye’ye devretmeye hazırlanıyor; “delikanlı, samimi ve müteşebbis” olmak dışında gözle görülür herhangi bir fikrî-insanî vasfıyla temayüz etmeyen bir kişilik etrafında emperyal bir vizyon oluşturmak gibi sadece Türkiye’ye özgü olabilecek, sadece Türkiye’de taraftar bulabilecek bir projeyle topluma sesleniyor. Mevcut gidişat, Kemalist askerî diktatörlüğün alternatifi olarak Erdoğan’ın günaşırı başkanlık edeceği bir Divan-ı Hümayun rejimine işaret ediyor.

Muhalefetin ana gövdesini oluşturan partilerin seçim kampanyalarında, bu gidişata köklü bir zihniyet reformuyla karşı çıkacak ve bunun zorunlu kıldığı radikal talepleri içeriklendirecek takatlerinin olmadığı görüldü. Örneğin, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden itibaren tabanında değilse bile yönetici kadrolarında yadsınamaz bir değişikliğe giden CHP (Mehmet Bekaroğlu gibi birisi, Baykal’ın CHP’sinde düşünülemezdi), toplumu yakından ilgilendiren Kürt sorunu, Ermeni Soykırımı, Suriyeli göçmenler gibi meselelerde milliyetçi refleksler sergilemeye devam ediyor. Bu partinin AKP’nin bir müteahhit cevvalliğiyle yürürlüğe soktuğu mega projelere aynı ebatta projelerle karşılık vererek AKP ile AKP’nin kulvarında mücadeleye girişmesi, 7 Haziran’da esas derdinin AKP tabanından gene AKP’nin ekonomi politikalarına öykünerek oy çalmak olduğunu gösteriyor. Öbür tarafta MHP, SP-BBP, Vatan Partisi gibi Türkiye faşizminin çeşitli renklerinin toplandığı muhalefet bloku var (Perinçek’in vaatleri arasında Yunan adalarını geri almak da var).

***

Bu şartlarda Erdoğan’ın Türkiyesi’ne gerçekten alternatif olabilecek tek parti HDP. 7 Haziran seçimlerinde barajı geçse de geçmese de HDP’nin varlığı ve bilhassa Selahattin Demirtaş’ın bütün saldırı ve provokasyonlara karşı telkin ettiği serinkanlılık, özgüven ve demokratik bilinç; bu tavrın HDP tabanında bulduğu karşılık, gelecek adına başlı başına umut verici.

Bir süredir, HDP’nin Türkiyelileşme hamlesi yaparak doğru bir adım attığını söylemek, daha doğrusu “teslim etmek” moda oldu. Kürt hareketi, ‘90’ların sonundan itibaren, özellikle yerel seçimlerde elde ettiği başarılardan sonra kapalı bir cemaat olarak kalmaktansa kendi dışına açılmak, kendine benzemeyen siyasal aktörlerle birlikte siyaset yapmanın imkânlarını ve dilini yaratmak konusunda giderek artan bir esneklik gösterdi; kendi köşesine çekilmek yerine risk aldı. Bunun yeni yeni farkına varanlar, şimdi HDP’nin Türkiyelileştiğini söylüyorlar. Ama HDP’nin mi Türkiyelileştiği yoksa Türkiye’nin mi HDP’nin temsil ettiği ilke ve değerlere hayati ölçüde ihtiyaç duyduğu bir eşiğe gelip dayandığı tartışılır. 7 Haziran’da önüne konan psikolojik eşiği aştığı takdirde HDP’nin bir sonraki seçimde oy oranını daha da arttıracağını tahmin ediyorum. Velev ki barajı geçemedi, var olan potansiyelin muhafaza edilmesi ve derinleştirilmesi son derece önemli.

Düzene gerçek bir alternatif olacak, demokratik bir Türkiye’de yaşamak isteyen herkesi 7 Haziran seçimlerinde HDP’ye oy vermeye davet ediyorum. Bir oy, bir oydur.