“Yeni” Sağ ve Trump
Barış Özkul

Birikim Haftalık’ta sosyalizm ve estetik üzerine yazmaya başlamıştım. Türkiye’de ve dünyada son olanlardan sonra estetik konusunda yazmaya elim gitmiyor. Berlusconi, Wilders, Orban, Boris Johnson derken sıra ABD’ye geldi. ABD’nin yeni başkanı, seçim kampanyasında Meksika sınırına duvar örmeyi vaat eden bir adamcağız. Sözünde durup durmayacağından çok bu tür vaatlerle, ırkçılığı ve göçmen düşmanlığını köpürterek iktidara gelebilmesi yeterince ürkütücü. 

Erken 20. yüzyıl faşizmi 21. yüzyılın iletişim araçlarıyla birleşip yeni bir popülist alaşım yarattı ve bu yeni popülizmin eli oldukça güçlü. Kitlelerin aşağılık duygularını harekete geçirmek; kemikleşmiş önyargılarını onlara doğrulatmak isteyen popülist siyaset basit bir sibernetik jestle, bir “tweet”le işini görebiliyor. Sözün önemi propaganda değerine eşitlendi.

Faşizmin bu “hikmet”ini ilk idrak edenlerden biri Naziler ve Hitler’di. Yeni dünya liderleri arasında, kişisel özellikleri itibarıyla, ona benzeyenler var. 

Hitler’in herkese ve her şeye yönelttiği nefret nutukları gerçekte insani düşüklüğünü ve sıradanlığını örtmeye çalışan bir zavallının hezeyanlarıdır. Hemen her şey hakkında bir “fikri” vardır. Ama Viyana ve Bavyera yıllarında karıştırdığı birtakım ırkçı ve anti-semitist gazeteler dışında pek bir şey okumamıştır. Ona göre “[…] Doğru okumasını bilen bir adam, kitap, gazete yahut bir broşür okurken, zihninde kalmasına değecek olan her şeyi içgüdüsel olarak derhal algılar… Bu biçimde edinilen bilgi […] bu meselenin kafamızdaki mevcut tasviriyle düzgün bir biçimde iletişime sokulduğunda tamamlayıcı bir işlev görecektir… Okumak ancak böyle ise anlamlı ve amaçlı bir iştir”. [1] 

Böyle bir zihniyet Wagner seviyorsa, onda pan-Germenik tınılar bulduğu içindir. Viyana’yı tasvir eden manzara resimleri yapıyorsa, anıtsal-ihtişamlı olana yönelik içgüdüsel istidadından dolayıdır. Herhangi bir şey gücü ve azameti simgelediği ölçüde önemlidir.

Hitler’in savaş sonrasında ilkin Bavyera’da, Münih birahanelerinde parlamasını da bu çerçevede düşünmek gerekir. Münih birahanelerinde Onbaşı Hitler’in ırkçı ve anti-Semitist duygularını paylaşmaya hazır yığınla asker-sivil onbaşı vardı. (SA, Münih’te bir birahane toplantısında kuruldu). 

Bavyera'da hiç işitilmedik bir gökgürültüsü değildi Hitler. Bir ifade kanalı arayan öfke, nefret ve kırgınlık duygularına hitap ediyordu: “Kürklü mantoları, silindir şapkaları, ağızlarında purolarıyla limuzinlerinde dolaşan “kodamanlar”, Alman halkının kanını emiyordu.” “İngilizlerin ve Fransızların Almanya’yı yıkma hedefi vardı, Yahudi dolandırıcılar ve vurguncular sıradan Alman insanını sömürüyordu.” “Faiz boyunduruğundan” kurtulmak şarttı. Almanya şanlı geçmişine hiç uymayan bir zayıflık ve aşağılanma içindeydi; iyileşmenin yolu milli birlik ve bilincin yeniden inşasından geçiyordu” [2]. 

Hitler’in bütün bunları yapabilmesi için basmakalıp temaları kitle psikolojisine bir lider kültü aracılığıyla yerleştirmesi gerekiyordu. Kitleyle hemhal olmuş Führer-Lider miti her türlü faşizmin temel dayanağıdır. Hitler 1920’lerde NSDAP toplantılarında yaptığı konuşmalarda komisyonların ve komitelerin harekete ayak bağı olduğunu; kitlelere karşı sadece liderin sorumlu olması gerektiğini; Almanların parlamentoda yapılan tartışmalarla kaybedecek vakti olmadığını vurgular. Reichstag, Almanların felaketi; Bismarck ve büyük Frederick ise şanlı bir geçmişin simgesidir. Partinin görevi diktatör geldiğinde ona hazır bir halk sunmaktır. 

Hitler veya Trump. Karakterler, kişisel öyküler bir noktada bitiyor. Önemli olan kolaylıkla manipüle edebildikleri “kitle”ler. 

Modern siyasette iki akım, bambaşka amaçlarla, kitleleri ve “sıradan insan”ı hareket noktası olarak almıştı: Faşizm ve sosyalizm. Büyük anlatıların çöktüğüne dair bütün o tumturaklı laflardan sonra insanlığın bugün hâlen modern paradigma içinde olduğu anlaşıldı - siyasetin araçları her ne kadar değişmiş olsa da. Yenisiyle eskisiyle faşizmin kitlelere verebildiği öfke, kin ve nefretten gayrı bir “değer” yok (İslâmcı faşizmle İslâmofobik faşizmi birleştiren yol bunlarla döşeli). 

Sosyalizm ise sıradan insana, kendi eliyle inşa edeceği eşitlikçi-demokratik bir ütopyayı işaret etmişti. O ufuk, o ütopya 21. yüzyılda sahipsiz olduğu için dünün Nazileri bugünün Trumpları olarak aramızdalar. “Yeni” sağın yükselişi, faşizmin yeniden hegemonik hale gelmesi solla kitleler arasında giderek açılan mesafeden bağımsız değil.


[1] Hitler'den aktaran Ian Kershaw, bkz. Hitler: 1889-1936: Hubris, İthaki, çev. Zarife Biliz, s. 65.

[2] A.g.y., s. 165.