Karar Vermek
Derviş Aydın Akkoç

Nasıl da zordur esaslı bir kararı vermek, bir kez verilmiş bir kararın da öznesi olmak. Kararın şart kıldığı o netameli “ilk adımı” atmak hele, büsbütün bir ruhsal işkencedir. Bir eşik vardır kişinin önünde, geçilecek midir, geçilemeyecek midir: İlk adımın sancısı bir yana, daha karar aşamasında bile yığınla tereddüt ve kaygı peyda olur. Kararın ve sonrasındaki müphem varoluşun siluetini çıkaran fikirler ve arzular ne kadar kuvvetli olursa olsun, yine de her an vazgeçmek işten değildir. Karara vesile olan fikirler ve arzular pamuk ipliğine bağlıdır aslında. Ama anlaşılırdır bu devrile kalka, sendeleye tökezleye yol alan düşünme, muhasebe fasılları da, zira karardan önce ve karardan sonra diye ikiye ayrılacaktır insan. Ve hiç kolay değildir ikiye yarılmak, yeni bir başlangıç için kendini tasfiye edip sıfırlamak, ve bu yarılmanın evvelinde bir yol ayrımında öylece kalakalmak, türlü duygularca tutuklanarak hem de, çoğun tek başına... 

***

Karar vermek için “güç” gereklidir; ama bu bahiste yalnızca güç de kâfi değildir, gücün harekete geçmesi, geçirilmesi, demek “iktidar” haline gelmesi gerekir; bir kararı vermek, bu karar uyarınca eylemde bulunmak, iktidar uygulama, iktidar olma ânıdır, kişisel ya da politik, fark etmez. İktidar düşüncesi imrendirdiği kadar ürkütür de. Kararın aklın imbiğinden geçmiş bir “cesaretle” ilişki kurması da, işte bu iktidar olmak meselesinde açığa çıkar. Burada cesaret bir ihtiyaçtan öte, bir zorunluluktur. Öyle ya, o “ilk adımla” birlikte geride bırakılacak, geçilip gidilecek bir dünya vardır; sadece akıl, sadece arzu, sadece muhayyile yeterli değildir harekete geçmek için, cesaret elzemdir. İcabında bağışlanması kabil olmayan acımasızlıkları –en çok da failin kendisine dönük acımasızlıkları– göze almak: cesaretle mümkündür bu ancak. Elbette cesaretin kuvvetten düştüğü ya da ufalanıp da yok olduğu anlarda, bir kapanış ve açılış çalkantısı olanca şiddetiyle vurur iç organlara, bilhassa da mideye. Tereddüt, tereddüt, yine ve hep tereddüt... Sonra yanılsamalar, isteklerde azalmalar ve çoğalmalar; nafilelik hissi denilen canavarın gaddarlaştığı uğraklar... 

***

Kararla birlikte kapanacak olan az çok bilinir de, açılacak olan bilinmez, ancak tahmin edilir. Ve tahminler zihni yıpratır, yorar... Yorgunluğun takatsizliğe dönüştüğü evrelerde, geride bırakılacak dünya ağlamaklı sesiyle çağırır kişiyi eskinin korunaklı hanesine: durup dururken ne gerek vardır mevcut akışın seyrini değiştirmeye, bilinmeyene, tecrübe edilmemiş olana yönelmeye, işte sınırlar, ötesi muamma, ötesi tehdit, ötesi korku... 

***

Ama bilinmeyenden duyulan korku karşısında insan her daim kozasına çekilemez, zira bıkar rahat ve sıcak alışkanlıklarından da. Bıkkınlık, cesaretin ağzına bir parmak bal çalan bir porselendir, önce inceden çatlar, sonra birdenbire parçalanıp saçılır. Karanlıkta bir anlık bir ışıma: Zamanın tam o vaktinde, kavşakta duralamış kişiyi geride bırakılacak aşina dünya durmaksızın çağırır çağırmasına ama, önünde uzanan dünya da çağırır, üstelik cezbeder, göz kamaştırır, vaatlerde bulunur. Geçmişle gelecek arasında, iki güçlü ses arasında, cezbin manyetik çekim gücü karşısında insan şaşalar, garipser, aptallaşır... 

***

Bir kumardır karar vermek, denklemi çok önceden dillendirilmiş bir kumar: “proletaryanın zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yok, ama kazanacağı bir dünya var.” Kaybın sonsuz küçüklüğü, kölece sefaleti ve değersizliğine (zincir) mukabil, kazancın büyüklüğü (dünya) ve serpintilerini duyuran özgürlük hissi: karar verme sürecinin potasında kapışıp cebelleşir bu iki karşıt kutup. Ve öyle görünüyor ki, bu kapışmanın sonucu hususunda henüz hiçbir şey belli değil... Zira şimdiye kadar herhangi bir karar verilmemiştir belki...