Bütçe Hakkı
Tanıl Bora

Önümüzdeki pazartesi TBMM’de bütçe görüşmeleri başlıyor. Şu haber klişesiyle duyuruldu: “12 gün sürecek bütçe maratonu 10 Aralık’ta başlıyor”. Parlamentoda bütçe mesaisi, galiba artık sahici bir maraton olmaktansa, heveskârların gücü yettiği kadar koştuğu, gösterisel bir “jogging”dir.

***

Oysa bütçe dediğiniz, parlamentoculuğun, anayasacılığın, yurttaş haklarının tarihinde, kurucu değer taşıyan bir ‘şey’ değil miydi? Vergi gelirlerine kim nasıl tasarruf edecek? Merkezî otorite ile ‘derebeyleri’ arasındaki güç mücadelesinin önemli bir kalemiydi bu. Amerikan bağımsızlık savaşının sloganıydı: No taxation without representation, temsil yoksa vergilendirme de yok. Yasama hakkının özü sayılır: royal law’ın yani kraliyetin/egemenliğin hakkının-hukukunun eş anlamlısı: budget law, bütçe hakkı-hukuku. Demokrasinin ve parlamentoculuğun tarihsel gelişme seyrinde ilk adım, vergi koyma yetkisinde söz hakkı olmuş; ikinci adım, gelirlerin kullanımında, kaynak tahsis tercihlerinde söz hakkı.[1]

***

Milli Mücadele ve Cumhuriyet’in kuruluş dönemindeki TBMM’lerinin ‘en özerk’ mebusu (Orhan Kemal’in babası, diye bildiğimiz) Abdülkadir Kemali Öğütçü’nün amasız-fakatsız has bir demokratik cumhuriyet uğruna yürüttüğü muhalefetin aslî konularından biri, bütçe hakkıdır. 1921 Mart’ında yeni konan vergileri eleştirirken, “(devlette) yeni bir teşkilât yaptınız mı, biliniz ki, memleketin başına bir müstebit ve bir zalim daha gelmiştir,” der. 1924 Ağustos’unda, “bizzat Reisicumhur Hazretlerine ayda on beş bin lira aylık vermeye bu fakir milletin tahammülü var mıdır?” diye sorar, 1924 Kasım’ında “bütçe israfları”nı sorgular. 1924 Aralık’ında bir yazısında, sözün özünü söyler: egemenliğin üç kuvvetinden birinin “milletin gelir ve giderleri üzerinde kayıtsız şartsız egemenliği” olduğunu vurgular. Evet, sözün özü budur: milletin temsilcileri aracılığıyla gelirler-giderler üzerinde karar, söz ve denetim sahibi olması, kısaca bütçe hakkı, şu meşhur milli egemenliğin kurucu ilkelerindendir.

***

Adnan Menderes, Demokrat Parti’nin muhalefet döneminde, yani liberal-demokrat donunda görünürken, bütçe hakkının da heyecanlı müdafiidir. 1948 Bütçesi görüşmelerinde, bütçe hakkını ihlâl eden uygulamaları yeren şu veciz sözlerini aktarayım: 

“Vergi olarak toplanan paraların herhangi hizmet ve ihtiyaçlara ayrıldığını bir bakışta görebilmek ve hükümet ve bürokrasinin güttüğü politikayı bütçe denen belgede kolayca takip edebilmek… … öteden beri alışılmış itiyatların bir sonucu olarak bütçede görülen her bir kısmın mutlaka bir zaruretin ifadesi ve bir hükme dayanır olduğu zihniyeti… şuna buna yardım ve ihsanlarda bulunabilmek, yeni yeni kadrolar ihdası ile iktidar ve yetki sahalarını genişletmek eğilimleri…”[3] 

Oysa, “Milletten alınan paraların, millet adına murakabesi esastır,” ona göre.

Demirel’in de, –yine liberal-demokrat suretinde göründüğü anlarda–, “Bütçe hakkı demokrasinin en muhteşem kurumudur” dediği zikredilir.

11 Aralık 2000’de, Anavatan Partili –aslında Demirel ‘kökenli’– Maliye Bakanı Sümer Oral, bütçeyi sunuş konuşmasında, bütçelerin, “hukuki, sosyal, iktisadi, mali ve siyasi boyutları itibariyle ülkenin ve insanlarının geleceğe hazırlanmasında etkin bir role sahip” olduğunu söylemiş, “bütçe hakkı” ve “bilmek hakkını” vurgulamış. “Toplumun, ödediği verginin nasıl kullanıldığına haklı olarak büyük duyarlılık gösterdiğini” söyleyerek, “toplumun bilme hakkına özen göstereceklerini” taahhüt etmiş.

***

“Eski Türkiye”de, bütçe hakkının iyi kötü bir itibarı varken bile, neoliberal rejim bütün dünyada olduğu gibi bütçe hakkını ihlâl hatta ilga etmeye başlamıştı. Anavatan Partisi iktidarlarında “verimlilik-etkinlik” gerekçesiyle kurulan bütçe dışı fonlar, bütçe kaynaklarının denetiminde kibar tabiriyle “belirsizliğe kapı açmıştı. Bu çeşit bütçe (yani denetim [4]) dışı ‘açılımların’ 1994 ve 2001 krizlerindeki rolünü herkes teslim ediyor. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarları altında, 2001 krizi sonrası rejime bağlı olarak parlamentonun bütçeye müdahale yolları önceleri yine ‘teknokratik’ akılla kısıtlanırken, sonra ilaveten denetim dışına çıkan yeni yan yollar da açılmaya başladı. Bunun zirvesi herhalde, 2016 Ağustos’unda ihdas edilen Türkiye Varlık Fonu’dur.

Neticede hesap vermezlik, gitgide kurumlaştı, kurumlaşıyor. Piyasanın hikmetine bağlılık, “devletin yüksek menfaatlerine” bağlılıkla beraber, ekonominin ‘sırrına’ teslimiyet, devlet sırrına teslimiyetle beraber, bütçe hakkının hükmünü folklorik bir ritüele indiriyor. Anayasasızlaşma sürecinin gayet ‘maddî’ bir unsuru… 

***

Daha 2016 yılı bütçe kanun tasarısı görüşülürken konuşulanlar, kaybedilmiş bir hakkın ardından yakılan ağıtlara benziyordu. CHP adına Mehmet Bekaroğlu’nun ‘tane tane’ söyledikleri, mesela: “Değerli arkadaşlarım, ‘bütçe hakkı’ dediğimiz, milletin bize emanet ettiği en temel, en kutsal hakkımızdır. Eğer bütçe hakkını hakkıyla kullanamıyorsa, bu parlamentonun hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Maalesef, bu bütçe, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe hakkını gasbeden bir bütçedir. ‘Bütçe hakkı’ deyip geçmeyin. Şu, diyoruz ya, ‘tüyü bitmemiş yetim hakkı’, işte bütçe hakkı tam da budur. Hani dindarız ya, hani ‘medeniyet’ diyoruz ya, hani ‘millî-yerli’ diyoruz ya, hani ‘Dicle’nin kenarında bir kuzuyu kurt kaparsa’ diyoruz ya, işte bütçe hakkı bu.” Hükümete müzahir diyebileceğimiz bir tanığımız da var. MHP Grubu adına konuşan Samsun milletvekili Erhan Usta’nın söyledikleri: “2015 yılı için merkezî yönetim bütçesinde bu parlamentodan alınan ödeneğin 33 milyar TL üzerinde harcama yapılmıştır. Bu, parlamentonun bütçe hakkının ihlâli anlamına gelmektedir.”

***

Dava, müşterek varlıklarımız olarak yeniden tanımlanacak kamusal kaynakları, tümüyle kamusal’ı, devletin kıskacından kurtarmaktır aslında. 

Mülga bütçe hakkını yine de hâlâ ciddiye almak, işte bu iddia için, bu ufuk için kıymetli. Mesela Su Hakkı kampanyasını yürütenlerin, İSKİ bütçesini itinayla sorgulayışları, bunun için muhterem. Bütçe hakkı, doğrudan doğruya, hak sahibi olma hakkımızla ilgili, değil mi?

Ekşi sözlük’te “Benim vergilerimle bla bla…” diye bir entry var. “Bizim vergilerimizle… ne hakla!” sorusunun sadece bir şaka, sadece bir naiflik alâmeti olması, nasıl bir zillet…

Üç hafta önce kaybettiğimiz Kürşat Bumin, yurttaşlık ‘işini’ pek az kimse kadar ciddiye alırdı. Bir zamanlar vergi dairelerinin alnında yazan “İradesi ile kendini vergilendiren halk, millettir” düsturunun ‘sahihliğini’ sorgulamakla beraber, asıl bu düsturun ciddiye alınmazlığından şikâyet eden bir yazı yazmıştı.[5] “Millet”in bir tarifi olarak, “iradesi ile kendini vergilendiren halk” denir mi? Peki, vergilerinin niçin, nasıl, nereye harcandığını bilme hakkını, sorgulama imkânını, buna dair merakını kaybetmiş bir nüfusa ne denir?



[1] Osmanlı’nın son devrinde bütçe hakkının gelişimi hakkında bkz. http://dergipark.gov.tr/download/article-file/528498

[2] Merâl Demirel’in çalışması: Tam Bir Muhalif: Abdülkadir Kemali Bey. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2006. Aktardığım sözler şu sayfalardan: s. 131, 166, 173, 177.

[3] Süleyman İnan: Muhalefette Adnan Menderes. Kendi yayını, Denizli 2003, s. 212, 215.

[4] Denetim demişken… İktisadiyata dair bir gaf işlemememi sağlayan denetimi için Refet Gürkaynak’a teşekkür borçluyum. Onun şu notunu da icazetine güvenerek iliştiriyorum: “Bağımsız merkez bankaları-bağımsız para politikası için büyük bir baskı, -haklı olarak-, varken kimse bağımsız maliye politikasından bahsetmiyor çünkü maliye politikası bağımsız olursa, orada karar yetkisini kullanan fiilen hükümet olur. Hükümetin karar verdiği vergileri bağımsız bir kurumun denetleyip toplaması mümkün ama vergiye bağımsız olarak karar vermek o karar alıcıyı hükümet haline getirir. Bu da bütçe hakkının bir cephesi.”

[5] https://www.yenisafak.com/yazarlar/kursatbumin/iradesi-ile-kendisi-vergilendiren-halk-millettir-15425