Murat Belge
1 Haziran 2020 Pazartesi
Demokrat Parti liberal ekonomi programıyla iktidara geldi. Geldi de, yapabildi mi? Bir yere kadar. Bu ekonomi hikâyesinde, özellikle baş tarafında, ilginç bir durum iki partinin devletçi olanının o kadar devletçi, liberal olanının de o kadar liberal olmamasıdır. Demokrat Parti zamanında Milli Korunma Kanunu, Et-Balık Kurumu kurulması gibi şeyleri liberalizmle açıklamak zordur. Ama Demokrat Parti Halk Partisi’nden kalan “ilk birikim” kadar Marshall Planı’nın da nimetlerini görerek tarımı makinalaştırdı, sanayii ciddi şekilde teşvik etti. Barajlarla enerji politikasını büyüttü, gerçekten önemli işler yaptı.
Derviş Aydın Akkoç
31 Mayıs 2020 Pazar
“İnsanlara acı çekiyorum diyorum, ‘ama bayım sizde acı çeken bir insanın yüzü yok’ diyorlar” diye şikâyet ediyordu Dostoyevski’nin İvan Karamazov’u. Öyle ya, hazzın büsbütün değilse bile acının kesin kanıtlara ihtiyacı vardır, daima şüpheli olan, yalanla suçlanacak ve dahası kahkahayla mühürlenecek olan odur: bedenin en açıktaki kısmı, en kırılgan, en müstehcen kısmı olarak “yüz”ün ille de acıdan çarpılması, hurdaya çıkması mı gerekir? Kimselere sataşmadan, derdini dünyaya boca etmeden, bekleyerek ya da susarak acılarına katlanan, kendi zorluklarını aşmak isteyen bir özne neden konuşmaya zorlanır, dile ve söyleme mahkûm edilir, acı söz konusu olduğunda?
Mete Çubukçu
30 Mayıs 2020 Cumartesi
Saraç ve Hafter’in bir sonraki adımda masaya oturmasının kaçınılmaz olduğu düşünülürse, masanın farklı yanlarındaki belirleyici ülkelerden ikisinin Türkiye ve Rusya olması sürpriz olmaz. Bu durum son yılların tipik Rus yaklaşımının bir örneği. Ankara da bu konuda kapılarını kapatmıyor. Libya’da etkili olurken öte yandan Rusları da doğrudan karşısına almak istemiyor. Yani, Ruslar ile Türkiye Libya’da masanın farklı yanlarında olmasına rağmen bir süre sonra birlikte politika belirleyebilir. Batı yani AB ve ABD’yi daha ikincil planda tutmak her zaman Moskova’nın tercih edeceği bir şey.
Kemal Can
29 Mayıs 2020 Cuma
İktidar, sanki seçim varmış gibi yüksek bir hava vermeye, en azından bu rüzgarı kesmemeye çalışıyor. Seçime kaçmak veya seçimden kaçmayı bir zorunluluk ya da tehdit olmaktan çıkartmayı, aritmetik açmazı bu türbülansın desteğiyle ikincil hale getirmeyi deniyor. Anayasayı askıya almadan anayasasız düzen, yasaları kaldırmadan hukuksuzluk yapılabilmesi gibi, seçimi yok etmeden -hatta lafını büyüterek- anlamını küçültmeyi (değiştirmeyi) başarıyor. Muhalefet cephesinde de çalkalanan aklın bulanıklığı kendini gösteriyor.
Erdoğan Özmen
27 Mayıs 2020 Çarşamba
Bir tarafta bizi bekleyen şeyin “küresel tiranlık”, katı bir biyopolitik gözetleme ve baskı toplumu olduğu değerlendirmesi, diğer tarafta küresel işbirliği ve dayanışmayı esas alan bir enternasyonalizm/komünizm beklentisi ve umudu. Ya da, basitçe eski ‘normal’ hayatlarımıza döneceğimizi, hiçbir değişiklik ve farklılık isteği ve beklentisiyle oyalanmamamız gerektiğini söyleyen bildik sinik tavır bir yanda, diğer yanda tam da şimdinin, mevcut küresel kapitalist dünya sisteminin sınırları, yıkıcı potansiyeli ve sefaletiyle böylesine dehşetli bu karşılaşma anının en radikal değişim ve olasılıkları konuşma ve düşünme zamanı olduğunda ısrar eden ‘ütopyacı’ arzu.
Derviş Aydın Akkoç
26 Mayıs 2020 Salı
Nietzsche nazarında tiksintiyle yüzleşmek, onu başka duygularla karıştırmamak için uyanık olunmalıdır... Kimse tiksintiden muaf değildir... Tiksintiyi alt etmek için kararlı olmak, ama önce onu saklandığı yerden çıkarmak, teşhis etmek, gözlerinin içine bakma cesaretini göstermek gerek. Zira yüzeyde değil, derinde, çok aşağıdadır tiksinti. Üstelik yerine göre bir şefkat tecessümünde ya da alelade bir tebessümde, ansızın beliren bir sırıtışta, kibre gömülmüş bir dudak kıvırmada, bulanık sinsi bir bakışta, hasılı binbir kılıkta arz-ı endam eder tiksinti.
Emel Uzun
21 Mayıs 2020 Perşembe
İlk zamanlar sağlık çalışanları için akşam dokuzda alkış eylemi yapılıyordu malum. Ben şimdi bizim burada duymuyorum. Sokaktan ıslıklar, alkış sesleri gelince ne olduğunu anlamam birkaç günümü almıştı. Apartmanda her daim “okula gitseler ne güzel olacak” adını koyduğum bir grup çocuğun haykırışları yükseliyor. Günler geçmeyince temizlik neferi haline geldi tabii insanlar. Dinmeyen süpürge sesleri. Sokağa çıkma yasağının olduğu günlerde kendini sokağa, parka atmış firarileri kovalamak için devriye gezen polis araçlarından çıkan siren sesleri… Tüm bunlar ne zaman duysak bu günleri hatırlayacağımız sesler oluverdi galiba.
Tanıl Bora
20 Mayıs 2020 Çarşamba
İnsanlar bu kapanma ve kısılma tecrübesinde hayat tarzları üzerine, “lüzumsuz tüketimleri” üzerine düşünmüş olabilir ki, kendilerini sorgulayıp da tüketim ‘neşvesinden’ uzaklaşmaya yönelir mi? O insancıklar, endüstriye, “sistem”e… kapitalizme meydan okuyacak bir güç teşkil edebilir mi? Trafiğin elektrifikasyonu, binaların ekolojik ölçütlere göre renovasyonu, sanayide yeşil hidrojiene geçiş gibi reformist öneriler, -sosyal devletin ihyası ‘iyi-ihtimaline’ paralel-, karşılık bulabilir mi?
Aybars Yanık
19 Mayıs 2020 Salı
10 Nisan 2020’de geçerli olan, pandemi nedeniyle iki günlük ilk sokağa çıkma yasağının saatler kala ilan edilmesinden itibaren sokaklarda kargaşa, kavga, izdiham gören birinin aklına ilk önce insanların iş bilmezliği, görgüsüzlüğü, kınanacak komikliği, hatta medeniyetsizliğin gelmesi ne tür bir akıl yürütmenin sonucu olabilir?
Murat Belge
18 Mayıs 2020 Pazartesi
Aristoteles’ten beri “zoon politikon” kavramıyla yaşamaya alışmışız: insan, “toplumsal hayvan” (burada “politikon”, politikten çok toplumsal anlamında). Tarih boyunca karşılaştığımız sorunlar kural olarak bizi bir araya getiren etkenler olmuş. Onun için de her dilde bizim mahut “birlik ve beraberlik” klişesine paralel kalıplar oluşmuş. Oysa bu yeni durum bizi “izole bireyler” halinde davranmaya davet ediyor. Bunu atlatmak için birbirimizle teması mümkün olduğu kadar azaltmamızı emrediyor. Ama tabii bunu toplumsallığın daha ileri bir biçimi olarak yorumlamamız da mümkün. Birbirimize karşı sorumluluğumuz (umarım geçici bir süreyle) birbirimizden uzak durmamızı gerektiriyor!
Kemal Can
17 Mayıs 2020 Pazar
Kendi tabanı dışındakilerin memnuniyetiyle ilişkisini epey önce kesmiş iktidar, artık tabanının tamamının tatminiyle de çok vakit harcamak istemiyor. Bu nedenle, -muhalefetten çekindiğinden değil- kendi seçmeninin baskı gücünü dengelemek için, aritmetik açmazı gündemin ilk sırasından indirmek istiyor. Üniversite sınavı tarihi açıkladıktan sonra “sandıkta görüşürüz” mesajları atılması çok istenen bir şey değil. Aritmetik krizin belirsizlik ve tereddüt üretmesi ve Demokles’in kılıcı gibi sallanması hayırlı bulunmuyor.
Orhan Koçak
16 Mayıs 2020 Cumartesi
Beklenti ve karşı-beklenti dizileri bu kez de peş peşe geldi, çoğu zaman tahlil kılığına bürünmüş temenniler halinde. Kapitalizm gidebilirdi, “otoritaryenizm” güçlenebilirdi, insan soyu doğanın efendisi olmaktan vazgeçip uyumlu bir parçası olmayı seçebilirdi. Ama daha büyük ihtimalle de her şey hiçbir şey değişmemiş gibi devam edebilir, güneş yine biraz doğudan doğar, iliştirilmiş tarihçi iliştirildiği yer ve tarihte kalabilirdi.