HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'la Söyleşi (II): "Özerklik Adı Altında Minik Ulus-Devletler
28 Ocak 2015 Çarşamba

Bizim önerdiğimiz model antikapitalist bir mücadeleyi de imkan dahiline sokuyor. Çünkü sivil meclislerle, kent konseyleriyle, kadın ve gençlik meclisleriyle, iktidar kim olursa olsun onun üzerinde baskı oluşturabilen örgütlü bir toplum, neoliberal sistemle rahat entegrasyonunu da engeller. Şöyle bir örnekle açıklayayım.  Şu anda Milli Eğitim Bakanı tek başına Türkiye’deki milyonlarca okulu yönetebiliyor. Teknik olarak bakanın tek bir imzası ile bütün Türkiye’deki bütün okul sınıflarına aynı firmanın bilgisayarını satın alabilirsiniz. Bu durumda A firması gelip bakanla anlaşma sağlarsa Türkiye piyasasına milyonlarca bilgisayar satabilir. Bizim önerdiğimiz modelde Milli Eğitim Bakanı o bilgisayarın bütün piyasaya girmesine yetkili olamaz. Bölge meclisinde de yetki vardır, halk meclisinde de yetki vardır. Oraya yatırım mı yapılacak, arazi mi tahsis edilecek, belediye meclisi, kent konseyi, sivil halk meclisleri, çevre konseyleri, bütün bu denetim mekanizması devreye gireceği için A firmasının CEO’su onların hepsini ikna etmek zorundadır, bilgisayarını oraya satmak için. Bu da tekelleşmeyi ve piyasanın toplum üzerinde hakimiyet kurmasını zorlaştırır. Sosyalizm değildir, kapitalizmin tümüyle tasfiyesi değildir ama toplumun kapitalizme karşı direnme hakkını güçlendiren bir mekanizmadır diye düşünüyoruz, bu yönüyle antikapitalisttir. 

"Linç" Fıtratta Olunca Demek...
27 Ocak 2015 Salı

Linç, ani bir patlamanın sonucu değildir. Yani en azından, her zaman bu biçimde cereyan etmez. Vahameti de biraz buradan gelir: Öncesinde kamuoyu hazırlanır, gündem kızıştırılır, “ilgililer” tahrik edilir. Provası yapılır. 6-7 Eylül’ü düşünelim. Bu faşist pogromun öncesinde medyanın ve hükümetin rolünü düşünelim. Hrant Dink katliamdan evvel topluma “protesto” olarak sunulan, mahkeme önünde toplaşan linççi koroyu hatırlayalım. Siyasi hayatımız, ne yazık, bu örnekler için bereketli. Kısacası, Cumhuriyet gazetesi önündeki “protesto”ları, yalnızca protesto olarak görüp ferahlayamıyoruz. Hele ki “Cumhuriyet hesap verecek”, “Burası Türkiye, Fransa değil!” şeklinde sloganlaştırılmış tehditlerin, paltonun altından sıyrılarak hince gösterilen silahtan pek farkı olmadığı aşikârken. İktidarın bu türden hezeyanları, asayiş tedbiri olarak alttan alta onayladığını bilirken. Linç, bir yandan da belki paradoksal veya ironik bir şekilde, toplum olarak sık kullandığımız bir kavram. Yani olan biten hemen her şey karşısında cömertçe, adını koyarak “linç” diyebiliyoruz. Ancak bu cömertlik politik bir olgunluğun sonucunda değil, tersine kavramın işaret ettiği olguları normalleştirmenin sonucunda oluşmuş görünüyor. 

Olivier Roy ile Söyleşi: "Fransa'da Müslüman Cemaati diye bir şey yok"
25 Ocak 2015 Pazar

Gençleri cihad yolundan çevirmek için sağdan soldan “ılımlı imam” peşine düşülüyor; ki bu imamlar, Drancy imamı Hassen Chalghoumi gibi  Fransızca’yı neredeyse hiç bilmiyorlar. Oysa daha iyi bir Fransızca konuşmakta olan radikalleşmiş genç cihadcıların bu türden vaazlara kulak asmaları beklenemez. Banliyölerdeki tüm sahte-röportajlarda ahiret sualleri sormak için uzatılan mikrofona yanaşmayan ve sessiz sakin yaşamlarını sürdüren “hakiki” ılımlılardan haberimiz yok.

Ama Müslüman orta sınıflar üzerine ne siyaset, ne gazetecilik, ne de sosyoloji bâbından ciddi bir çalışma var. Bu orta sınıflardan dikkatimizi çekenler sadece, Vallaud-Belkacem, Bougrab veya Dati gibi kadın siyasetçiler oluyor; üstelik sürekli olarak da bunların kadın oldukları için istisna teşkil ettikleri vurgulanıyor. 

Fransa Aşırı Sağı Merkeze Yayılırken
24 Ocak 2015 Cumartesi

İlk değineceğim nokta, Marine LePen’in yürüttüğü “dediabolisation”(şeytanlıktan çıkmak) politikası.  Kendisi 2011 yılında babası Jean-Marie LePen’in yerini alarak Front National’in başına geçmiştir. (İkisini karıştırmamak için yazının geri kalanında kendisini Marine diye anacağım.) Bu değişim partinin çizgisine net olarak yansımıştır. FN, insanların açıkça onlara oy verdiklerini söylemeye utandıkları bir parti iken siyasetin ana akım aktörlerinden bir tanesine dönüşmüştür.  Marine, son konuşmasında, Türk medyasında hissedilenin aksine Charlie Hebdo saldırıları üzerine “Müslüman vatandaşlarımızı yapılacak suçlamaların dışında tutmalıyız” demesi bu radikal farklılığın göstergesidir. Elbette Front National dünya halklarının birleşip barış içinde yaşaması gerektiği fikrinden hâlâ bir hayli uzaktır. Ama her şeyin formatı öylesine değişmiştir ki, özü hakkında bile şüpheye düşebiliriz. LePen açıkça ırksal bir mesele olarak baktığı göçe kesin ve toptan şekilde karşıydı. 

Hayvan Deneyleri Yasalaşırken Yeni Tecrit ve İtlaf Pratikleri
22 Ocak 2015 Perşembe

Hayvan üzerinde deney yapılması, tıp tarihine içkin, onun kadar uzun bir tarihe sahip. tıp tarihi dediğimizde, sınırlarını dini, toplumsal, kültürel, düşünsel farklılıklarının çizdiği bir tarihsel kesitten söz ediyorsak, hayvanlar bu kesitin en önemli bileşeni. Hem bilginin ve bilgi üretiminin oluşturduğu ekonominin nesnesi, hem de insan-hayvan arasındaki ayrımın kurulduğu düşüncenin dayanağı olarak. Bu kesit, farklı coğrafyalarda farklı gelişim  ve dönüşümler gösterse de, bugün hayvanın akademik bilgi ve meta üretimine tabi olma biçimlerinin belirlendiği tarihsel-toplumsal tecrübenin, batı modernitesini kuran ayrıştırıcı pratiklerle geliştiğini söylemek mümkün. 

Bugün hayvan deneylerini, insan ile hayvan arasındaki yakınlık tecrübesinin içinden, insan bedenine benzer ama farklı bir forma dair bilgiye haiz olma sonucu gelişmiş bir uygulama olarak düşünmek, pratiğin özündeki kullanma, ele geçirerek içselleştirme, tüketerek katletmeyi görünmez kılmak, bu pratiği hem modern insanı kuran öznellik anlayışından; hem de endüstriyel üretimle birlikte aldığı dönüşümlerden azade düşünmek anlamına gelir. 

Nagehan Alçı olarak Tuğçe Kazaz
21 Ocak 2015 Çarşamba

Kerameti iktidardan menkul bu entelektüelliğin, tıpkı “en az bir yabancı dil bilmek, esnek çalışma saatlerine uygun olmak ve ehliyet sahibi olmak” gibi önşartları var artık: Mustafa Karaalioğlu, Yusuf Ziya Cömert, Mehmet Ocaktan’ın durumu ve havuz medyasındaki son tenkisatın gösterdiği üzere “ama”yı sözlüğünde barındırmayan bir “entelektüel”ler çağına vardık. İnsanın en tabii huylarından biri olan tereddüt etmenin bir erdemsizlik, davaya ihanet olarak kodlandığı bir hırsın saldırganlığıdır karşımızdaki. Bugün koltuk değneklerini atıp otoriterliğe koşar adım yürüyen bir “iktidarın entelektüelliği”ne soyunanların paradoksu şurada: Hiçbirisinin kendisine ait bir fikri yok. (Burada Yiğit Bulut’u ayırmak lazım sanırım. Gezi sonrası Erdoğan’ın bir toplantıda “Hiçbiriniz bir Yiğit Bulut kadar olamadınız” dediği rivayeti dolaşıyor.) Bu bakımdan aynı şarkıyı hep bir ağızdan bağıra çağıra söyleyen, üstelik de “Kabataş Hadisesi” türünden prozodi hatalarını yalanlarla gizleyen bu ekibin ne sazı ne de sözü yeni: “Aynı bağın gülüyüz biz.” 

İç Güvenlik Yasa Tasarısı: Anayasal Düzene Son
20 Ocak 2015 Salı

Tüm totaliter rejimler gibi, bu “yeni” rejimin de hedefi, tek lider, tek parti, tek ideolojiye dayanarak her türlü farklılığı baskı altına almak, kendi ideolojik  “cennetini” yaratma adına hayatlarımızı cehenneme çevirmek, her eleştiri ve itirazı fiziksel/psikolojik terör yöntemleriyle bastırmaktır. Bunun için, hukuk dışı diye nitelendirdiğimiz her türlü kolluk faaliyeti, yasal düzenleme kılıfı ile  karşımıza çıkarılmaktadır. Güvenlik paketinin özü, iktidara yönelik her türlü eleştiri, gösteri, basın açıklamasının yasaklanması, yasağa uymayanların önce polisçe derdest edilip alıkonarak bu sürede işkence ve kötü muameleyle tekdir edilip sonra kodesi boylamasıdır. Yapılmak istenen yasal değişikliklere bakıldığında bu durum  net biçimde görülmektedir. Tasarıyla hedeflenen, suç ve ceza kovuşturma yetkisinin yargısal bir faaliyet olmaktan çıkarılarak tamamıyla kolluk faaliyetine dönüştürülmesi, böylece Ceza Muhakemesi Kanunda belirlenen güvencelere riayet edilmeden keyfi kolluk faaliyetini hakim kılmak ve yargı denetimini ortadan kaldırmaktır.  Bu nedenle söz konusu değişiklikler CMK yerine PVSK vb yasalar üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılıyor.

Merhamet
19 Ocak 2015 Pazartesi

Aslında erdemlerin tümünün insanın naif yanıyla ilişkili olduğunu, insan doğasının bir tezahürü (salgısı) olarak algılanabileceğini; bu yüzden de aslında insanın doğasını, bütünlüğünü koruması için gerekli olduğunu yani bir tür tinsel “ bağışıklık sistemi” gibi işlev gördüklerini söyleyebiliriz. Bu benzetmeyi daha ileri götürürsek erdem sayılan insan özelliklerinin, beş duyu gibi, tinsel duyular olduğunu da ekleyebiliriz. Merhamet duy(g)usu, günlük yaşamda daha çok çocuklara (ardından güçsüzlere, yoksullara, yoksunlara) yönelen bir duygu. Belki bu yüzden aynı zamanda insanın varlığına duyulan özen, sevgi  ve saygı ile kardeş bir duygu. Yani sevgi olmadan merhamet olabilir ama eksik kalır örneğin. Merhamet vermeye dayalı bir insanlık hali. Yani merhameti kıymetli yapan bir eylem içeriyor olması. Yoksa içi boş bir  duygu olurdu. Yani “edebiyatı” yapılamaz merhametin. Böyle olduğu için de dünyayla ilişkisinde almayı değil vermeyi önceleyen, böyle bir insanı doymuşluk içinde olanların duygusu.

Bir Polemik Denemesi: "Vicdanizm"
17 Ocak 2015 Cumartesi

Sosyal medyanın modern günah çıkarma fonksiyonunu da ifade ediyor olabileceğini yadsımamalıyız. Türlü öznelliğin akıştığı bir platformda bunun olmaması abestir belki de. Kaldı ki oraya buraya (timeline) baktıkça, “ben de müdahil olayım”ı teşvik eden bir yapısı var ki bunun da illa bir fenalık olduğu söylenemez. Sansasyonel olduğu durumlar hariç, merkez medyada temsili oldukça kısıtlı meselelerin gündeme gelme imkânı olarak sosyal medyanın, görünürlüğe alan açan bir yapısı var. Keza Gezi’nin kitleselleşmesinde, “ben de orada olmalıyım” hissiyatını besleyen önemli etkenlerden birinin sosyal medya olduğu iddiasını yabana atabilir miyiz? Sosyal medya ve muadilleri, aşağıda değineceğim, arka planında “söyledim ruhumu kurtardım” vicdancılığını teşvik edebildiği gibi (modern günah çıkarma fonksiyonu derken, tam da bu noktayı kastediyorum), politik olana “dâhil” olmaya, onları görünür kılmaya hatta bir var olma haline yani kendini gerçekleştirme potansiyeline de aracılık edebiliyor. 

Yeni Türkiye'nin "Dava" Seferberliği ve Muarızları
16 Ocak 2015 Cuma

AKP uzunca bir süre biz-ötekiler ayrımını, statüko taraftarı eskinin muktedirleri beyaz Türkler ile “muhafazakar demokrat”, statüko karşıtı ve yeninin peşindeki ‘biz’ arasında yaptı. Parti, devlet nizamı tarafından garanti altına alınan ayrıcalıklarını muhafaza etmek isteyen, toplumu hiyerarşik katmanlara ayrışmış olarak gören ve AKP’yi destekleyen kesimlere karşı kültürel sermayesinin üstünlüğünü vurgulama derdinde olan bir iktidar bloğuyla/toplumsal kesimle mücadele ettiği kanaatini uyandırdığı ve bu kesimi stereotipleştirmeyi başardığı ölçüde, biz/öteki ayrımına manidar ölçüde destekçi buldu.   

AKP’nin hayata geçirdiği siyaset, temel çatışmayı elitler-halk arasında koymasıyla popülist siyaset mantığından daima izler taşımış, ama popülist mantıkla parti siyaseti arasındaki örtüşme daima sınırlı kalmıştır. Yine de bu erken dönem siyasetin, demokratik talepler karşısındaki tutumunun popülist siyasetle örtüştüğünü söylerken fazlasıyla ihtiyatlı olmak gereklidir. Parti bir siyaset tarzı olarak popülizmi hayata geçirirken, bunu popülizmin belirli bir tanımını benimseyerek yapmıştır.

Karikatür, yeni tanımları ve örnekleri
15 Ocak 2015 Perşembe

Bilinçli yapılan, yani güldürmenin yanı sıra insanı düşünceye sevk eden karikatürün son zamanlardaki en güzel örneği Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndan çıktı. Karikatürün bu yeni tanımına uyan, hatta avangart bir tavır ve tanım da öne süren çalışmayı gördüğüm zaman hem çok beğendim, hem de çok sevdim.

Ayrıca karikatür duruşu gereğiyle bir alt okumayı da gerektirir. Bu karikatürde ele alınan militarizm karşıtlığı ve militarizme eşlik etmeme de harika bir alt metin oluşturuyor. Türklerin kurduğu devletlerin sadece asker olarak temsil edilmesi, bu devletler silsilesinin son halkasını oluşturan Türkiye Cumhuriyeti askerinin bu çalışmada yer almaması, ama aynı zamanda da Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden en yüksek mertebedeki kişinin sivil kıyafetle bu sahnenin ortasında bulunması bu militarizm halkasının, gösterisinin artık kırılması gerektiğini söylüyor bize.

 

Yanlış Dostlar
13 Ocak 2015 Salı

Salman Rüşdi hakkındaki ölüm fetvasından, Madımak katliamından Hollanda’daki Theo van Gogh cinayetine kadar – yakın tarihte nerede sanat özgürlüğüne karşı el kaldırıldıysa, çoğu zaman kendini Müslüman bilenlerin elleriydi bunlar. Katiller ve onları kışkırtanlar, her zaman şuna güvenebildiler: Bir dizi insan, onların eylemlerini İslam adına veya ırkçılık karşıtlığı adına, bir “amacık” ekleyerek bir oranda meşru görecekti. Charlie Hebdo sadece Müslüman değil, Hıristiyan ve Yahudi softalar ve fundamentalistlerle de dalga geçmişti. Fakat saldırısına maruz kaldıkları tek bir taraf oldu: Müslümanlar. Bu yüzden, Müslümanlarla ilgili bir sorun var. Bu sorunla yüzleşmek yerine “Terörün dini yoktur” gibi laflara sığınmakla, her şeyden önce kendilerine zarar veriyorlar. Hakikati bulmaya engeldir bu. Sorunu tanımayan, çözüm yollarını da bulamaz.

Gezi'den Sonra Ekoloji Mücadelesinde Çatallanan Yollar
12 Ocak 2015 Pazartesi

Çok merkezli, yerel, katılımcı ve yatay hareketlerin “geçicilik” ve “kendini tekrar” etme ile merkezi örgütlenmelerle temsiliyet ve hiyerarşi içinde süreklilik kazanması arasında ikincisinden yana bir tercihte bulunması gerektiği kanaatinin limana geri dönmek olduğunu düşünüyorum. Temsiliyet mekanizmalarının yabancılaştırıcı, yereli susturan ve yereli tanımak yerine tanımlayan tekniğinin ve yereli bazı yetilerden mahrummuş gibi düşünen bir mantalitenin ne “yüksek siyaset”in krizini çözmeye ne de ekoloji hareketini geliştirmeye yarar. Dolayısıyla mesainin yerellerin yeteneklerini geliştirmeyi sağlayacak konulara hasredilmesi daha hayırlı olacaktır.

Kurt'un Kur'an'ı
12 Ocak 2015 Pazartesi

Yetimhanede büyümüş, rapçi olmak istemiş-başaramamış, çetelere, kavgalara girmiş, türlü suçlar işlemiş, yirmili yaşları deviren, bir türlü tutunamayan, anlaşıldığı kadarıyla Fransa dışında da yaşayamayan birileri İslam adına hiç tanımadıkları, yetmiş beş-seksen yaşındaki insanları zerre tereddüt etmeden, vicdanları sızlamadan öldürdüler, yerde yatan yaralıyı, karşılarına çıkanları katlettiler. Birilerinden emir almadan, bir başlarına, bu hayatta fark edilmeyi, hatırlanmayı, kahraman olmayı isteyerek yapmış olabilirler mi bunu? Yapabilirler ama Türkiye’de kimse inanmaz buna. Çünkü herkes kurnaz ve herkesin kurnaz olduğunu düşünüyor, kimseyi kesmez bu hikâye. Piyon o katiller deyip geçilir. Klişemiz hazır: birileri büyük oyunlar oynuyor, bu memleket üstünde. Olamaz mı? Olur tabii ne dümenler dönüyor bu dünyada. Hem Kaf Dağı’nda bile kötülük var.

7 Ocak 2015 Saldırısı Üzerine: “Giden Babam, Wolinski Değil..”
10 Ocak 2015 Cumartesi

Öncelikle genel olarak karikatürün muhalif tavrından söz etmek yerinde olur. Acaba karikatür, öteden beri söylendiği gibi, muhalif bir sanat mıdır? Söz karikatüre gelince hemen; “karikatür muhaliftir, muhalif olmayan karikatür değil komik resimdir” klişesi cümlenin bir yerine sıkıştırılıverir. Bu değerlendirme kısmen doğru olmakla birlikte, özellikle karikatürün doğup geliştiği Batı coğrafyasındaki örnekler, bize meselenin bundan ibaret olmadığını göstermektedir. Her sanat alanında olduğu gibi karikatürde de tek bir tavırdan, tek bir anlayıştan söz etmek mümkün değildir. Muhalif olan karikatür olduğu gibi; iktidarla, siyasetle, kurulu düzenle işi olmayan, hatta tamamen fantastik bir dünyaya kapı açan karikatür anlayışları da mevcuttur ve bunlar da en az muhalif karikatür kadar ilgi görmekte ve sevilmektedir. Öyleyse bu büyük resme bakarak şu söylenebilir: Muhalif olmak karikatürcü için bir tercihtir, bu muhalefeti nasıl yapacağı ise hayata bakışına, kültürel birikimine, çizgisinin niteliğine ve nihayet çalıştığı yayın organına göre değişir. İşte tam burada sözü Charlie Hebdo’ya getirelim: Charlie Hebdo sapına kadar muhaliftir; en baştan beri muhaliftir, hep muhaliftir ve neredeyse her şeye muhaliftir.

"Je Suis Charlie"
9 Ocak 2015 Cuma
Charlie Hebdo’ya yapılan canice saldırıyı tüm varlığımızla kınıyor, hayatını kaybedenleri saygıyla anıyor,  Fransız yayın camiasının ve ailelerinin acısını paylaşıyoruz.
Bu vahşi saldırıya yılmadan karşı durmak, demokrasinin ve yayıncılığın temel değerleri olan ifade, yayınlama ve basın özgürlüklerini kararlılıkla savunmak için “Hepimiz Charlie Hebdo’yuz.”

 

We want to express our deep condolences to French publishing community and condemn the murderous attack on Charlie Hebdo.
Our thoughts and griefs are with the victims and their families. We are all Charlie Hebdo, standing against this brutal assault to remain strong and committed in defending publishers’ core values of freedom of expression, freedom of press and freedom to publish.

 

Nous exprimons  nos condoléances les plus sincères au monde de l’édition en France et condamnons avec une extrême fermeté l’assassinat de nos collègues de Charlie Hebdo.
Nos pensées vont aux  victimes et à leurs familles. Aujourd’hui nous sommes tous Charlie Hebdo pour résister contre cette attaque d’une brutalité extrême et pour défendre les libertés de presse, d’édition et d’expression, les valeurs premières de la démocratie et du monde de l’édition et de la presse.
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'la Söyleşi: "İddiamız Seçime Parti olarak Girmeyi Gerektiri
9 Ocak 2015 Cuma

Çözüm sürecinin başında acil demokrasi paketi diye bir çözüm paketi hazırlamıştık. Çözüm sürecinin sağlıklı ilerleyebilmesinin ön koşullarını oluşturmak için ifade özgürlüğünün, medya özgürlüğünün, örgütlenme özgürlüğünün, gösteri hakkının güvence altına alınacağı bir mini demokrasi paketi sunmuştuk. Bunun içinde baraj da vardı. Biz bunu AKP’ye sunduk, müzakere sürecinin bir başlığı olarak bunları görüştük de aslında. Fakat işin doğrusu sonuç alamadık. AKP’ye şunu anlatmaya çalıştık: kalıcı barış konusunda samimiysen ve içi dolu bir barış sürecinden söz ediyorsan, barajla ilgili bu önerimizi kabul etmelisin. Bunu içine sindirmiyor olman barış sürecinden senin anladığınla bizim anladığımızın farklı olduğunu net olarak ortaya koyar.

Ermeni Toplumunun Varoluş Mücadelesinde Ermeni Etıbba Cemiyeti ve Tarman Dergisi
1 Ocak 2015 Perşembe

Hıristiyan kadınların bazıları birkaç sene önce zorla evlendirilmiş, bunlar­dan çocuk sahibi olmuş ve bu şekilde aile kurmuştu. Dolayısıyla şimdi aileleri ile ‘özgürlük’ arasında bir seçim yapmaları gerekiyordu. Her şeye rağmen Albay Bremond’un kararı bu kadınlara seçim yapma öz­gürlüğü getirdi… Bazen acıklı sahneler yaşandığı oluyordu. İnsanlar, yaşadıkları olaylar nede­niyle öylesine dehşete düşmüşlerdi ki savaşın bittiğine inanmakta güçlük çeki­yor, Katliamların etkisinden kurtulamıyorlardı… Kadın, çocuk ve genç kızlar görüşmeye yeni  aileleri eşliğinde geliyor, Hıristiyan geçmişlerini redde­diyorlardı. Tam anlamıyla sarsılmış ve dehşete düşmüş olan bu insanların ken­dilerini yeni isimleriyle tanıtıp eskiden Hıristiyan ismi taşıdıklarını red­dettikleri, hatta Hıristiyan ailelerindeki kişileri tanımadıklarını söyledikleri dahi oluyordu….

Direnen bir cennet: Küba
27 Aralık 2014 Cumartesi
Interstellar
24 Aralık 2014 Çarşamba

Ekonomik jargonda “yüksek sürdürülebilirlik” olarak tanımladığımız bir vizyon bu. Doğal sermaye, teknolojik sermaye tarafından yeri doldurulabilecek bir şey değildir. Toplam sermaye ne kadar olursa olsun, doğal kaynaklar belli bir seviyenin altına düştüğü zaman her şey çökecektir. Amerikan yerlileri bu vizyona yüksek sürdürülebilirlik demiyorlardı belki de fakat iyi açıklamışlar:

“Son ağaç kesildiğinde, son balık yendiğinde, son dere zehirlendiğinde anlayacaksın ki para karın doyurmuyor”.

Bu tutum Insterstellar'ın kıyamet dünyasındaki resmi ideoloji olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim temsilcileri memurlar.